kitabulhiyel1Kitab-ül Hiyel
İhsan Oktay Anar
İletişim Yayınları, 1996

Size hepimizin yakından tanıdığı yazar İhsan Oktay Anar’ın 1996 tarihli ikinci kitabını bir mühendisin gözünden tanıtmak istiyorum: Kitab-ül Hiyel ya da günümüz Türkçesine kelimesi kelimesine çevirirsek Hileler Kitabı. Aslında gerçek tercümesi Mekanik Kitabı’na denk geliyor ve sanırım bu ikili anlam durumu mekanik biliminin eski İslam alimlerinin gözünde nasıl bir yere sahip olduğunu da bir nebze anlatıyor, zira kitabın ana konularından birisi de mekanik bilimi sayesinde yapılan makinelerin, sahipleri tarafından zorbalık amacıyla nasıl da suistimal edilebileceğidir; yani mekanik aslında doğanın güçlerine hükmedebilmek için yapılan bir “hile”dir.

Kitab-ül Hiyel, İhsan Oktay Anar’ın diğer birçok eseri gibi bilim kurgu edebiyatının alt kollarından birisi olan alternatif tarih tarzında yazılmıştır. Yani kitapta anlatılan olaylar tarihte hiç gerçekleşmemiştir, ama büyük bir inandırıcılıkla ve dönemin koşullarına el verdiğince sadık kalınarak yazılmıştır. Bu eseri ayrıca steampunk tarzı bilim kurguya dahil etmekte de sakınca görmüyorum. Kitab-ül Hiyel’i daha etraflıca anlatmadan önce İhsan Oktay Anar’dan da kısaca bahsetmek gerek. Yazar yakın zamana kadar lisans ve yüksek lisansını felsefe üzerine yapmış olduğu Ege Üniversitesi’nde akademisyenlik yapıyordu, son kitabında artık emekli olduğu yazıyor. Kitaplarındaki tanıtımlara göre ne mühendislik ne de fizik eğitimi almış. Bu çok önemli bir detay çünkü fizik ve mühendislik konuları yazarın birçok eserinin temel taşlarından birisidir. Hele Kitab-ül Hiyel’de bu konular kitabın artık temel direği haline gelmiştir.

 

Osmanlı’nın ilk makine mühendisi: Yafes Çelebi

kitabulhiyel2Kitapta anlatılan fantastik olaylar Padişah 3. Selim zamanında kurgulanmış ve bu olaylar iki ana karakterin başından geçiyor. İlk karakter Yafes Çelebi adında, mekaniğe doğuştan yeteneği olan bir mühendis. Yafes Çelebi önce demirci çırağı olarak işe başlar ve demir dövmeyi öğrenir. Kendisinin ilk özgün tasarımı ise makas benzeri bir mekanizmaya sahip, açılır bıçaklı bir kılıçtır (soldaki resim). Bu sıradışı icadının yaratabileceği rekabetten korkan meslektaşları yüzünden Yafes Çelebi esnaf loncasından kovulup işinden olur. Daha sonra hem yeteneğinin hem de şansının yardımıyla Osmanlı donanmasına bağlı mühendishaneye girmeye başarır. Burada geçirdiği vakit boyunca budasyom, yani potasyumla tanışır ve patlayıcılar konusunda tecrübe kazanır. Ne var ki burada da şansı yaver gitmez ve buradan da kovulur.

