“Uyan ey kadın! Usun alarm çanları tüm evrende yankılanıyor; haklarını bil! Doğanın heybetli krallığını artık önyargılar, fanatizm, batıl inanç ve yalanlar kuşatmıyor. Hakikatin meşalesi bütün aptallık ve kibir bulutlarını dağıttı…”
(Olympe de Gouges)
Bu satırlar, Olympe de Gouges’a ait. Kendisi Aydınlanma Çağı’nın önemli kadın filozoflarından biri. Dizimizin önceki bölümünde Antik Çağ-Rönesans dönemi kadın filozofları ele almıştık. Bu bölümde ise, 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar olan dönem ile devam ediyoruz.
Podcast: Play in new window | Download
Subscribe: RSS
Yeniçağ’ın derin düşünen kadınları:
Özgür düşüncenin tekrar hayat bulduğu Rönesans döneminden sonra başlayan dönem, bilim adına önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu devrin felsefedeki yıldızı, René Descartes’tir. Her şeyden kuşku duyulabileceğini savunan ve “Derin Düşünceler” isimli yöntemi geliştiren Descartes’in düşünceleri kuşkusuz bu dönem kadın düşünürlerini etkilemiştir.
Bu kadın filozoflardan ilki, Margaret Cavendish’tir. 1623-1673 yılları arasında İngiltere’de yaşayan Margaret, soylu bir aileden gelmektedir ancak buna uygun bir eğitim almamıştır. Bu dönemde meydana gelen siyasi olaylar (Kralın idam edilişi) Margaret’in Paris’e sürgüne gitmesine neden olmuştur. Burada evlendiği Mareşal W. Cavendish sayesinde zaman içerisinde felsefe üzerine eğilmiştir. 1660 yılından sonra tekrar İngiltere’ye dönen Cavendish 1667 yılında dünyanın en eski akademisi sayılan “Royal Society of London”ın toplantısına katılan ilk kadın olmuştur.
Cavendish’e göre madde dediğimiz kavram durağan değil aksine canlıdır. Madde, zekâ ve zihin doğaya aittir. Madde kendi içinde değişiklik gösterir, insan ise doğaya aittir ve madde üzerinde yaptırım gücü yoktur. Madde ve insan bir bütünün parçalarını oluşturmaktadır.
İnsanların bütün varlıkların en akıllısı olduklarını zannedenler, diğer yaratıkların doğası hakkında hiçbir şey bilmez ve yetkin bir insanın bile ya zihnine ya da bedenine ait olan mecazi devinimlerin hepsini tanımaz.
(Grounds of Natural Philosophy)
Margaret’e göre insan da nesnel ve duygusal olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Bu iki kısım arasında birbirine hükmetme yerine uzlaşma söz konusudur. Yine ona göre bir tek Tanrı her şeyden bağımsızdır. Tanrı’nın insanlar tarafından kavranamayacağını, bilginin bu noktada sınırlı kaldığını savunur. “Philosophical Letters” “Grounds of Natural Philosophy” önemli eserleridir. Grounds of Natural’da daha net dile getirdiği gibi insan en üstün varlık değildir ve doğa üzerinde egemen olmaya çalışmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Yazıları, ölümünden sonra eşi tarafından yayınlanmıştır.
Bu dönemin bir diğer kadın filozofu; Mary Astell’dir. Mary, bir din adamı olan amcasından aldığı matematik, felsefe dersleri ile kendini geliştirmiş, daha sonra Londra’ya yerleşmiştir. Burada bir arkadaşı ile tuttuğu ev dönemin entelektüel merkezi haline gelmiştir. Mary, dönemin diğer kadın filozofları gibi Descartes’in felsefesini yorumlamanın yanı sıra Locke’un Ampirizm’inden de etkilenir. Bu felsefeye göre bilgi, deneyimler sayesinde kazanılmaktadır. Bu fikri savunan Mary de kadın ve erkeğin sahip olacağı ussal birikimin deneyimler ışığında kazanılacağını söyler. Özellikle kadına yönelik eğitimler düzenlenmelidir, alacağı eğitim, kadının kendisine olan özgüvenini yükseltecektir ama kadın yine de ona göre kamusal görevlerde daha geri planda kalmalıdır.
