Akın Alak
Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Bölümü lisans öğrencisi

Mavi gezegenimizin 4,54 milyar yıllık geçmişini, başından geçen olayları ve bu olayların bıraktığı izleri devirlere ayıran ve birçok farklı disiplinde kullanılmasını sağlayan çizelgeye jeolojik zaman tablosu denir. Jeolojik zaman tablosunun oluşturulmasını sağlayan ve aynı zamanda temel jeoloji prensibi olan ilke 17. yüzyılda Nicholas Steno tarafından ortaya atılan süperpozisyon yasasına dayanır. Süperpozisyon yasası sedimanter (çökel) kayaların belirli bir sürede çökelmesi sonucunda yaşlıdan gence doğru kayaçların birbirine paralel olarak tabakalanmasıyla açıklanır. Ancak doğadaki kayaların birçoğunu birbirine paralel ya da düz bir şekilde görmek oldukça zordur. Yani bir çökelme ortamında kayaçlar birbirlerine paralel, yatay tabakalar halinde çökelse de, zaman içinde aşınıp, kıvrımlanıp, deformasyona uğrayarak karmaşık tabakalara dönüşebilirler. Bu nedenle bu tabakaları sıralamak bazen mümkün olmayabilir. 18. ve 19. yüzyılda Charles Lyell ve Georges Cuvier, kayaç katmanlarının içerdikleri fosillere göre sınıflamayı keşfederek çok karmaşık katmanların bile tarihlendirilmesine öncü olmuşlardır [1].

İlk jeolojik zaman çizelgesi 1913’te İngiliz jeolog Arthur Holmes tarafından yayımlanmıştır. 1977’de Uluslararası Stratigrafi Komisyonu küresel ölçekte jeolojik dönemleri ayırmış ve yeni bulgular, eklemeler ve çıkarmalar yapılarak tablonun bugünkü halini almasını sağlamıştır.

Güncel jeolojik zaman tablosu (Kaynak)
Güncel jeolojik zaman tablosu (Kaynak)

Arşimet’e ait olduğu söylenen meşhur bir sözü vardır: “Bana bir dayanak noktası verin Dünya’yı yerinden oynatayım.” Belki Arşimet bunu gerçekleştiremedi fakat onun “entelektüel” torunları olan bizler, dünyayı belki de telafisi olmayacak şekilde değiştirmeyi başardık.

2008 yılında Portsmouth Üniversitesi’nden bir grup yerbilimci, yayınladıkları bildiri ile Yerküre’nin insan etkisiyle son 200 yılda geçirdiği evrimin, insansız geçen milyonlarca yıla denk olacağını öne sürdüler. Yani insanın Yerküre’nin evrimini hızlandırdığını iddia ederken, bu değişimin yeni bir jeolojik çağın başlangıcı olarak kabul edilmesi gerektiğini teklif ettiler. Hazırladıkları bir rapor ile Uluslararası Stratigrafi Komisyonu’na içinde bulunduğumuz holosen devrinin sonlandırılması gerektiğini savundular. Yerine ise insanın doğa üzerindeki etkisine atıfta bulunmak için ilk kez 2000 yılında Nobel ödüllü Paul Crutzen’in E.F. Stoermer ile birlikte yazdığı bilgi notunda kullandığı “Antroposen” çağının içinde bulunduğumuz çağ olarak ilan edilmesi gerektiğini bildirdiler [3].

2002’de Nature dergisindeki makalesiyle Antroposen terimini literatüre sokan Crutzen’e göre Antroposen; içinde bulunduğumuz jeolojik devir olan Holosen’den çıkmakta olduğuna ve bu çıkışın büyük ölçekte insan etkileri sebebiyle; insanlığın başlı başına küresel çapta belirleyici gücü olan, biyolojik, kimyasal ve jeolojik bir aktör haline gelmesi sebebiyle gerçekleştiğini öne süren döneme denk düşüyordu. Crutzen yayınladığı makalede Antroposenin başlangıcını 18. yüzyılda buhar motorunun James Watt tarafından keşfedilmesinden bu yana geçen zamanda Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmiş olması ve bu devrimin enerjisini sağlayan fosil yakıtların orantısız tüketimine bağlamaktadır. Ancak bu konuda hala tartışmalar sürmekte, Virginia Üniversitesi’nden paleoiklim uzmanı William Ruddiman 8 bin yıl kadar önce tarımın icat edilmesiyle Antroposen’i başlattığımızı belirtiyor, bazı bilim adamları ise bu miladın radyoaktivitenin keşfi olduğunu söylüyor. Birçok bilim adamı ise Antroposen devrinin henüz başlamadığını savunuyor.

