155260

“Girişin iki adım önüne çıktım. Sağımda yükselen gökdelenler çatılarından dev goriller ısırmış gibi eksik, göğe uzanmış bağırıyorlardı. Yaratıklar gelmeden önceki düzenin mabetleriydi bunlar, ama bir gecede sistem çöküvermişti. Buraların sahipleri benden daha çok üzülmüş olmalılardı; zira benim bir kaybım yoktu. Hatta kazancım vardı: Leyla. Deli kız… Güzel kadın… Uğruna yaşadığım şey.”

Tevfik Uyar, “Fırıldak”*

Hollywood’da sıklıkla işlenilen temalardan bir tanesi kıyamettir. Kelimeye dinlerin yüklediği anlamda, insanlığın ve evrenin sonunun geldiği türden kıyametler değildirler bunlar, ama insanlığın tamamının ya da büyük bir kısmının hayatını kaybettiği veya kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığı senaryorlardır. Bu senaryolar da genelde iki türlü işlenir: Apokaliptik (kıyamet senaryosu) ve Postapokaliptik (kıyamet sonrası senaryosu). Apokaliptik senaryolar henüz kıyametin gerçekleşmediği, gerçekleşme tehdidinin var olduğu ve insanların buna hazırlandığı, en nihayetinde de görsel efektlerle süslü, dehşeti gözler önüne sermeye gayret eden sahnelerle süslü senaryolarken Postapokaliptik senaryolar kıyametin çoktan gerçekleştiği, kalan insanların çeşitli açmazlar yaşadıkları, hayatta kalma mücadelesi verdikleri ve kıyametten arta kalan olumsuzluklarla mücadele ettikleri eserlerdir.

Aslına bakarsanız bilimkurgu sinema türünde çokça beğenilen yapıtlar genelde kıyamet ya da kıyamet sonrası senaryolarıdır. Örneğin Terminator, Matrix Üçlemesi, War of The Worlds, Independence Day, World War Z, 12 Maymun, Yarından Sonra… 1990’lardan önceki sinemaları da listeye katarsak bu liste epey bir uzar gider.

Peki bunca kıyamet senaryosunun hepsi birbirine benzemekte midir? Hepsi insanlığı aynı boyutta mı tehdit etmektedir? Kaynakları arasındaki farklar nelerdir? Daha da mühimi bir yerlerde bu konuları düşünüp de bu senaryoları değerlendiren, sınıflandıran birileri mevcut mudur?

Bu ay Açık Bilim’de sizlere, “bilimsel felaket tellalı” adını vereceğim Nick Bostrom’u ve onun Küresel (veya Soncul) Ölümcül Riskler sınıflandırmasını anlatacağım. Sınıflandırmadaki kavramların bir süre sonra birbirine karışabileceğinin de farkındayım. Bu yüzden de daha açıklayıcı olabilmesi için yeri geldikçe popüler kitaplar ve filmlerden de örnekler vereceğim.

Ağzından bal damlayan(!) adam: Nick Bostrom

Şu an Oxford Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde profesör olarak görev yapan Nick Bostrom, 1973’te İsveç’in Helsinborg şehrinde dünyaya geldi. 200’dan fazla yayını teorik fizik, hesaplamalı sinirbilimi, matematik mantığı gibi pek çok alanın birleşiminden oluşuyor. Kendisi analitik felsefe alanının en tanınan isimlerinden.

Onu bu kadar tanınır kılan çalışmalarından en önemli ikisi Varoluşsal Riskler adını verdiği ve az önce de bahsettiğimiz risk sınıflandırması ile insanın Dünya ve Evren’deki  tek akıllı ve zeki tür olduğunu esas alan Antropilk İlke hakkındaki mantıksal eleştirisi olan Antropik Hata‘dır (İng. Antrophic Bias). Aynı zamanda Muhafazakâr Yanlılık (İng. Status Quo Bias) adı verilen bir çeşit safsataya karşı mantıksal bir sorgulama yöntemi olan Tersine Deney (İng. Reversal Test) adlı düşünce deneyi yöntemini geliştirmiş olması felsefe ve mantık alanındaki diğer katkısıdır.

