“Deli öyle mi? Yaşamın sırrını çözmüş biri deli mi kabul ediliyor?… Ben perdeyi araladım. Bir hayat yarattım. Yaşamdan yaşamın sırrını ele geçirdim. Şimdi beni anlıyor musun? Gitmiş olanların hayatlarından bir hayat yarattım”
– Dr. Von Niemann, The Vampire Bat
Dağınık saçları, kurnaz bakışları, boğazlı önlüğü ve eldivenleriyle çılgın bilim insanı figürüne dünya klasiği romanlarda, dizilerde, sinema filmlerinde, çizgi-romanlarda ve daha pek çok alanda oldukça sık rastladığımız bir gerçek. Özellikle bilim-kurgu türünün olmazsa olmazlarından sayılan bu çılgın bilim insanları Howie tarzı boğazlı önlükleri Almanca’dan devşirme soyadları ve kendilerine özgü aksanları ile kahkaha atan sinir bozucu bir klişeye dönüşmüş durumda.
Aşırı davranışlarla betimlenen kurgu bilim insanları erdemli veya ahlaksız, ayık veya deli olarak farklı kişiliklerde karşımıza çıkmakta; ancak ortak noktalarında bilimi ve teknolojiyi hayallerimizin ötesinde amaçlar için kullanmaları vardır. Çoğu zaman kurgusal teknolojiyi kullanarak tanrı rolüne bürünür ve dünyayı yönetmek veya yok etmek için çalışırlar. Genellikle negatif figürler olarak kurgulansalar da insanlığa hizmet etmek için yanıp tutuşan iyi kalpli olanları da vardır. Bazıları ise aşırı takıntılı tavırları ile iyi amaçlarla yola çıksalar da kötü sonuçlara yol açarak kazara kötü olurlar.
Belirgin olarak bilimsel yöntemi kullananlar ve doğaüstü güçlere (sihir gibi) yönelenler olmak üzere iki farklı temel üzerinde yükselebilen bu figürü öncelikle bir kaç sınıfa ayırabiliriz.
Simyacı
Yaşadığımız dünyada bu kişilerin sözdebilimciler oldukları kabul edilir. Çoğu zaman mucize ilaçlar, sihirli iksirler yapmaya çalışmış zaman zaman ruhani hevesler edinmiş bu kişilere insanlık tarihinde sıkça rastlanmıştır. Bu anlamda gerçek örneklerinden ilhamla ilkel bilim yapan takıntılı, ruhani kişiler olarak kendilerine kurguda yer bulmuşlardır. Dünya edebiyatında önemli bir figür olan Faust, şüphesiz bu sınıfta yer alacaktır. Faust efsanesi farklı şekillerde ele alınsa da hepsinin ortak paydasında bilgi ve doğaüstü güç karşılığında şeytan ile anlaşma yapan felsefi arayış içinde doğanın sırrını çözmeye çalışan bir protagonist görüyoruz.
Ahmak Asosyal Virtüöz
Dalgın profesör olarak kalıplaşmış, insani ilişkilerde garip karşılanan ancak yaptığı işte bir şekilde iyi olmayı başaran kurgu bilim insanı tipidir. En iyi örneklerinden biri yakın zamanda hayatın kaybeden Robin Williams’ın Flubber adlı komedi filminde canlandırdığı Professor Philip Brainard’dır. Brainard duyguları olan sevimli yeşil bir madde üretmeyi başaran sakar, ahmak bir profesördür.
Dahi Maceracı
Fiziksel ya da zihinsel dünyasında maceracı yapıya sahip bu kurgu tipi toplumun bilimsel iyimserlik zamanlarında ortaya çıkar. Genellikle tutkulu mucitlerdir. Geleceğe Dönüş filminden tanıdığımız zamanda yolculuğun mucidi Emmett Brown dağınık beyaz saçları, kurnaz bakışları ve mucit tavrı ile aynı zamanda çılgın bilim insanı figürünün bir parodisi kabul edilir.