Peki, gerçekten de Antroposen yeni bir devreye isim olabilecek özelliklere sahip mi?
Bu soruyu cevaplayabilmek için son 10.000 yılda dünyada neleri değiştirdiğimiz görmemiz ve bu değişikliklerin gelecekte ne gibi sonuçlar doğuracağını tartışmamız gerekir. Şuan kullanmakta olduğumuz jeolojik takvim gezegenimiz büyük ölçüde etkilemiş olayların izlerinden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Örneğin Ordovisiyen döneminde (495-440 milyon yıl önce) deniz seviyesinin düşmesi ve küresel soğuma, dünyayı bir buzul çağına sokarak kitlesel bir yok oluşa sebep olmuştur. Bu olay Ordovisiyen döneminin bitirip Silüryen dönemini başlatmıştır. Peki, bu kadar büyük doğa felaketlerinin insan eliyle gerçekleştirilmesi mümkün mü?

Bu sorunun cevabını aslında yıllardır gerçekleştirilmiş olan birçok bilimsel çalışma ile vermek mümkün. İnsan doğa üzerindeki etkilerini göz önüne sermek için derlediğim birkaç bilimsel rapor ile doğa üzerinde bıraktığımız tahribatları özetlemeye çalışayım.

1. Nüfus artışının iklim değişiklikleri ile ilişkisi

Günümüze kadar hızlı bir şekilde artan ve gelecekte daha da artacak olan dünya nüfusunun taleplerini karşılamak üzere tarım, sanayi ve hizmet sektörleri başta olarak çeşitli fonksiyonların artması kaçınılmazdır. Bu nedenle doğal kaynakların kullanımı artacaktır. Bunun sonucunda da doğal kaynak tüketimi; toprak kaynaklarının aşırı kullanımıyla verimin azalması; su kaynakları ile su ürünlerinin azalması; biyo-çeşitliliğin azalması, hava, su, toprak kirlenmesi; katı, sıvı ve radyoaktif atıklar ve gürültü gibi çevre sorunlarının daha da artması beklenmektedir. Nüfus artışının getireceği en önemli ihtiyaçlardan biri su olacaktır.

1950-2050 yılları arasında dünya nüfusu ve (solda) ve  nüfus artış oranı (sağda) (Kaynak)
1950-2050 yılları arasında dünya nüfusu ve (solda) ve nüfus artış oranı (sağda) (Kaynak)

Yukarıdaki grafiklerde de görüldüğü gibi 1960 yılından itibaren dünyanın nüfusu yaklaşık 4 milyar kişi artmıştır ve tahminlere göre toplam nüfus 2050 yılında 10 milyara yaklaşacaktır.

2. Küresel sıcaklık artışı

akinalak03
1850-2012 yılları arasında küresel ortalama birleşik kara ve okyanus yüzey sıcaklığı verilerinde gözlenen anomalilerin zaman dizisi çizimleri verilmiştir (a). Yıllık ortalama sıcaklıklardaki yıllar arası değişimleri (a1), en uzun küresel veri seti için hesaplanan belirsizlik kestirimleriyle birlikte on yıllık sıcaklık ortalamalarındaki değişimleri gösterir(a2). Bir veri seti için 1901-2012 dönemi temel alınarak hesaplanan doğrusal regresyon trend değerlerine göre, gözlenen sıcaklık değişikliklerinin alansal dağılışı (b). (Kaynak 5)