“Bilgisizlik kötü huylara meylettirir, tersine olarak kötü huylar da bizi bilgisiz bırakır, öyle ki birinden kurtulmamız, diğerinden kaçınmamız gerekir.”
Mary Astell, önyargısız düşünceyi ve kanıtlara bağlı inancı savunmaktadır. Bu noktada Descartes’in düşüncelerini desteklemiştir. Sadece tanrı inancının idrak edilemeyeceğini savunur ve bu inancı bilimden ayrı bir noktada konumlandırmıştır. En önemli eseri, “A Serious Proposal to the Ladies” isimli eseridir. Bu eser yaşadığı dönemde popüler kaynaklardan biri olmuştur.
Bu dönemde son ele alacağımız isim; Anne Finch Conway’dir. 1631 yılında Londra’da doğan Anne, küçük yaştan itibaren yabancı dil öğrenmiş ve felsefi incelemeler ile ilgilenmiştir. 1645’de filozof Henri More ile tanışmış ve onun öğrencisi olmuş, bu sayede Descartes felsefesine de ilgi duymaya başlamıştır. 1670 yılında tanıştığı diğer bir düşünür Franciscus Mercurius van Helmont ile yaptığı felsefe sohbetleri, onun düşüncelerinin daha netleşmesini sağlamıştır. Anne, düşüncelerini kâğıda aktarmıştır fakat ondan geriye sadece “The Principles of The Most Ancient and Modern Philosophy” adlı el yazması kalmıştır.
Conway’a göre de doğa yaşayan bir canlıdır, hükmedilecek durağan bir yapı değildir. Yine ona göre her cisimde bir can vardır. Cisim ve ruh aynı tözden gelirler sadece biçimsel farklılıkları vardır. Canlı olan her şeyde “Monad” adı verilen ilk tözün etkisi vardır. “Monad” birlik anlamına gelmekte, evrenin bütünlüğünü yansıtmaktadır. Fakat bu kavram felsefe dünyasına Conway sayesinde değil, Leibniz sayesinde yerleşmiştir.
17. yüzyılın kadın düşünürlerini genel olarak incelediğimizde, dönemin ünlü filozofu Descartes’in düşüncelerinden yola çıkarak varsayımlarda bulunduklarını söyleyebiliriz. İnsan- doğa ve madde üçgeninde geliştirilen felsefik düşünceler o dönemde değer gören düşünceler olmuştur. Özellikle doğanın insanın hükmedemeyeceği, canlı bir organizma olduğu düşüncesi oldukça önemlidir. Bu döneme ait bir başka dikkat çeken husus da kadınların daha rahat felsefe üzerine çalışmaları, entelektüel dünyada kendilerine daha kolay yer bulmuş olmalarıdır.
Aydınlanan kadınlar:
17. yüzyıldan itibaren gelişen felsefe zaman içerisinde akıl ve düşünceyi, ön yargılardan, ideolojilerden özgür hale getirmeyi savunur hale gelir. 18. Yüzyılın felsefesi (Aydınlanma Felsefesi) olarak tanımlayabileceğimiz bu felsefeye göre din ve tanrı merkezli bir yapı ve düzenlemelerin yeri akıl merkezli bir yapı almalıdır. Kuşkusuz bu özgür düşünce yapısı içerisinde gelişen felsefik sohbetler ve varsayımlar felsefe tarihi açısından oldukça önemli olmuştur. Aydınlanma dönemini iki bölümde inceleyebiliriz; ilk dönem ve romantizm dönemi.
Aydınlanma Çağı’nın ilk dönemindeki kadın düşünürlere ilk vereceğimiz örnek; Marquise Emilie du Chatelet’tir. 1706-1749 yılları arasında Fransa’da yaşayan Emilie du Chatelet, küçük yaşlardan itibaren Latince, İngilizce, İspanyolca, fizik, tarih gibi dersler almış, kendini geliştirmiştir. Genç yaşta evlenmiş olsa da bu durum onu engellememiş, bilim ile ilgilenmeye devam etmiş, özellikle matematik ve fizik üzerine eğilmiştir. Ünlü Fransız aydınlanmacı yazar Voltaire ile birlikte kilise ve devletin ayrılması gibi konularda uzun süre araştırma yapmıştır. Voltaire ile olan yakınlığı ölümünden sonra özel bir ilişki olarak nitelendirilse de yaşadığı dönemde evli olmasına rağmen bu konuda bir sıkıntı yaşamamıştır.