Bostrom’un Risk Tipolojisi

Nick Bostrom “Varoluşsal Riskler: İnsanlığın Yokoluş Senaryolarının ve İlgili Tehlikelerin Analizi” (Existential Risks: Analyzing Human Extinction Scenarios and Related Hazards) ismiyle 2002 Mart’ında Journal of Evolution and Technology adlı dergide yayımladığı makaleyle risk kavramının iki boyutlu bir tipolojisini geliştirdi. Kendi geliştirdiği bu tipolojik sınıflandırma dahilinde, olabilecek en kötü senaryo biçimi olan Küresel Ölümcül Riskleri de kendi içerisinde sınıflara ayırdı. Kısacası, “nasıl yok oluruz?” sorusunun yanıtlarını tahlil etti Bostrom.

Öncelikle geliştirdiği iki boyutlu risk tipolojisine değinelim. Riskler, şiddetleri ve kapsamları olmak üzere iki bileşenden oluşurlar. Bu bileşenlerin ne kadar büyük veya küçük olduklarına bağlı olarak da farklı şekilde adlandırılırlar. Aşağıdaki şekilde bu iki boyutlu sınıflandırma yer alıyor:

Bostrom'un 2 boyutlu risk taksonomisi bir boyutta kapsamı, diğer boyutta şiddeti olmak üzere riskleri sınıflandırıyor.

Aslında Bostrom risk sınıflandırmasının üç boyutlu olduğunu, üçüncü boyutu da söz konusu risklerin gerçekleşme olasılığı olduğunu, ancak olasılığın tüm grafikle çakıştırılabileceğini, zira eğer ki herhangi bir riskin gerçekleşme olasılığı çok yüksekse ya da bizlerin davranışına doğrudan bağlı ise bunun tüm riskleri zaten şiddetine veya kapsamına bakmaksızın ciddi bir risk haline getirdiğini söylüyor.

Kapsam boyutunun seviyeleri zaten adları üzerinde olduklarından açıklamaya gerek yok ancak şiddet için kullanılan iki terimi açıklamak gerekebilir. Dayanılabilir riskler, kapsam dahilindeki kişi ve grupların önemli ölçüde zarar gördükleri ancak çabalar neticesinde telafisi ve toparlanması mümkün sonuçlar yaratan riskleri ifade ediyor. Ölümcül riskler ise, kapsam dahilindeki kişi ve grupların tamamıyla yok olmasına neden olan, ya da radikal bir biçimde onları yaşamaktan / yaşamlarını eskiden sahip oldukları biçimde sürdürmekten alıkoyan riskleri içeriyor. Nick Bostrom kendi makalesinde ölümcül kişisel risklere, ölüm, beyin hasarı ve müebbet hapsi örnek verirken, gruplar içinse soykırımı veya bir milletin tümden köle olarak çalıştırılmasını misal veriyor.

Varoluşsal Risklerin Türleri

Şekilde kırmızı renkle işaretlenen bölgenin özel bir adı var: Varoluşsal Riskler. İnsanlığın varoluşuna bir önceki paragrafta bahsettiğim tanıma uygun bir tehdit yaratan riskler varoluşsal riskler olarak anılabilir. Başka bir deyişle, kıyamet senaryoları birer varoluşsal risktir. Resmi tanımı ise, “olası sonuçlarından biri ya da bir kaçının Dünya kaynaklı akıllı yaşamı sona erdirme, tamamen ya da sert bir şekilde potansiyelinden alıkoyma kudretine sahip riskler” şeklinde.

Bugün bizi öldürmeyen ancak ileride süründürme potansiyeli olan, bir şekilde BM yasaları, bilim insanlarının çabaları ya da çeşitli politikalarla mücadele ettiğimiz tüm küresel riskler (örn: Küresel ısınma, orman tahribatı, AIDS salgını vb.) hala yaşadığımıza, bu yazıyı yazabildiğime ve siz de bu yazıyı okuyabildiğinize göre ölümcül değil, dayanılabilir küresel risklerdir. Bostrom, yeniden toparlanabildiğimiz için II. Dünya Savaşı gibi küresel bir vakayı bile yine de dayanılabilir küresel riskler içerisinde sınıflandırıyor. Yani Ölümcül Küresel Riskler, düşündüğümüzden çok daha fazlası ve tanım gereği henüz yaşamadıklarımız.