Birçok bilimsel rapora göre, geçen 30 yılın her 10 yılı, yeryüzünde 1850’den beri kaydedilen küresel sıcaklık değerleri, hesaplanan tüm on yıllık dönemlerden artarak daha sıcak olmuştur. Çözümlenen dolaylı eski iklim verileri, Kuzey Yarımküre’de 1983-2012 döneminin olasılıkla son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu göstermektedir. Küresel birleşik kara ve okyanus yüzey ortalama sıcaklığı verileri, birbirinden bağımsız olarak üretilmiş olan veri setleri kullanılarak, 1880-2012 döneminde 0,85°C’lik [0,65-1,06°C güven aralığında] bir doğrusal ısınma eğilimi göstermiştir. Var olan en uzun tek veri setine dayanarak hesaplanan, 1850-1900 dönemi ve 2003-2012 dönemleri arasındaki toplam ısınma ise 0,78 [0,72-0,85] °C’dir. Küresel ortalama yüzey (kara ve okyanus) sıcaklığı verileri, bölgesel eğilimlerin yeterli düzeyde hesaplanabildiği en uzun dönem olan 1901-2012 döneminde, 0,89°C’lik [0,69-1,08°C güven aralığında] doğrusal bir artış göstermiştir. Bu dönem boyunca hemen tüm Yerküre yüzeyi ısınmıştır.

3. Karbon ve öteki biyojeokimyasal döngüler

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2013 yılı Değerlendirme Raporu’na göre, karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve azotmonoksit (N2O) gazlarının atmosferdeki miktarları son 800.000 yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye ulaşmıştır. CO2 miktarı, temel olarak fosil yakıtlar ve bilinçsiz arazi kullanımından (ormanların yok edilmesi vs.) kaynaklanan salınımlar nedeniyle, sanayi öncesi döneme göre %40 oranında artmıştır. Okyanuslar, atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık %30’unu emerek asitlenmiştir. CO2, CH4 ve N2O gazlarının atmosferdeki birikimleri, insan etkinlikleri nedeniyle 1750 yılından beri artmıştır. Bu gazların 2011 birikimleri, sanayi öncesi düzeylerine göre sırasıyla %40, %150 ve %20 oranında artarak, aynı sırayla 391 ppm (kısaca milyonda bir), 1803 ppb (milyarda bir) ve 324 ppb (milyarda bir) düzeylerine yükselmiştir. Atmosferdeki CO2, CH4 ve N2O birikimleri, geçen 800.000 yıllık dönemde buz karotlarında kayıtlı en yüksek birikimleri önemli oranda aşmıştır. Geçen yüzyıldaki ortalama artış oranları, çok yüksek güvenirlikle son 2.000 yıllık dönemde daha önce hiç gerçekleşmemiş düzeydedir. Okyanus asitleşmesi, pH düzeyindeki azalmayla ölçülür. Okyanus yüzey suyunun pH’i, sanayi döneminin başlangıcından beri, hidrojen iyon konsantrasyonundaki %26’lık bir artışa karşılık gelen bir oranda, 0,1 azalmıştır.

akinalak04
Atmosferdeki CO2 miktarının yıllara bağlı değişimi (a) ve okyanuslardaki CO2 artışına bağlı olarak pH değerinin değişimini gösteren (b) grafik. (Kaynak)

Yeryüzü sıcaklığının yıllara bağlı değişimi (solda) ve CO2 miktarını atmosferdeki değişimi (sağda) gösterilmiştir. Görüldüğü gibi 2010 yılı verilerine göre atmosferdeki CO2 oranı yaklaşık 400 ppm’dir. Bu rakam Karbonifer dönemi CO2 miktarının yarısına eşittir.

