Son iki yazımda insanı insan yapan özellikleri, kültür ve genler ikilemi üzerinde incelemeye başlamıştık. Tamamen gen merkezli düşüncelerden, tamamen kültür merkezli düşüncelere kadar geniş bir spektruma göz atmış, insan kültürünü genlerin oluşturduğu bir çerçevenin içinde limitlenmiş bir olgu olarak ele alan biyokültürel antropologlar hakkında konuşmuştuk.
Önümüzdeki iki yazıda ise kartları tam tersine çevirip, insan evrimini kültürel bağlam içinde çalışan bilim insanlarının fikirlerini, her zamanki gibi jargondan kaçınarak, özetlemeye çalışacağım.
Ana sorumuz: Kültürel yapılar insanın biyolojik evrimini yönlendirmiş olabilir mi?
Bu soruyu cevaplamak için kullanabileceğimiz iki metoddan (hızla gelişen antik DNA çalışmalarını saymazsak) ilki dünyada yaşayan insan grupları arasında değişiklik gösteren, ölçülebilir ve teorik olarak biyolojik evrimi etkileyebilecek bir kültürel öğe bulmak ve sonra bu kültürel öğenin hangi genleri etkileyebileceğini düşünmek. İkinci metod ise tam tersi, insan toplulukları arasında farklılık gösteren bir gen bulup, bunu kültürel değişiklikler ile açıklamaya çalışmak.
Bugün size ikinci metoddan bir uyarı maiyetinde bahsetmek istiyorum. Derdimi anlatmak için vereceğim örnek ise, sizin de Bilim-Bilmiyim adlı blogdan yakından tanıdığınız Aysu Uygur’un (@aysuygur) Tabin laboratuvarından arkadaşı Yana Kamberov’un öncülüğünde yapılmış bir çalışma. Özellikle üzerinde durmak istediğim ise, EDAR isimli genin evrimi ile ilgili bu enteresan çalışmanın ve ırkçı ve seksist genellemeleri ile ünlü New York Times köşe yazarı Nicholas Wade’in bu çalışmayı kamuya yansıtma şekli.
Yana’nın çalışmasını ilk defa en havalı genomik çalışmalarının her sene görücüye çıktığı Cold Spring Harbor’da yapılan ‘Genomların Biyolojisi’ (Biology of Genomes) toplantısında dinlemiştim. EDAR uzun zamandır evrimsel genetikçilerin radarında olan bir gendi. Bazı çalışmalar, EDAR genini içinde barındıran genom parçasında gözlemlenen genetik çeşitliliğin genomun diğer kısımlarından istatistik olarak anlamlı şekilde değişik olduğunu bulmuşlar ve bu sıradışı genetik çeşitliliği EDAR genine etki eden doğal seçilim ile açıklamışlardı. Dahası, bu sıradışı genetik işaretlerden bir kısmı görünüşe göre sadece Asya’da yaşayan insanlarda görülüyordu.
Yana’nın çalışması, bu enteresan genom parçasında olan genetik çeşitliliğin arasından tek bir genetik harf değişikliğine odaklanmıştı. Yüzlerce amino asitten oluşan EDAR geninin 370. amino asidi kimi insan kromozomlarında Valin kimilerinde ise Alanin idi. Yana ve çalışma arkadaşları bu küçücük farkın, doğal seçilimle şekillendiğini düşünüyorlardı İnsan dışındaki memeliler bu pozisyonda, aynı bir çok insan EDAR proteininde olduğu gibi, Valin taşıyorlardı. Yana konuşmasının ilk kısmında, Alanin kodlayan insan kromozomlarının kökenini 30-35 bin yıl kadar önce, coğrafi olarak şu andaki Çin’in merkezine kadar takip etmelerini anlattı.