Çaresiz Bilim İnsanı
Genellikle keşfi üzerindeki kontrolü kaybettikten sonra çaresizliğe düşen ve sonuçları ile yüzleşmek için kendini soyutlayan bilim insanı tipidir. Bilinen en iyi örneği yarattığı Frankenstein canavarı üzerindeki kontrolü kaybederek kendisini toplumsal ahlak ve etik karmaşa içinde bulan Dr. Victor Frankenstein’dır.
Dünya’yı Kurtarmayı Amaçlayan İdealist Bilim İnsanı
Bilim odaklı bir ütopya kurma ideali ile hareket eder ama çoğu zaman bireysel aşamalarda yetersiz tabanlı bir sistem ile çatışan. En kabul edilebilir kurgu bilim insanıdır. 2001 yapımı Yapay Zeka filmini hatırlayalım. Bir mucit, insanlığın ve dünyanın sorunlarına çözüm bulması amacıyla kendi varlığının farkında olan bir tür yapay zeka geliştirir ve bu yapay zekaya sahip David adında bir robot çocuk filmin başrolündedir.
Bilimin imkanları ile sarhoş olmuş bu dahi bilim insanı karakterlerinin ilk örneği olarak Yunan mitolojisinde mimar, heykeltraş ve mühendis olan Daedalus olarak kabul edilir. Labirentin mucididir. Daedalus da kendinden sonra kurgulanan pek çok dahi bilim insanları gibi yaptıklarının sonuçlarına dikkat etmez. Efsaneye göre Kral Minos’un eşi bir boğa ile yakınlaşmak için Daedalus’tan bir inek kostümü ister. Daedalus, kralın buna kızacağını düşünmeden kostümü yapar ve beklendiği gibi kral tarafından oğlu ile birlikte hapsedilir; ancak kendine ve oğluna birer çift kanat yapan Daedalus ve oğlu hapishaneden uçarak kaçmayı başarır.
Elbette Daedalus’tan modern sinir bozucu bilim insanı karakterine bir sıçrama olmadı. İnsanoğlunun yaşadığı çevreyi anlama, keşfetme arayışında bilimin ilerletici gücüne duyulan gizli hayranlık tarihte pek çok kişiyi cezbetti. Ancak gerek inatçı gerek dahi belki narsist hatta bazen antisosyal kişilikleri ile dönemlerinde öne çıkan ve zaman zaman da çılgın olarak ifade edilen bilim insanları oldu. Faust efsanesi, ortaçağ simyacılarının edebiyata verdiği ilhamlar bir yana modern popüler kültüre doğrudan etkisi olan bir isim Charles Darwin’in dedesi Erasmus Darwin’dir.
18. Yüzyılda yaşayan Erasmus Darwin doktor, şair aynı zamanda botanisttir ve torunu ile asıl ününe kavuşan evrim teorisinin çok temel bazı noktalarını keşfetmiştir. Yazar James A. Herrick’e göre bazı tıbbi çalışmalarında hastalarına var olduğuna inandığı evrensel yaşam güçlerini anlamak umuduyla elektrik şokları veren Erasmus Darwin, Mary Shelley’e Frankenstein’ı kurgulamasında ilham kaynağı olmuştur [1].
Frankenstein romanını 1818’de yazan Shelley, Dr. Victor Frankenstein karakteri ile çılgın doktor figürünün de adeta temelini atmıştır ve türünün ününü bugün bile kaybetmemiş atası sayılmaktadır. Bilim-kurgu ile gotik korku unsurlarını bir araya getiren roman bilimin uçlarındaki etik karmaşıklığını da vurgulamaktadır.
