Bu hafta size hem meslek hem de kişisel yaşamınız boyunca tekrar tekrar okuyabileceğiniz bir kitabı tanıtmak istiyorum: Daniel Kahneman’dan “Thinking, Fast and Slow” yani Hızlı ve Yavaş Düşünmek. Kitap uluslararası bir üne sahip olup, yayınlandığı her ülkede çok satanlar listesinde yer almasına rağmen maalesef hâlâ Türkçe’ye çevrilmiş değil. O yüzden kitabı buradaki satırlar elverdiğince kapsamlı olarak tanıtacağım.
Hızlı ve Yavaş Düşünmek, gerçekleri insanın suratına tokatlar atarak gösteren bir kitap. Böyle bir deyim kullandım çünkü günlük hayatımızda farkında olmadan bir sürü karar veriyoruz ve bu karar verme sürecinin nasıl işlediğini anlamayı bırakın bir kenara, ilgisi olmayan sayısız etmenin kararlarımızı nasıl etkilendiğinin farkında bile değiliz. İşte kitabın ana konusu da bu; evrimimiz sonucu doğuştan sahip olduğumuz ve kendimizi bilinçli olarak eğitmediğimiz sürece de bastıramayacağımız, kararlarımızı etkileyen insani zaaflarımız. Kitap, bu zaaflarımız yüzünden olayları nasıl yanlış görüp, bunlardan nasıl yanlış çıkarımlar yapabileceğimizi ve nasıl yanlış kararlar verebileceğimizi örneklerle gözümüzün önüne seriyor. Bu kitap sadece bilimle uğraşanlar için değil, yüksek bütçeli projelerden sorumlu olan kişilerden tutun da hayatında kendi kararlarını vermeye çalışan bir ferde kadar herkes için gerçekten büyük bir kılavuz.
Daniel Kahneman ve kitaba giden süreç
Yazar Daniel Kahneman 1934 Tel Aviv doğumlu bir psikolog ve ana çalışma konusu insanların karar verme ve tercih süreçleri. Diğer taraftan iktisat alanında yaptığı çalışmalar, özellikle davranışsal iktisat (yani sosyal, duygusal ve bilişsel etmenlerin iktisadi sistemlere etkileri) alanının öncülerinden birisi olması Kahneman’a 2002’de Nobel iktisat ödülünü kazandırdı [1,2]. Yazarın hiç iktisat eğitimi almadığını söyleyip bu ödülü kazanabilmesi bizi ilk başta oldukça şaşırtabilir. Halbuki, iktisadın sayılarla örülü bir bilim olmasının yanında, ana temellerinin aslında insan doğası üzerine kurulu olmasını hatırlarsak bu durumun o kadar da şaşırtıcı gelmemesi lazım.
Az önce belirttiğimiz gibi Kahneman bir psikolog ve akademik hayatı boyunca insanların nasıl ve hangi koşullar altında karar verdiğini anlamaya çalışmış. En başından beri farkettiği ve tekrar tekrar vurguladığı şey ise verdiğimiz bu kararların, çevresel ve kişisel etmenlere bağlı olan “önyargılar” sonucu aslında mantıktan ve tarafsızlıktan oldukça uzak olması. Şöyle bir örnek verelim: Komşusunun tarifine göre İsmet “oldukça utangaç ve içedönük, inanılmaz derecede yardımsever, ama insanlara ve gerçekliğe karşı da pek ilgisi olmayan birisidir. Uysal ve tertipli bir doğaya sahip olan İsmet düzene ve yapıya ihtiyaç duymakla beraber detaylara da büyük önem verir.” Bu tanıma göre sizce İsmet’in bir kütüphanede çalışması mı yoksa tarlada çalışan bir çiftçi olması mı daha olasıdır? Tabii ki kütüphane… mi acaba?Eğer kendinizi vermeden düşünürseniz büyük ihtimalle İsmet’in bir kütüphanede çalışmasını daha olası bulacaksınız. Halbuki ABD’deki rakamlara göre erkek çiftçilerin sayısı erkek kütüphane memurlarının sayısından 20 kat daha fazlaymış, ki Türkiye’de bu oranın çok daha yüksek olacağına bahse girerim. Peki kütüphane memurlarına kıyasla eğer bu kadar fazla çiftçi varsa, uysal ve tertipli bir doğaya sahip olan bir kişiyi kitapların arasında değil de tarlada çalışırken bulmamız daha olası değil mi (tabii İsmet kahvede oturmuyorsa)? Burada kütüphane memuru cevabını veren bir kişinin yaptığı hata istatistiksel gerçekleri gözardı edip, soruyu yanlış yorumlayıp, benzerliğe dayalı bir cevap vermesidir. Soruyu tekrar okursanız İsmet’in hangi mekanda çalışmasının daha olası olduğunun sorulduğunu görürsünüz, kişiliğinin hangi meslek karakterine tipik olarak benzediğini değil.