4. Biyoçeşitliliğin azalması

Yıllara göre Dünyadaki biyoçeşitlilik gelişimi incelendiğinde tropikal otlaklar ve çayırlar ile çöl alanlarının ilk sıralarda olduğu görülmektedir. Ancak biyomların oranları günümüze kadar azalmış olup, 2050 yılına kadar da azalmaya devam edeceği tahmin edilmektedir. 1700 yılına göre ortalama tür zenginliği oranının 2000 yılında yaklaşık %30 azaldığı, 2050 yılında ise %40’a yakın oranlarda azalacağı tahmin edilmektedir

Dünyanın birçok bölgesinde biyoçeşitlilik çok çeşitli çevresel nedenlerle ciddi tehdit altında bulunmaktadır. İlerleyen yıllarda küresel ısınmanın yoğun etkisiyle bu tehdidin daha da artması beklenmektedir. Dünyada tespit edilen tür sayısının 2003 yılında büyük bir artış gösterdiği ve günümüze doğru daha da arttığı görülmektedir. Buna karşın tehdit altındaki tür sayısında da bir artış söz konusu olmaktadır. 2012 yılında Dünya’da yaklaşık 20.000 canlı türünün yok olma riskiyle karşı karşıya olduğu izlenmektedir. 2000 yılında yaklaşık 11.000 olan tehdit altındaki tür sayısı, 2012 yılında %90’dan fazla artış göstererek 20.000 civarına ulaşmıştır.

akinalak05
1970 yılı ile 2010 yılı arasındaki biokütle değişimi. (Kaynak 7)

5. Buzulların erimesi

Küresel sıcaklık artışının beraberinde getirdiği sonuçların en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz buzulların erimesidir. Araştırmacılara göre buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesine neden olmakta ve birçok kıyı kentini tehdit eder duruma gelmektedir. NASA’ya ait uydu ölçümlerine göre 2013 yılı itibariyle Kuzey Kutbu’ndaki buz kütlesinin alanı 5,26 milyon kilometrekaredir. Bu alan, 21 Eylül 2005’de belirlenen alan olan 5,32 milyon metrekarelik alandan daha azdır. 1990 yılından itibaren kuzey kutup bölgesinde sıcaklık artışının 1-2 derece arasında olduğu ve 2003 yılından 2011’e kadar geçen 8 yıllık süreç içinde buz kütlesinde 800-900 Gross tonluk azalma meydana geldiği saptanmıştır. 2002 Nisan ayında 864,74 milyar ton olan Grönland buz kütlesinde 2010 yılı Aralık ayı itibariyle 1962,95 milyar tonluk azalma meydana gelmiştir. Kütle azalmasının özellikle Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında daha hızlı olduğu görülmektedir

akinalak06
Grönland’da 1979-2008 Yılları Arası Erime Miktarı (Kaynak)

Antroposene hoşgeldiniz!

Burada verdiğim veriler insanın doğa üzerindeki hâkimiyet çabalarına belki ufak bir örnek olabilir. Verilen tüm veriler doğrudan ya da dolaylı olarak “insan” faktörü tarafından etkilenmiş verilerdir. Bilinçsizce yaptığımız, ardı arkası gelmeyen hataların gelecekte başımıza ne gibi işler açacağını elbette ki tam olarak kestirmek mümkün değil ancak güzel senaryolar kurmak pek mümkün görünmüyor.

Bu verilerden yola çıkarak dünyayı çok kısa zamanda büyük miktarda değiştirdiğimizi görebiliyoruz. Bu belki de insanın artık gerçek bir jeolojik aktör olduğunun göstergesidir. Henüz günümüzün kayaç kayıtları tamamlanmadığı için, yani gelecekte günümüze ait olacak kayaçlar henüz oluşmadığı için insanın jeolojik anlamda dünyanın kalbinde izler bırakıp bırakmadığını hala tatışılmaktadır.. Ancak güncel havzalarda henüz taşlaşmamış tortul malzemenin analizleri ile en yakın dönem arasındaki farklılıklar karşılaştırılarak bıraktığımız izlerin tahmin edilebileceğini düşünüyorum.

Her şeye rağmen Antroposen devrinin jeolojik zaman tablosuna eklenmesi gerektiğini savunanlardanım. Bu, kimimiz için bir uyarı kimimiz içinse geri dönülmezin bir başlangıcı olacak…

Hepiniz Antroposene hoş geldiniz!