Bu noktadan sonra Yafes Çelebi yoluna ya sponsorlar bularak ya da ufak “hilelerle” (misal elektrik yüklü kapasitörler olan leyden şişelerini halka cinli şişe diye yutturarak) devam eder. Görüldüğü gibi Yafes Çelebi kötü bir karakter olmamasına rağmen, yeri geldiğinde bilimi sinsi emellerine alet etmekten de çekinmiyor. Kendisinin hikayede hayata geçirmeye çalıştığı projeleri sırasıyla debbabe (tank), düşahi ve zülkarneyn (karmaşık güzergahlar izleyen, birbirine zincirli top gülleleri), kallab (torpido) ve tahtelbahirdir (denizaltı). Anlatılan bu projelerle yakından alakalı bazı fizik ve mühendislik konuları ise şöyle sıralanabilir: Balistik, momentum, statik, mukavemet, batmazlık, iş-güç-enerji, makine elemanları, kalıp ve döküm işlemleri, ısı transferi, akışkanlar ve hatta elektrostatik. Bu noktada projelerinden örnek olarak torpidoyu yani kallabı inceleyelim.

 

Osmanlı torpidosu: Kallab

kitabulhiyel03 Yafes Çelebi’nin bütün icatları gibi kallab da doğal olarak Osmanlıca bir ada sahip. Torpidonun Latinceden gelen adı, Türkçede sokar balık diye tanımlayabileceğimiz torpido balığından geliyor [1]. İhsan Oktay Anar’ın torpidoya karşılık kallab kelimesini kullanmasının sebebini ise maalesef çıkaramadım, çünkü Osmanlıca’da kallab (l harfi sert okunur) düzenbaz anlamına geliyor ve kalb kelimesinden türemiş. Kalb de değişme, hal değiştirme anlamlarına sahip [2].

Resimde gördüğümüz, kitaptan alınan çizimde kallab 6 temel parçadan oluşuyor. Parça 1 içi patlayıcı dolu bir başlık. Patlayıcı olarak barut veya rum ateşi adlı karışım [3] kullanılabilir. Başlığın ucunda balmumuyla sıvanmış potasyum var, böylece kallab hedef gemiye çarptığı anda balmumu ezilir, potasyum suyla temas edip tepkimeye girer, tepkimenin yan ürünü olan enerji de patlayıcı başlığı ateşler. Kallab suya bırakılınca tahta fıçıcıklar (parça 5) su yüzüne çıkmak isteyecekleri için kallabdan ayrılırlar ve kendilerine bağlı olan kurşun ağırlıkları da (parça 6) serbest bırakırlar. Kurşun ağırlıklar suyun dibine doğru hareket ettikçe iplerle bağlı oldukları makaraları da (parça 3) çevirmeye başlarlar. Bu makaralar da uskurları, ya da modern adıyla Arşimet vidalarını [4] (parça 4) döndürecekleri için kallab da yatay olarak yol alır. Son olarak kallabda içi boş tahta odacıklar var (parça 2). Bunların amacı, Arşimet’in batmazlik prensiplerinden faydalanarak [5] kallabın suyun dibine batmasını engellemek.

Şimdi gelelim kallabın zayıf noktalarına. Kitapta da belirtildiği gibi kallabın menzili makaralardaki ipin uzunluğuyla sınırlı. Çünkü ip ne kadar uzunsa kurşun ağırlık ancak o kadar derine inebilir, dolayısıyla uskurlar da ancak o kadar dönebilir. Tabii bu arada su da yeterince derin olmalı ki kurşun ağırlık ip bitmeden önce dibe dokunmasın, yoksa kallab ilerleyemez. Yafes Çelebi bu sorunu daha sonraki icadı tahtelbahirde (denizaltı) “teorik olarak” hallediyor gerçi.

Bir başka sorun da kallabın doğru yol alabilmesi. Kitaba göre kallab öyle tasarlanmış ki, bulundurduğu içi boş tahta odacıklar sayesinde suya bırakldığında yarım kulaç kadar su yüzeyinin altına iniyor, ama batmıyor. Bu da kallabın toplam yoğunluğunun suyla aynı olmak zorunda olması demek. Otomatik bir denetleme mekanizması olmadan kallabın yoğunluğunu bu derece hassas ayarlayabilmek ve de sabit tutmak zor olmalı. Ama asıl sorun kallabın su yüzeyine paralel gitmesi. Şöyle ki, eğer kallabın toplam yoğunluğu su ile aynıysa, suyun neresine hangi yönde bırakılırsa o şekilde yol almak zorunda. Eğer bırakıldığında düşey düzleme göre eğri yol almaya başlarsa ve de hedef gemi yeterince uzaktaysa, kallab gemiye ulaşamadan ya su yüzüne vuracak demektir ya da dibe.