İşte aslında her gün bunun gibi onlarca durumu yanlış yorumlayıp, yanlış kararlar veriyoruz. Bütün bunun suçlusu ise kafamızın içindeki yazılım, yani beynimizin çalışma prensibi.
Kafamızdaki iki düzenek
Kahneman, zihnimizde iki farklı yazılımın yer aldığını söylüyor. Psiklolog Keith Stanovitch ve Richard West’in isim babası olduğu bu yazılımların adı oldukça basit: Düzenek 1 ve düzenek 2.
Düzenek 1 kendi başına ve oldukça hızlı çalışır. Çoğu zaman çalıştığının farkında bile olmayız. Düzenek 1 az enerji ve az dikkat gerektiren zihinsel işlemlerden sorumludur. Mesela, kaşlarını çatıp burnundan soluyarak bize doğru yürüyen birinin az sonra suratımıza bağırmaya başlayacağını “düşünmeden” bilmemiz gibi. Ya da aniden duyduğumuz bir sesin kaynağına odaklanmamız, veya bomboş bir yolda araba kullanmamız gibi (tabii acemi değilsek). Bu tür durumları anlayıp yorumlamamız için büyük bir hesaplama yetisine ihtiyacımız yok. Dolayısıyla, düzenek 1 bizi fazla zahmete sokmadan ve farkettirmeden durumu kontrol altında tutar.
Düzenek 2 ise dikkatimizin büyük bir kısmını, bazen de hepsini gerektiren yoğun zihinsel etkinliklerden sorumludur. Mesela “25×13 kaç eder?” sorusuna cevap vermek gibi. Diğer taraftan 2+2 gibi basit matematiksel işlemler hala 1. düzeneğe aittir. Ayrıca koşu yarışı öncesi fişek sesine odaklanmak, kalabalık ve gürültülü bir odada belli bir kişinin konuşmasını dinlemek, veya dar bir boşluğa paralel park yapmak gibi örnekler düzenek 2’ye aittir. Bütün bu işlemler sırasında dikkatimizi kaybedersek ne olacağını hepimiz biliyoruz. Bu yüzden düzenek 2 beynimiz için oldukça zahmetli ve pahalı bir yazılımdır.
Biz farkında olmadan…
Tercih yaparken ve karar verirken bütün işi düzenek 2’nin yaptığını düşünürüz, ama aslında farkında olmadan düzenek 1 sürekli işin içine girer, çünkü düzenek 1 beynimiz için daha hesaplıdır; bütün dikkat ve enerjimize mâl olmaz. İşte bu sebepten dolayı düzenek 2’nin tam kapasite çalıştığı anlarda bile düzenek 1 tepki vermek için hazırolda bekler. Bir örnek vermek gerekirse, ağır matematiksel işlemler yaparken bize lezzetli ama kalorili bir çikolatalı pasta mı yoksa sağlıklı ve taze bir meyve salatası mı diye sorulduğunda, çikolatalı pastayı seçmemiz daha olası. Zihinsel yükü ağır olan kişilerin istenmeyen tavırlar sergilemesi (ilgisiz eş, aksi patron durumları gibi) yine bu duruma bağlanıyor, çünkü normalde davranışlarımızı da denetleyen düzenek 2 başka işlerle meşgul.
Düzenek 1 yüzünden, daha doğrusu düzenek 1’in 2’ye kıyasla daha hesaplı olması yüzünden gösterdiğimiz başka birçok zaaf var. Mesela, elimizdeki bir yazının okunabilirliği o yazının içeriğini kabul etmemizi kolaylaştırıyor, bir başka deyişle daha az eleştirel düşünüyoruz. Propaganda veya iknâ amaçlı yazıların yüksek kontrastlı (siyah üstü beyaz veya beyaz üstü kırmızı gibi), basit kelimelerle ve tekrarlarla yazılması bu yüzden. Diğer taraftan, önemli bir projeyi tartışırken veya eleştirel düşünmenin gerekli olduğu benzer durumlarda yazılan yazının biraz daha zor okunması avantajımıza olacaktır, çünkü böyle bir durum düzenek 2’yi işbaşına çağırır ve insanı daha skeptik olmaya yani şüpheciliğe iter. Kahneman örnek olarak üniversite öğrencilerine sorulan “beşi beş kuruştan beş yumurta tarzı” sorulardan oluşan bir testi veriyor. Sorular kağıda kolay okunacak bir şekilde basılıp verildiğinde öğrencilerin %90’ı en az bir hata yaparken, aynı sorular daha zor okunacak şekilde basıldığında hata yapan öğrencilerin oranı %35’e düşmüş. Görünüşe göre düzenek 2 çalışmaya başladı mı etkisini birçok yönde gösteriyor.