Emile du Chatelet’in en önemli yazısı; “Mutluluk Üzerine İnceleme”dir. Ona göre insan tutkularının etkilerinden kurtulmalıdır. Tutkular insanların yaşamlarını zorlaştırmaktadır, kaçınmak gerekir. Düşünce sadece mantık ile çerçevelenmez, kişinin tutkuları ve iradesi de onun düşüncesini etkileyebilmektedir. Kendini özgün ve eksiksiz bir birey olarak nitelendirirken kendi kararlarını kendi iradesiyle aldığını da savunmaktadır. Birey mutluluğa bu şekilde ulaşabilecektir.
Aydınlanma döneminin diğer bir kadın düşünürü; Olympe de Gouges’dur. Onu ön plana çıkaran özelliği, ilk kez kadın hakları yazan bir kadın düşünür olmasıdır. Ona göre kadın özgür doğar ve tüm konularda erkeklerle eşit haklara sahiptir. Asıl adı Marie Gouze olan düşünür, 1748-1793 yılları arasında Fransa’da yaşamıştır. 1770’de Paris’e gidişinden sonra entelektüel bir çevre içerisinde bulunma şansına erişen Olympe de Gouges, Fransız Devrimi döneminde, kilise, evlilik gibi çeşitli konularda yazılar yazmıştır. Daha çok toplumsal eleştirilere yer verdiği romanlar yazarken zaman içerisinde kadın konusunu ele almaya başlamıştır. “Kadının ve Kadın Yurttaşın Hakları Bildirisi”nde kadınların siyasal ve toplumsal hatta erkeklerle eşit şartlarda olması gerekliliğini açıkça savunmaktadır. Olympe de Gouges’in ölümü de dikkat çekicidir. Düşünceleri yüzünden önce tutuklanmış, sonrasında ise giyotin ile idam edilmiştir.(1793)
Johanna Charlotte Unzer, dönemin diğer düşünürlerine örnek verebileceğimiz bir isimdir. 1725-1782 yılları arasında Almanya’da yaşayan düşünür dönemin çok yönlü düşünürlerinden birisidir. Soylu bir aileden gelen Unzer, ilk olarak şiir çalışmaları ile ön plana çıkmıştır. Sonrasında ise felsefeye yönelmiştir. Bu alanda ilk yayını, “Kadınlar İçin Felsefenin Ana Hatları” isimli çalışmasıdır. Bu eserinde felsefenin ana noktalarını basit örneklerle okurlarına sunmuş, karışık felsefe terimlerini de olabildiğince basitleştirmeye çalışmıştır. Unzer benzer şekilde kendini ifade edebilmek için diğer yazılarına da günlük hayattan örnekler eklemiştir. Ona göre, felsefi düşünce, deneyimlerle ve felsefenin herkes tarafından anlaşabildiği noktada başlıyordu. Düşünür kişi birikimlerini başkalarına da aktarmalıdır, yani felsefenin eğitimsel bir yönü olmalıdır. Unzer dönem dönem ailesel sıkıntıları nedeniyle çalışmalarına ara verse de felsefe üzerine çalışmalarına devam etmiştir.
Aydınlanma Çağı’nın Romantik Kadınları:
18. yüzyılın sonlarına doğru felsefede Romantizm’in etkileri görülmeye başlanır. Romantizm, bir edebi akım olarak ortaya çıksa da felsefe üzerinde de etkili olmuştur. Romantizm kapsamındaki felsefede sadece ussal bilgi yeterli değildir, duygular ve hayaller de önemlidir. İnsan sadece kendi düşünce gücüne bağlı olmamalı, farklı insanlarla birlikte olmalı yani birlikte felsefe yapılmalıdır.