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=Gx3310tUhVw]
Shelley’in yazdığı orjinal Dr. Frankenstein döneminin bilimsel düzeyi nedeniyle modern torunları gibi aykırı betimlenmemiştir. 1931 yapımı Frankenstein filminden alınan bu sahnedeki çılgın bilim atmosferi 1927 yapımı Metropolis filmi sayesinde şekillenmiştir. Ancak bu dönemi incelemeden önce Shelley’in 1818 tarihli romanı sinemaya aktarılana dek geçen süreye kısaca bakalım. Özellikle 1800’lerin sonlarında edebiyat, Victoria döneminde kurgulanan ve kendi üzerinde denediği bir ilaç sonrası geceleri bir canavara dönüşen saygın bir hekim Dr. Jekyll ve bilim-kurgu yazarı H.G Wells’in kurgu bilim insanı, bir adada hayvanları kesip biçerek insansı canlılar yaratmaya çalışan kaçık Doktor Moreau ile tanıştı. Gene bu dönemde Wells’in Görünmez Adam romanından Griffin, kendini görünmez kılan bir bilim insanı olarak sahneye çıktı.
19. yüzyıl biterken çılgın bilim insanı kurgusuna en ilham verici arketip elbette Nikola Tesla idi. Tuhaf tavırları ve döneme göre bir o kadar tuhaf keşifleri ile bir bilim insanı, daha çok bir mucit olarak dikkat çekiyordu. Dünya’ya armağan ettiği alternatif akım bir yana sıradışı icatları ile çılgın sıfatını daha yaşarken almıştı. Sonraları icadı Tesla bobininden esinlenen sinema filmleri bilimsel sahnelerinde bolca elektrik kullanacaktı. Öte yandan Tesla’nın ölüm ışını ve deprem makinesi olarak ünlenen bazı icatları illuminati paranoyalarına bile kaynaklık etti.
Nihayet 1927’ye geldiğimizde sessiz film Metropolis, hem robot hem de çılgın bilim insanı kültürüne önemli katkılar sağladı. Döneminin popüler konularından işçiler ve kapitalizm arasındaki krizleri konu alan filmde Maschinenmensch (Almanca makine-insan) adlı robotun yaratıcısı biliminsanı C.A Rotwang’dır. Rotwang, aşık olduğu ancak kendisini reddederek şehrin yöneticisi Joh Fredersen’e gönlünü kaptıran ve oğlu Freder’i doğururken hayatını kaybeden Hel’i yeniden yaratmak amacıyla bir robot yapar. Ancak Frederson’dan Maria adlı, işçi sınıfı için peygamber rolünü oynayan kadının ölümsüz bir kopyasını yapmak için emir alır ve Maria’yı kaçırarak robotu onun yerine suretiyle onun yerine geçirir. Makine-insanın yapımı sırasında kolunu kaybeden Rotwang siyah eldivenli metal bir protez kullanmaktadır, dağınık saçları ve mizacıyla bir patronun emri altında çalışan ancak kişisel meseleleri olan çılgın bilim insanları figürünün görsel bir tanımıdır.
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=JPYrepCGL-I]
Rotwang’ın laboratuvarı, barok ekipmanları ve tavırları kendinden sonraki pek çok filme (Frankenstein gibi) ilham kaynağı olmuştur. Örneğin mekanik, siyah eldivenli elinin benzerine Stanley Kubrick’in Dr. Strangelove karakterinde rastlıyoruz.
Dünya Savaşlarıyla insanlar kimyasal silahlar, savaşlara hizmet eden bilim adamları ve terör silahları ile tanıştı. Bu döneme kadar bilim-kurgu türü doğal yollarla sonu gelen dünyaya karşı mücadeleyi konu ediniyordu ancak 20. yüzyıl bilim kurgusu insanlığın kazara veya kasten kendi eliyle dünyanın sonunu getirmesini konu almaya başladı. Bu dönemde hatırlayalım Tesla’nın icatları ve Metropolis’ten Rotwang’ın laboratuvar kurgusunun katkısıyla elektrik çılgın bilim insanlarının en temel malzemesi oldu.