Kısacası, en mantıklı ve tarafsız kararı verebilmemiz için kendimizi düzenek 1’e karşı bilinçli olarak eğitmemiz ve karar verme süreci boyunca düzenek 1’i mümkün olduğu kadar kontrol altında tutmamız gerekiyor. Şimdi düzenek 1’i suistimal edip, bizi yanlış yöne iten önyargılardan bazılarını ve bunlara karşı alınacak önlemleri görelim.
Küçük sayıların kanunu
İstatistik biliminin amacı, eldeki verileri bir araya getirip, bunları yorumlayıp, kendimize dersler çıkarmamıza yardımcı olmaktır. Ama dikkat edilmezse, istatistiklerden yanlış çıkarımlar yapmak gayet olasıdır. Kahneman dikkatimizi işte burada küçük sayıların büyük etkisine çekiyor.
Küçük sayılarla kastedilen şey istatistik yaptığımız örnek sayısı. Mesela sıkça duyduğumuz, kanserli hasta sayısının patladığı köy haberlerini ele alalım. Bu tür küçük nüfuslu yerleşim birimlerinde sıradışı bir olayın birkaç kez tekrarlanması istatistikleri alt üst etmeye yetecektir çünkü paydamız çok küçüktür. Daha açıklayıcı bir örnek olarak birden fazla para ile yazı tura oynayalım. Bütün paraların aynı atışta tura gelme olasılığı 4 para ile oynayınca %6.3 (½ * ½ * ½ * ½) iken, bu olasılık 2 para ile oynayınca %25’e (½ * ½) çıkacaktır, yani 4 kat daha olası olacaktır. Kısacası, örnek sayımız ne kadar azsa, uç durumları görme olasılığımız da o kadar artacaktır. Bu gerçek bir yana, düzenek 1 de ne kadar uç olursa olsun her durum için uygun bir hikaye bulmaya oldukça meyillidir. O yüzden “kanserli köy” haberlerine veya “1000 kişiye sorulan şok seçim anketlerine” ince eleyip sık dokumadan inanmamak lazım.
Daha şaşırtıcı bir örnek verelim. Bu sefer takip ettiğimiz şey bir hastanede arka arkaya doğan 6 bebeğin cinsiyeti olsun (K=kız, E=erkek). Sizce hangi durum en az olasıdır: KKKKKK, KKKEEE, EKEKKE? Cevap “hepsi aynı olasılığa sahiptir” olacaktı. Burada dikkat etmemiz gereken, iki bebeğin doğumu arasında birbirlerinin cinsiyetini etkileyebilecek hiçbir ilişkinin olmaması. Öyleyse, bütün bebeklerin kız olma olasılığı niye bize çok düşük görünüyor? Kahneman’ın bu durum için açıklaması ise insanın doğası itibariyle neden-sonuç odaklı bir düşünce sistemine bağlı olması. Yani ortada aslında hiçbir neden sonuç ilişkisi yokken bile biz bir şekilde ayrı duran noktaları birleştirip kafamızda bir hikaye kurmaya meyilliyiz. Bu örnekte kafamızdan geçen düşünce büyük olasılıkla şuydu “eğer arkaya 6 kız çocuk doğmuşsa bunun kesin bir sebebi olmalı. Bu anormal bir durum”. Halbuki her şey gayet normal. Birçok durumda neden-sonuç odaklı bir düşünme tarzı aslında oldukça işimize yararken, bazen de tesadüflerle yönlendirilen durumları farketmememize ve bunları yanlış yorumlamamıza yol açıyor.
Zihnimizdeki çapa
Türkiye’de yaşayıp da alışveriş sırasında pazarlık etmeyen herhalde yoktur. Usta bir pazarlıkçı olmasam da, açılış fiyatının çoğu zaman son fiyatı belirlediğini tecrübeyle öğrendim. Bu durumu Kahneman, zihnimizin istemsiz olarak, ortada varolan ilk değere saplanmasına bağlıyor. Bir başka deyişle zihnimiz, açılış rakamına çapa atıyor ve pazarlık bu çapanın çevresinde devam ediyor. İlk veriye saplanma durumu sadece pazarlıklarda karşımıza çıkmıyor. Mesela, size “Gandhi öldüğünde 114 yaşından fazla mıydı?” diye sorup, umuyorum ki, hayır cevabını aldığımda, daha sonra Gandhi’nin kaç yaşında öldüğünü sorsam, vereceğiniz cevap 114 yerine 35 yaş ile sorduğum zaman alacağım cevaptan daha yüksek olacaktır. Aslında size sorduğum ilk soruda verdiğim rakam, siz farkında olmadan düzenek 1’in çapa atmasına ve düzenek 2’nin o rakam etrafında düşünmesine sebep oluyor. Acı ama gerçek.