Evrimsel meramını farenin genomunda anlatmak
Daha sonra ise, ancak çok parası olan bir araştırma grubunun alacağı bir risk alarak, halihazırda doğal olarak Valin taşıyan bir fare grubundan bir farenin EDAR genini değiştirip kodladığı proteinin 370. pozisyonda Alanin kodlayan bir EDAR geni ile değiştirmişlerdi. Bu sayede ellerinde genetik olarak birbirleri ile neredeyse aynı ancak EDAR genleri farklı iki fare yaratmışlardı. Bu farelerin arasında kıl kalınlığından, ter bezlerine ve süt bezlerinin gelişimine kadar farklı biyolojik değişikler bulmuşlardı. Hem çevresel, hem de EDAR dışındaki genetik etkenleri kontrol edebildikleri için, çalışmaları bu biyolojik değişikliklerin EDAR proteinin 370. pozisyonundaki küçük farklılıktan kaynaklandığını çok kuvvetli bir şekilde göstermişti. Dahası ter bezlerindeki gözlemledikleri değişimlerin benzerini insanlar üzerinde de genetik farklılık ile ilişkilendirmişlerdi.
Sonuç olarak Yana ve arkadaşları EDAR genindeki çeşitliliğin ve bu çeşitliliğin yarattığı biyolojik değişimlerin insanlar arasında evrimsel olarak ne manaya geldiğini kısaca tartışmışlar ama direk bir sonuca varmaktan kaçınmışlardı. Çünkü, sözü geçen karakterler, özellikle saç kalınlığı ve süt bezi gelişimi ve dolayısı ile potansiyel olarak göğüs anatomisi hem ‘ırk’ hem de ‘cinsiyet’ üzerine kurulan baskıcı söylemler için sembolik biyolojik etmenlerdi. Kanıt olmadan bu konuda varsayımlar yapmak her ne kadar kolay olsa da, kültürel önyargıların ve genlerin birbirleri ile olan ilişkilerine dair çalışmalar, dananın kuyruğunun koptuğu, bilimsel düşünenler ile ideolojik demogogların birbirinden ayrıldığı, derinden seksist ve ırkçı söylemlere inananlar ile kanıtları izleyenlerin ayrıldığı yol ayrımlarından birisi.
Eskimiş ideolojik takıntılar
Gerçekten de, EDAR geninde bulunan bu değişiklik çok vakit geçmeden Nicholas Wade isimli New York Times bilim yazarı tarafından, Asya’lı erkeklerin kalın saçlı ve küçük göğüslü kadınları seçmeleri ile ilişkilendirdi. Nicholas Wade güç sahibi ve kalemi kuvvetli bir yazar ve aynı zamanda dünya çapında bir demagog olduğunu tekrar gösterdi. Wade’in yaptığı biyolojik olarak enteresan bir gözlem üzerinden dayanaksız olarak, kendi önyargıları üzerinden çıkarımlar yapmaktır. Mesela, bu çalışmadaki gözlemlerden yola çıkarak iklime adaptasyon (ter bezleri, kılların dağılımı, vb.) ya da süt üretimi (süt bezleri bağlantısı) gibi bir çok evrimsel çıkarım yapılabilir ki, bu çok normal bir tartışma olacaktır. Hatta seksüel seçilim argümanı da tartışılması gereken enteresan bir açıklama olacaktır.
Ancak bu gen değişikliğinin Wade tarafından tamamen erkeklerin kadınları seçimi üzerine, ak-kara bir düzlemde ve son yüzyılın seksist kadın-erkek tanımları üzerinden açıklanması, Wade’in kişisel inançlarını okurlarının gözüne sokmasından başka bir durum değildir. Wade’in temsil ettiği ve ne yazık ki hem bilim insanları hem de genel halk arasında çokca rastlanan değişik insan gruplarının ve cinsiyetlerin doğası ile ilgili önyargılar kültürel çeşitliliğin genler üzerindeki etkilerini çalışmayı çok zorlaştırıyor. Çünkü ırk kavramından, cinsiyete, belli suçların genetik temellerinden, başarılı insanların davranış şekillerine kadar bir çok konu, genler ve kültürler bağlamında ve ne yazık ki çoğunlukla yavan, önyargılarla dolu ve kafa karıştırıcı şekilde tartışılıyor. Bütün bu tartışmaların içinde bilimsel olarak neyin bilindiği neyin ise tahmin olduğunun ayrımının yapılması genelde okuyucuya kalıyor.
Asıl sorumuza yani kültürel yapıların insanın biyolojik evrimini etkisine dönmeden önce, hem çok ses getiren EDAR gen çeşitliliğinden dem vurmak, hem de Nicholas Wade üzerinden bir uyarıda bulunmak istedim.
Gelecek ay tarımın insan kültürüne ve genlerine etkisi üzerine yazacağım.
Yorum Ekle