kitabulhiyel04Kallab için sorun yaratabilecek başka unsurlar da tabii ki bulunabilir, ama benim anlatmak istediğim aslında gerekli iyileştirmeler yapılmadan Yafes Çelebi’nin tasarımlarının ilk denemede çalışabilmesi gerçekten çok zor. Kallab da dahil olmak üzere Yafes Çelebi’nin bütün diğer projeleri bir dizi trajikomik olayı takiben zaten hem teknik hem de bürokratik sebeplerden dolayı başarısızlıkla sonuçlanır. Yine de bana göre önündeki en büyük engel kapıcıdan vezire kadar bütün saray memurlarının her daim rüşvetçi olmasıdır. Zaten Yafes Çelebi’nin maymun iştahlılığı yüzünden de gereksiz gecikmeler sonucu aklı sürekli bir sonraki projesine kayar ve o an üzerinde çalıştığı projesi de hep yarım kalır. Yafes Çelebi’nin bu yarı üretken ve şanssız durumu, teşbihte hata olmazsa, bana biraz da Tesla’nın hayatını anımsatmadı değil. Tesla da devlet yerine Edison’la sürekli bir didişme halindeydi ve Edison da nüfuzu sayesinde Tesla’nın önünü tıkamayı hep başarmıştı [6].

 

Mühendislerin yüz karası Calud

Yafes Çelebi, son hezimeti olan tahtelbahir projesinde geçirdiği bir kaza sonucu işlerini çırağı Calud’a devreder ve mekaniğe tövbe ederek bir kenara çekilir. İkinci ana karakter olan Calud da doğuştan mekaniğe karşı yeteneklidır ama ustası Yafes Çelebi’nin aksine saf emellere sahip bir mühendis değildir. Calud’un amacı sonsuz gücün sırrına vâkıf olmak ve nihayetinde yapacağı dev yılan makinesiyle bir silah tüccarı olup, yaratacağı terörle herkesi önünde dize getirmektir. Calud ilk çalışmalarına çırakken saat ve tabanca tamirciliği ile başlar. Sonra eline yeterli para geçince devridaim makinesi yapmayı kafasına koyar. Yazar bu noktada termodinamiğe kenarından dokunarak böyle bir makinenin yapılamayacağını ve Calud’un termodinamiğin birinci ve ikinci kanunlarına karşı gelmek için nafile bir çaba gösterdiğini anlatır [7]. Kısaca anlatmak gerekirse, devridaim makineleri sınırlı bir enerji girdisiyle sonsuz miktarda enerji elde etmeyi amaçlar. Maalesef bu durum termodinamiğin birinci kanununa aykırıdır, çünkü enerji yoktan var edilemez veya yok edilemez, sadece bir biçimden diğerine dönüşebilir. Dolasıyla bir fiskeyle dönmeye başlayan bir devridaim makinası sürtünme gibi enerji kayıplarından muzdarip olmasaydı bile en fazla bir fiskelik bir enerji üretebilirdi. Tam bu noktada tahmin edileceği üzere devridaim makinaları termodinamiğin ikinci kanununa da aykırıdır, çünkü bir makina çalışırken sürtünme gibi nedenlerden dolayı iş ve enerji kayıplarına uğrar ve en başta girdi olarak verilen enerjinin bir kısmını ısı olarak kaybeder ve entropiye (düzensizlik) dönüştürür. Özetlemek gerekirse Calud’un bir fiskeyle dönmeye başlayacak makinesi eninde sonunda durmaya mahkumdur.