Gördüğünüz gibi düzenek 2 devredeyken bile düzenek 1’in sağladığı verileri kullandığı için çapa sorunu gerçekten dikkat edilmediği sürece kaçınılmaz bir durum. Bunun yanında, zihnimiz yorgun olduğunda düzenek 1’e daha da fazla itimat ettiğimizden dolayı bu tür durumlara daha kolay maruz kalıyoruz. Çapa sorununu önleyebilmek için düşünme sürecini hem dingin hem de önceden maruz kaldığımız bilgilerden mümkün olduğu kadar arınmış bir zihinle yürütmemiz gerekiyor. Dolayısıyla, hayatınızı yönlendirecek bir kararı akşam işten dönünce değil de sabah uykudan kalkınca vermeniz sanırım daha iyi olacaktır. Kahneman bu tavsiyeden başka, karar verirken, değerlendirme yaparken veya beklentilerimizi belirlerken de kullanabileceğimiz bazı basit araçlar sunuyor. Biraz dikkat ve emek sarfedersek, dış ve iç etmenlerden mümkün olduğunca bağımsız bir şekilde karar ve stratejilerimizi belirlememiz aslında mümkün.Ortalamaya dönüş
Her pazar televizyon ekranlarını işgal eden spor programlarında sıkça duyduğumuz bir hikayedir “büyük beklentilerle transfer edilen ama isteneni veremeyen sporcu”. Peki “istenen” nedir burada? Şimdiye kadar gösterdiği iyi performansın bu sezon yetersiz olması mı? O zaman büyük ihtimalle gelecek sezon her şey yoluna girecektir. Yoksa sporcu, kariyerine çok parlak bir şekilde başlayıp da sonradan bu başarıyı bir türlü yakalayamadı mı? O zaman sporcunun bu sezon gösterdiği performansa alışsanız iyi olur, çünkü bu sporcu eğer gerçekten çok yetenekli ve de çok şanslı değilse o ilk parlak günlerini bir daha kolay kolay yakalayamacak.
Bu kadar emin konuşabilmemin sebebi istatistiksel bir gerçek olan ortalamaya dönüş olgusu. Bu konuda daha önce hem Açık Bilim’de, hem de Yalansavar’da çıkan makaleleri okumanızı tavsiye etmekle birlikte burada da konuya öneminden dolayı kısaca değinmek istiyorum. Ortalamaya dönüş kısaca şunu söylüyor: Eğer sıradışı bir gözlem yaptıysanız, bu gözlem ortalamadan bir sapma olmakla birlikte, kalıcı bir durum değildir. Dolayısıyla, bir sonraki gözleminiz ortalamaya daha yakın olacaktır. Adı üstünde, ortalama bir değer elde edebilmek için ortalamadan hem artı hem de eksi yönde sapmalar gösteren verileriniz olmalıdır. Dolayısıyla bir veriniz ortalamadan ne kadar fazla sapmışsa, diğer verileriniz de onu dengeleyecek şekilde ortalamayı o kadar fazla hedefleyecektir. Ortalamaya dönüş olgusu sadece sporda değil, bilimde, iktisatta, hatta sosyal ilişkilerde bile büyük rol oynuyor.
Orduda ve çoğu zaman iş dünyasında sıkça kullanılan ödül-ceza sistemini düşünelim. Hikaye kurmayı çok seven düzenek 1 yüzünden, gösterdiği yetersiz başarıdan dolayı cezalandırılan bir insanın aldığı cezadan sonra dersini alıp, bir sonraki seferde işini daha iyi yaptığını düşünürüz. Benzer şekilde, üstün başarısından ötürü ödüllendirilen bir insanın şımarıp sonraki seferde bizi hayalkırıklığına uğrattığına inanırız. Aslında cezanın veya ödülün çoğu zaman etkisi yoktur. Bu kişi büyük ihtimalle ortalamadan sapan bir davranış göstermiştir ve sonraki seferde yine ortalamaya yakın bir şekilde davranmaya devam edecektir. Ama biz neden-sonuç odaklı düşünmeyi çok sevdiğimiz için olmayan bağlantılar ve hikayeler kurgularız ve ortalamaya dönüşün burada en büyük rolü oynadığını unuturuz. Ortalamaya dönüş olgusunu artık öğrendiğimize göre etraftaki “ekonomik krizden çıkan ülkenin gösterdiği hızlı büyüme” haberlerini artık doğru yönde yorumlayabiliriz.