Bostrom, Varoluşsal Riskleri de kendi içerisinde şöyle sınıflıyor (metaforik terimleri Türkçe’ye tercüme ederken kendi seçimlerimi kullanacağım. Daha iyi önerileriniz varsa beklerim):

  1. Patlamalar (İng. “Bangs”): Kasıtlı ya da kazara, aniden gerçekleşen bir felaket sonucunda Dünya üzerindeki akıllı yaşamın küt diye sona erdiği senaryolar.

Sonuçları bir şekilde başarıya ulaşmak ve medeniyetleri ortadan kaldırmak kaydıyla, Dünya’ya büyük bir kuyruklu yıldızın çarpması, mücadele edilemeyecek ölümcül bir virüsün tüm insanlığı yok etmesi, nükleer kıyametin kontrol dışına çıkması ve canlı yaşamını sona erdirmesi, yapay zekanın ya da bir uzaylı istilasının tüm insanlığı yok edebilecek güçte saldırması gibi olası senaryolar bu sınıfa sokulabilir. Tüm bu senaryolar, açığa çıkardığı sonuçların ne kadar dramatik olduğuna göre aşağıda bahsini edeceğimiz diğer sınıflandırmaların altına da girebiliyor aslında.

maxresdefault
İnsanların yok olmasıyla birlikte kısa bir süre içerisinde hemen hemen her yerin bitkilerle kaplanacağı ve tüm insan yapılarının bitkilerce örtüleceği düşünmektedir.

Nick Bostrom, daha önce bahsini ettiğimiz nanoteknolojik felaket Grey Goo senaryosunu da bu sınıf altında detaylı olarak zikretmiş. Ayrıca Bostrom, insanlık olarak bir simülasyon içerisinde yaşadığımız ve bu simülasyonun aniden kapanması fikrini makalesinde bahsedecek kadar önemli bir risk olarak görmüş. Fizik deney ve uygulamalarının kontrolden çıkması da Bostrom’un olası kütürdemeleri arasında: CERN’de hatayla bir karadelik yaratılması gibi.

Bildiğimiz bilimkurgu eserlerinde bir patlama senaryosuna yer verildiğini hatırlamıyorum; zira bu riskler gerçekleşmesi halinde geride hiçbir insanın kalmadığı sonuçlar yaratmaya muktedir olan riskler. Filmin ya da edebî eserin konu edeceği tek bir karakter dahi kalmayacağı için yazarlarca ya da yönetmenlerce pek tercih edilmiyor olsa gerek. Genelde filmlerde patlamanın sınırından kıl payı veyahut şans eseri dönülmüş oluyor. Mesela Bruce Wills son anda meteora bombayı yerleştirebiliyor veya Dünya’yı işgal etmiş uzaylılar mikrop kapıp ölüyorlar. Belki de işin heyecanı burada.

  1. Çatırdamalar (İng. “Crunches”): İnsanlığın gelecekte gelişmiş ve sağlıklı bir medeniyet kurma imkânını tamamen ortadan kaldıran, insanlığın hâlâ yaşadığı ama farklı bir formda hayatını sürdürmesine neden olan senaryolar.
Bruce Willis ve Brad Pit'in başrollerini paylaştığı "Twelve Monkeys" filmi bir çatırdama sonrasındaki Dünya'da geçmişe dönük bilgi edinme çabalarını anlatıyordu.
Bruce Willis ve Brad Pit’in başrollerini paylaştığı “Twelve Monkeys” filmi bir çatırdama sonrasındaki Dünya’da geçmişe dönük bilgi edinme çabalarını anlatıyordu.

12 Maymun (Twelve Monkeys), Matrix gibi filmlerin örnek olarak verilebileceği çatırdamalar, insanlığın hayatta kaldığı ama eski hayat kalitesini kesinlikle yitirdiği, insan medeniyetinden geriye eser kalmadığı veya kalsa bile bugünkü refahın esamesinin okunmadığı tipteki senaryoları ifade ediyor. Hiçbir insan ölmemiş olsa dahi, ileri bir medeniyet ihtimalinin ortadan kalktığı tipteki senaryolar da bu sınıfa giriyor. Örneğin tüm insanlığın IQ’sunun dramatik bir biçimde düşmüş olduğu bir geleceği konu alan Idiocracy filmi ya da Wall-E adlı animasyon sinemaların içeriğinde anlatılan senaryolar çatırdamalara uygun düşüyor. Örnekler, kaynakların tükenip ekolojik dengenin geri döndürülemez biçimde bozulması, teknolojik ilerlemenin durması, insanların uzaylılarca inşa edilmiş toplama kamplarında yaşamaya başlaması veyahut yüzeydeki bir felaket nedeniyle yer altına hicret etmemiz şeklinde çoğaltılabilir.