Calud devridaim makinesinin, dolayısıyla da sonsuz enerjinin, ‘fani’ yöntemlerle elde edilemeyeceğini öğrenir ve bunun tek çözümünün iktidar taşını bulmak olduğunu anlar. Yazar bu noktada sayısız hikayeye ve efsaneye konu olan felsefe taşını da hikayenin içine sokarak hikayeye mistik ve felsefi bir hava ekler. Hikaye bu noktadan sonra daha da eğlenceli ama bir o kadar da müstehcen bir hal alarak Calud’un cinsel saplantılarıyla içiçe olan dev yılan makinesini yapmaya çalışmasını ve bu makineyi çalıştıracak enerjinin kaynağı olan felsefe taşını aramasını anlatır. En sonunda Calud da sonsuz hırsının kurbanı olup, makinesini tamamlayamadan hayata veda eder ve bütün işlerini çırağı Üzeyir’e bırakır. Üzeyir’in başına gelenler ise çoğunlukla felsefe ve tasavvuf boyutunda anlatılır ve hikaye Üzeyir’in yılan makinesini ve felsefe taşını bir kenara bırakıp sonunda “kendini” bulmasıyla biter.

 

Sonsöz

İhsan Oktay Anar’ın Kitab-ül Hiyel’i bilimin, felsefe ve mizahla bana göre çok dengeli bir harmanı. Yer yer teknik detaylara fazla giriyor gibi görünse de, teknik konular aslında kitabın temel direklerinden birisi, dolayısıyla bu konuları yüzeysel geçmek sadece kitabı daha boş kılardı. Yazar yine de teknik içeriği dengede tutuyor ve okuyucuyu yormuyor. Bu kitabı beğenenlere yazarın diğer kitaplarından Puslu Kıtalar Atlası, Suskunlar ve Yedinci Gün’ü tavsiye ediyorum, ama bana göre birincilik tacını Kitab-ül Hiyel hakediyor.

Kitab-ül Hiyel kısa ama dopdolu bir kitap. Yine de insan okurken anlatılan makineler hakkında daha fazla bilgi istiyor. Mesela tahtelbahir bir bütün halinde nasıl çalışıyor, ya da çift ve dört gülleli topların karmaşık güzergahı gerçekten de planlandığı gibi mümkün mü? Umarım vakti ve motivasyonu bol Kitab-ül Hiyel severler duruma el koyar ve üç boyutlu animasyonlar ve hesaplamalı modellerle bu güzel esere destek verirler.

 

Kaynaklar

1. http://en.wikipedia.org/wiki/Torpedo
2. http://www.osmanlimedeniyeti.com/makaleler/sozluk/osmanlica-sozluk-k.html
3. http://tr.wikipedia.org/wiki/Rum_ate%C5%9Fi
4. http://en.wikipedia.org/wiki/Archimedes%27_screw
5. http://tr.wikipedia.org/wiki/Suyun_kald%C4%B1rma_kuvveti
6. Zamanın Ötesindeki Deha Tesla, Margaret Cheney, Aykırı Yayınları.
7. https://tr.wikipedia.org/wiki/Devridaim_makinas%C4%B1

Kitaptan resimlerin kullanılmasına izin veren İletişim Yayınları’na teşekkür ederiz.

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kitab-ül Hiyel, fantastik kurgu ve gizem türlerini sevenler için keyifli bir okuma deneyimi sunuyor ama kimi yerlerde kurgunun biraz karmaşıklaştığını da belirtmek gerek.

Murat Çetinkaya

ODTÜ'den makine mühendisi olarak mezun olduktan sonra ABD, Hollanda ve Almanya'da çalıştı. Kendisi şu anda Almanya'da Avrupa Patent Enstitüsü'nde denetçi memur olarak görev alıyor. İlk edebi eseri 2022'de ekitap olarak yayımlanmıştır.
https://www.dr.com.tr/ekitap/tek-yon-biletler