“Pek çok alanda, ekolojiden, biyogenetiğe, fikri mülkiyete kadar her alanda artık bir sıfır noktasına erişiyoruz. Bir Hint filozof ve kültür eleştirmeni olan Çakrabarti, -ki genellikle kendisiyle hemfikir değilimdir- şu konuda haklıydı: Dünya yeni bir döneme giriyor. Antroposen, yani İnsan çağı. Kapitalizmle başlamıştı aslında ama 20. yüzyıldan itibaren biz insanlar ilk kez olarak artık bir jeolojik faktörüz. Sadece doğanın içinde ve onun parametreleriyle yaşadığımızdan değil. Onu etkileyebiliyoruz da. Sadece küresel ısınma da değil. Çin’deki arkadaşlarımın dediğine göre Çinli jeologlar arasında dillendirilmeyen bir anlaşma varmış ve iktidardakiler bunun halka açıklanmasını istemiyormuş. Buna göre bir buçuk yıl önce Çin’de meydana gelen büyük depremin insanlar tarafından üretildiğini söylüyorlar. Bunun nedeni ise yeni inşa ettikleri Üç Boğaz Barajı imiş. Bu barajlar devasa yapay gölleri de beraberinde getiriyor biliyorsunuz. Jeologların iddiasına göre bu yapay göl, yer altındaki fay hatları üzerinde haddinden fazla basınç oluşturuyormuş. Bu da bir depreme veya en azından mevcut bir depremin daha şiddetli olmasına yol açabiliyormuş.
Söyleyeceğim şu: Bu, çok yeni bir durum. İnsanlar artık doğanın güçleri karşısında eli kolu bağlı varlıklar değil. Nasıl olup bittiği hakkında açık bir fikrimiz olmasa da neredeyse herşeye kadir varlıklar olduk. Ama ne yaparsanız yapın sonuçlarını öngöremiyorsunuz.”

-Sloven felsefeci Slavoj Žižek

Kaynaklar

[1] http://en.wikipedia.org/wiki/Geology
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Jeolojik_zaman_cetveli
[3] Crutzen, Paul J. The “anthropocene”. Springer Berlin Heidelberg, 2006.
[4] http://www.unfpa.org/sites/default/files/pub-pdf/EN-SWOP14-Report_FINAL-web.pdf
[5] Türkeş M., Şen, Ö.,L., Kurnaz, L., Madra, Ö., Şahin, Ü., 2013, “İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE SON GELİŞMELER: IPCC 2013 RAPORU” Sabancı Üniversitesi
[6] http://www.wwf.org.tr/basin_bultenleri/raporlar/?3560/yasayangezegenraporu2014ozet
[7] Atabay, S., Karacasu, M., Koca, C., 2014, “İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ve GELECEĞİMİZ”, Yıldız Teknik Üniversitesi
[8] ]http://www.wmo.int/pages/publications/meteoworld/archive/feb10/sea_level_en.html
[9] Ruddiman, William F. “The anthropogenic greenhouse era began thousands of years ago.” Climatic change 61.3 (2003): 261-293.

Kapak fotoğrafı: NASA

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Gerçekten harika ve çok açıklayıcı bir makale olmuş. Küresel ısınmaya yerbilimci gözüyle dikkat çekilmesi bence çok daha fazla anlam katmış. Yazarı tebrik ediyorum yeni yaziları bekliyorum :)

  • Bu saate kadar saat 22.30’dan bu yana 7-8 konu araştırdım… Bir Japonların yemek kültürü çok ilginçti. Bir de bu konu. Bu konunun bana ilginç gelmesinin sebebi, bile bile lades deme durumu.
    Harika bir anlatımla açıkladığınız için teşekkür ederim. İyi çalışmalar dilerim.. KFE

Konuk Yazarlar

Açık Bilim Çevrimiçi Dergisi'ne konuk yazar olarak katkıda bulunmak ve destek vermek isteyebilirsiniz.