  1. Çığlıklar (İng. “Shrieks”): İnsanlığın çok küçük bir kesiminin gelişmiş ve sağlıklı bir medeniyete eriştiği ancak bunun da arzulanan ve istenen oranın aşırı gerisinde olduğu sonucu yaratan senaryolar.

Pek çok distopyanın konu edindiği küresel bir totalitaryenizm doğrudan doğruya bu senaryoya karşılık düşmektedir. Açlık Oyunları, Fahrenheit 451, 1984 gibi eserlerin içerdikleri gibi… Aynı zamanda gelecekle ilgili uçuk fikirleri olası bulduğu yayınlarıyla da bilinen Bostrom, kendini bilgisayara aktarmak ve bilgisayarın imkânlarını kullanmak suretiyle kendini diğer insanlardan çok daha üst bir konuma yerleştirebilecek bir çılgının varlığını ya da bunu bir yapay zekanın gerçekleştirebilme olasılığına bu kategori altında yer vermiş. Yani aslında “Dünya’yı ele geçirmek” gibi bir sonucu hedefleyen ve bunu başarabilen kişi ve azınlıkların yaratabileceği potansiyel sonuçlar “Çığlıklar” olarak sınıflandırılıyor.

  1. Sızlanmalar (İng. “Whimpers”): Gelişmiş ve sağlıklı bir medeniyetin ayağa kalkabildiği ancak onun da yavaş yavaş ve geri döndürülemez biçimde değer verdiğimiz her şeyi yitirdiği veyahut bugüne kadar elde etmiş olduklarımızın çok çok küçük bir kısmına sahip olan bir devlete dönüşebildiği sonucunu yaratma potansiyeline sahip senaryolar.
Steven Spielberg'in yönettiği "Falling Skies" adlı TV dizisinde Espheni insanları kendileriyle ortak bir yaşamı kabul etmeleri için toplama kampları yaratmıştı. Amaç uzun vadede Espheni hegemonyasını kabul etmiş insan toplumu yaratmaktı.
Steven Spielberg’in yönettiği “Falling Skies” adlı TV dizisinde Espheni insanları kendileriyle ortak bir yaşamı kabul etmeleri için toplama kampları yaratmıştı. Amaç uzun vadede Espheni hegemonyasını kabul etmiş insan toplumu yaratmaktı.

Bostrom’un kendisinin de açık bir şekilde tanımlamadığını düşündüğüm sızlanma türü senaryolar, önce bir şekilde işlerin iyi gittiği ancak kötü senaryonun gerçekleşmesi halinde olaylar zincirinin uzun dönemde ve yavaş yavaş insanlığın medeniyetini sona erdirdiği türden senaryolar. Bir şekilde yozlaşma, dönüşme (örneğin uzaylı bir medeniyetle simbiyoz bir yaşam veya onlarla girişilen bir savaşta yavaş yavaş yok edilmek) veya gezegenlerin kolonizasyonuyla beraber kontrolsüz bir şekilde uzaya yayılma senaryoları Bostrom’un verdiği örneklerden.

Bilimkurgu kültlerinden bu senaryoya en uygun düşenin Isaac Asimov’un Vakıf serisi olduğunu düşünüyorum. 25 milyon gezegene yayılmış olan insanlığın dahil olduğu büyük imparatorluğun giderek çökmekte olduğu dönem bir tür sızlanma senaryosudur.  Ya da siberpunk eserleri insanlığın sonunu ya da çok daha kötü çağlarını konu almasa da, teknolojik gelişmelerin yol açtığı yozlaşma, kuralsızlaşma, düzenin bozulması ve insanlığın yaşam kalitesinin yavaş yavaş ve topyekün düştüğü türden –sızlanma senaryosunun gerçekleşme sürecini neredeyse tamamladığı- dünyaları konu edinirler.

 

Peki ne yapacağız?