Dönemin romantik filozoflarına örnek olarak vereceğimiz ilk isim; Karoline von Günderrode’dir. 1780 yılında Almanya’da doğan düşünür hakkında ilginç bir durum 26 yaşındayken yaşamına son vermesidir. Bu kısa yaşantısı boyunca yaptığı çalışmalar dikkat çekicidir. Bir dönem eserlerini takma erkek ismi ile yazmış sonrasında ise kendi kimliğiyle devam etmiştir. Günderrode edebi eser üretmenin yanında derin felsefi araştırmalar yapmıştır. Hegel gibi dönemin Alman filozofları üzerine incelemeler yapmıştır. Ona göre insan yalnız bir varlıktır, bu nedenle bir birlik içerisinde yer almalıdır. Dönem dönem kendi içine dönüş yapmıştır, bu dönüşlerde, kendi içinde bir orantısızlık yaşadığından, değişken olduğundan ve kendiyle kavgalı yapısından söz etmektedir. Günderrode, düşüncelerini ifade ederken şiir ve mektuplara yansıttığı hayal gücünden de büyük ölçüde faydalanmıştır.
Romantik kadın filozoflara örnek olarak verebileceğimiz diğer bir isim ise, Rahel Varnhagen’dir. Varnhagen, 1771-1833 yılları arasında Almanya’da yaşamıştır. “Saygın bir Yahudi aileye mensup olan Varnhagen, babasının onay vermemesine karşın Berlin’de kültürlü insanlarla samimiyeti sayesinde eğitimine başlamıştır. Özellikle yabancı dil, edebiyat ve felsefe konularında kendini geliştirmeye çalışmıştır. Napolyon’un Berlin’e girişinden sonra onun için şartlar değişmiştir. Yahudiler’e yönelik yapılan ayrımcılık onun zor günler geçirmesine neden olmuştur, ilginç bir şekilde bir dönem sonra Katolik Hristiyanlığa geçiş yapmış ve evlenmiştir.
Varnhagen’e göre; her şey düşünceye bağlıdır, konular yerine esas olan düşüncedir. Özgür düşünce tüm toplumsal etkenlerden bağımsız olarak gelişmelidir. Felsefe cesur insanların işi olmalıdır, gerçeği arama noktasında korkmamak gereklidir. Varnhagen, felsefe üzerine düşüncelerini aforizmalar, mektuplar ile dile getirmeyi tercih etmiştir, bu yazılarında insanın kavranamaz bir varlık olduğundan söz etmektedir. İnsan sorularla var olmaktadır ve hissiyata sahiptir. Hissiyat insanın içinde vardır ve yine açıklanamaz bir durumdur.
Aydınlanma dönemi kadın düşünürlerini genel olarak incelediğimizde, felsefe üzerine derin incelemeler yapmış, önyargılardan bağımsız olarak varsayımlara ulaşmışlardır. Bu dönemde önceki dönemlere göre daha cesur bir şekilde düşüncelerini dile getirmiş, iç dünya, mutluluk, özgür düşünce üzerine yorumlar yapmış, kadın hakları ve toplumsal yapı eleştirileri üzerine söylemler de bulunmuşlardır.
Buraya kadar 19.yüzyıla kadar olan dönemleri ele almış olduk. Ele aldığımız düşünürler, önceki yazıda da belirttiğimiz gibi düşünürlerden sadece bir kaçıdır. Kuşkusuz özgür düşüncenin şekillenmeye başladığı 17. yüzyıldan itibaren isimleri bilinmese de kadın düşünürler bizim ele aldıklarımızdan daha fazladır. Gelecek ay yazı dizimizin son bölümünde, 19. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemi ele alacağız.
Kaynakça:
GLEICHAUF, Ingeborg. “Kadın Filozoflar Tarihi.” çev. Leyla Uslu. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2007
http://auhf.ankara.edu.tr/dergiler/auhfd-arsiv/AUHF-1996-45-01-04/AUHF-1996-45-01-04-Goztepe.pdf
http://www.sunypress.edu/pdf/61627.pdf
sayin Sinem Doğan yazi icin tesekkürlerimi iletmek isterim.