Özet
Zihnimizde eş zamanlı çalışabilen düzenek 1 ve düzenek 2 sayesinde yaşadığımız dünyayı ve çevremizdeki olayları sadece algılamakla kalmayıp, bunları anlamlandırıp, yorumlayabiliyoruz. Daha da ötesi, bu kabiliyetimiz sayesinde olması ya da olmaması muhtemel olayları tahmin ederek, hayatımızı yönlendiriyoruz. Yalnız, düzenek 1’i ve düzenek 2’yi doğru ve etkin bir şekilde kullanabilmemiz, yani olayları doğru şekilde yorumlayıp doğru kararlar verebilmemiz için bu iki düzeneğin zayıf ve güçlü yönlerini tanımamız şart. Daniel Kahneman, Hızlı ve Yavaş Düşünmek adlı eserinde bu konuyu gayet detaylı ve çarpıcı bir şekilde işliyor. Daha da önemlisi, Kahneman sıkça karşımıza çıkan ve kolay kolay farkedemeyeceğimiz birçok iç ve dış etmeni ve düşünme yetimizdeki zaafları bize örneklerle anlatmakla kalmayıp bunlara karşı kullanabileceğimiz çözümleri de yanında sunuyor. Ben bu yazıda size bunlardan sadece birkaç tanesini sunabildim. Umuyorum ki, sunulan örnekler sizi de benim kadar etkilemiştir. Daha fazlasını öğrenmek isteyen, mesleğinde ve kişisel yaşamında doğru şekilde düşünüp kararlar vermeyi hedefleyen herkese bu kapsamlı ama öz bir şekilde yazılmış eseri bir kez daha tavsiye ediyorum. Umut ediyorum ki, Hızlı ve Yavaş Düşünmek yakın zamanda Türkçe’ye çevrilir de daha fazla kişi bu kaynaktan faydalanabilir.
Kaynaklar
Kapak resmi: http://www.flickr.com/photos/susievision/2199279712/in/photostream/
- http://en.wikipedia.org/wiki/Daniel_Kahneman
- http://en.wikipedia.org/wiki/Behavioral_economics
- http://en.wikipedia.org/wiki/File:Daniel_KAHNEMAN.jpg
- http://www.flickr.com/photos/via/9674393971/
Elinize sağlık bu tarz yazılarının devamının gelmesi dileği ile.
Yazınızı tamamen okudum.Çok ilgimi çekti.Hemen araştıracağim acaba Türkçe çevirisi var mı diye.Bulamasam artık kendi İngilizcemi kullanarak okumaya çalışacağım. Emeğiniz için teşekkürler.
Çok güzel ve açıklayıcı bir özet. Emeğinize Sağlık, teşekkürler
Güzel makale emeğinize sağlık. Bu bana Stuart Sutherland’in İrrasyonel kitabını hatırlattı. Meraklısına bu tarz konulara başlangıç olarak önerebilirim.
Birkaç farklı siteden kitap ile ilgili bilgiler, düşünce ve yorumları okudum. Buradaki bilgiler de açıklayıcı ve etkili olmuş. Yazıyı hazırlayana teşekkür etmek düşer :)
Şuanda kitap elimde ve pür dikkat okurken sigara molası verdim.kitap hakkında yorum varmı diye araştırırken karşılaştıniz.ozetiniz müthiş herkese tavsiye ederim mükemmel bir eser ve cok net bir kitap
Sayın Murat Çetinkaya’nın emeğine sağlık. Birey, “kendim ve çevremin toplamıyım” der. İster duyularının kendisine sağladığı algıladıklarını yorumlama yetkinliği isterse nedensel ve eleştirel düşünmede edindiği keskinlik bireyi kararlarında her iki yeteneğini ortalamaya dönüş çizgisinde az salınımlı kararlarıyla gösterecektir. Salınım genlininin darlığı her iki yetkinliğinin de gücüne kuşkulu yaklaşması; yani yanılıp yanılmadığını denetleme alışkanlığı edinmiş olmasına bağlı olaracaktır. . Burada belirleyici olan bireyin/kurumun/kuruluşun/toplumun ortalam yetkinlik potansiyeli olsa gerek.