Nick Bostrom tüm bu felaketleri sınıfladı, örneklendirdi. Peki ne yapılması gerektiği konusunda da bir kaç kelâm etmemiş mi?

Etmiş elbette… Yaptığı sınıflandırma ya da vermiş olduğu uç örnekler bazıları tarafından ciddiye alınmayabilir, ya da komik de bulunabilir, fakat Bostrom’un varoluşsal risklerle ilgili geliştirdiği bakış açısı ve bunların engellenmesine yönelik önerileri önemli.

Her şeyden önce varoluşsal riskler deneme yanılma yoluyla insanlığa deneyim kazandıracak cinsten değillerdir. Gerçekleştiğinde geri dönülemez sonuçlar yaratır. Bu riskleri öngörmeyi ve önleyici faaliyetler geliştirmeyi gerektirir. Mevcut risklere ve geçmiş deneyimlere dayanarak oluşturduğumuz kurumlara, toplumsal norm ve değerlere, mevcut önlemlere de güvenemeyiz çünkü varoluşsal riskler bugüne dek karşılaşmadığımız cinstendir ve hiçbir hazırlığımız yoktur. Tüm insanlığı ilgilendirdiği için de küresel meselelerdir.

Bu nedenle Bostrom’a göre, varoluşsal risklerin ciddi ve detaylı profilleri çıkarılmalı, uluslararası eylem için bir çerçeve programı oluşturulmalı, gerekirse güçlü devletler veya onların başını çektiği birlikler, tıpkı nükleer silahsızlanma programında olduğu gibi, zorlayıcı sözleşmeler oluşturmalı. Hatta teknoloji ayrımcılığı (zararlı teknolojileri engelleyebilen diğer teknolojilere daha fazla yatırım yapılmasını sağlamak, önceliği bu tip teknolojilere vermek) veya spesifik önleme programları (NASA’nın “Dünya’ya Yakın Asteroid’leri İzleme Programı” gibi) desteklenmeli.

Sözün sonu…

Bizler insan ömrüne göre düşündüğümüz için insanın ve ilkel atalarının var olduğu kabaca son bir milyon yıl bize çok uzun bir süreymiş gibi geliyor olabilir, ancak 13 milyar yaşındaki evrenle karşılaştırıldığında son derece kısa bir role sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Hele evrenin kalanına olan etkimiz düşünüldüğünde bu rolün figüranlık mertebesinde kaldığı aşikâr.

Şu an bildiğimiz Dünya dışındaki her yer yaşamamız için elverişli değil. Hem Dünya hem de Dünya’nın dışındaki evren bizler için tehlikelerle dolu. Dinozorlar bu tehlikelerden birine maruz kaldılar mesela. Bizim de kalmamamız için bir sebep yok. Şimdilik şansımız yaver gidiyor.

Kendi ömrümüzle mukayese ettiğimizde kişisel olarak büyük riskler görmesek de, insanlığın tamamı açısından bakarsak her şey gerçekten de “pamuk ipliğine bağlı”.

Mutlu gezegenler…

 

EĞLENCELİK

Aşağıdaki video, Douglas Adams’ın aslında bir radyo tiyatrosu olarak yazdığı ancak beyaz perdeye de aktarılan Otostopçunun Galaksi Rehberi adlı filmden bir sahneyi içeriyor: Dünya’nın komple yok oluşu.

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=G1WomfhjyVM&w=480]

.

NOTLAR:

  • * Girişteki alıntı: TBD 15. Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda ikincilik ödülüne layık görülen Fırıldak adlı öyküden alınmıştır. Öykünün yer aldığı kitap: Galaktik Tiyatro, Entropol Kitap, 2014.

 

KAYNAKLAR:

  • Nick Bostrom, “Existential Risks: Analyzing Human Extinction Scenarios and Related Hazards”, Journal of Evolution and Technology, Vol. 9, No. 1 (2002). (Tam Metin PDF)
  • Wikipedia, Nick Bostrom maddesi.
  • http://www.nickbostrom.com
  • Giriş görseli: http://imgur.com/gallery/uVfs5

 

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tevfik Uyar

Uçak Mühendisi ve Sosyologtur. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını yönetim psikolojisi üzerine gerçekleştiren Uyar, biri popüler bilim, diğerleri bilimkurgu türünde üç adet kitap kaleme almış, üç adet kitabın çevirisini yapmıştır.