20. yüzyılda pek çok düşük bütçeli filmde ve çizgi romanlarda deli bilim insanları, bilimsel düşünce ve teknoloji kullanımına yönelik kaygıları üzerinde topladı. Bu kurgu bilim insanları çoğu zaman anarşik tavırlarda olsalar da bazıları statükoyu destekliyordu ve pek çok kez alaycı bir bakışla kibir, açgözlülük ve sadizme gülüp geçmemize öncülük ettiler. David J. Skal, bir kitabında [2] bu karakterlerin uygarlığın hoşnutsuzluklarının uç bir sembolü olduğunu savunur.
Kurgu bilim insanları yetenek ve zamanlarını normal insanların hayallerinin çok ötesinde örneğin koca bir gezegeni ele geçirmek için sarf ederler. Psikolojik açıdan çılgın bilim insanları genellikle antisosyal kişilik bozukluğu belirtilerine sahiptirler. Kendini beğenmişlik belirgin özellikleridir. Hepsinden öte inatçı ve kararlı kişiliklerdir. Hal böyle olunca gücün, kadınları etkileyeceği; servet ve saygı getireceği gerçeğine sıkıca bağlanırlar.
1900’lerin ortalarında Josef Mengele ve Shiro Ishii gibi gerçek kötü bilim insanlarının aktiviteleri atom bombasının ve biyolojik savaşın keşfi, uzaylı paranoyaları bilime duyulan endişe ve korkuyu körükledi. Bilimin kimin kontrolünde olduğu sorgulandı ve medeniyetin ilerlemesinde bilimin yeri ve etikleri yeniden gözden geçirilmeye başlandı. Stanley Kubrick’in Dr. Strangelove filmi nükleer korkunun en belirgin ifadesiydi. Hiroşima’ya atılan atom bombası sonrası bilim-kurgu türü de köklü değişimler yaşadı. Kurgusal bilim insanlarının yöntemleri değişti. Önceleri elektriği kullanan kötülüğün yeni malzemesi radyasyon olarak değişti. Özellikle Nazilerin ve Amerika’nın dönemdeki tavrı edebiyatı ve sinemayı doğrudan etkiledi. Zamanla izleyici kitlesinin artan bilgi birikimi ve beklentileri ve bilimdeki ilerlemeler ile 1920’lerde zehirli gazlar ve ölüm ışını, 1950’lerde nükleer tehlikeler sonrasında genetik, kuantum mekaniği, biyoteknoloji ve yapay zeka kurgu bilim insanlarının yeni malzemesi, başka bir deyişle silahı haline geldi.
2005’te New Scientist’te yayınlanan ankete göre İngiltere’de 1930 ve 1980 arasında yayınlanan 1000 korku filminde tehlikelerin %39’u bilimsel kaynaklı olup kötü karakterlerin %30’unu çılgın bilim insanları oluşturmaktadır. [3]
Gotik korku romanlarından, 20. yuzyılın ortasının kusurlu bilimine çılgın doktor, deli profesör ya da nasıl ifade edilirse kurgu bilim insanı karakteri en popüler klişelerden birine dönüştü. Bu sayede Geleceğe Dönüş filminden Emmett Brown, Doctor Who adlı dizide Dalek’lerin yaratıcısı Davros’a, Walter Bishop’a, Dahi milyoner mühendis Tony Stark’a ve daha pek çok aykırı, karikatürize bilim insanı popüler kültürde yerini aldı.
KAYNAKLAR
- The Making of the New Spirituality James A. Herrick, 2003
- Screams of Reason: Mad Science and Modern Culture, David J Skal, 1998
- Hollywood’s changing take on the scientist Christopher Frayling, 2005
- Stereotypical views of scientists portrayed in the media, B. Jane, M. Fleer, 2007
- http://en.wikipedia.org/wiki/Mad_scientist
- http://en.wikipedia.org/wiki/Erasmus_Darwin
- http://scienceblogs.com/confessions/2010/12/11/from-the-archives-screams-of-r/
- http://tvtropes.org/pmwiki/pmwiki.php/Main/MadScientist
Son derece ilginç bir konuyu gayet güzel bir yazı ile anlatmışsınız, elinize sağlık. Bu arada Kubrick’ın Dr.Stranglove’nu tek geçerim.