“İbretlik bir hayat öyküsü…” (New York Times)

“Trendleri iyi yakalamayı bilen bir yazarın trajikomik öyküsü.” (Oprah Winfrey)

“O biiiiiiiiiiir makine mühendisi” (Beyazıt Öztürk)

“Yazısını hep geç gönderir ama -tanırım iyi çocuktur-” (Tevfik Uyar)

Kaçak giriş: [ ]  arasındaki yorumlar Kerem Kaynar’ın yazı ile ilgili yorumlarıdır! “ – (Kerem Kaynar)

 

Bir süredir davranış bilimlerinde ve özellikle de endüstriyel psikolojide çok önemli bir konu olan motivasyon teorilerinden bahsetmek istiyordum, ancak buna paralel olarak bir süredir Kerem Kaynar’ın niçin yemek yazıları yazıp durduğu üzerine de düşünüyordum. [ Düşüneceğine arayıp sorsaydın nedenini söylerdim…]  Baktım ki bu iki faaliyeti birleştirebilirim ve başka bir yazar hakkında yazı kaleme alarak Açık Bilim’de de bir ilke imza atmış olabilirim. O yüzden hiç düşünmedim, yaptım. Böylelikle de ortaya bu yazı çıktı. Umarım gerisi gelmez ve misillemesi de olmaz. [ Sen öyle san, sen öyle san… ]

Bu yazımızın konusunun Motivasyon Teorileri mi yoksa Kerem Kaynar mı olduğunu kestirmek güç. Aslında Kerem Kaynar’ın romantik bir aşk hikayesi yazarı mı, bir gurme mi yoksa bir bilim yazarı mı olduğunu kestirmek de güç. [ Üçü bir arada, doyumsuz lezzet ]  Üstelik hiçbir fotoğrafına erişilemediği için profil fotoğrafına koyduğu robotun kendisi olduğunu düşünmek de mümkün olabilir ama bu kadar duygu yüklü yazıları bir robotun yazabileceğine de ihtimal veremiyoruz. [ Robot değil o, Marvin!  Marvin’i tanısaydın motivasyon konusunda asıl onu konu etmen gerektiğini bilirdin. ]

İşte bu yüzden bu yazıda hem Kerem Kaynar’ı analiz edip anlamaya çalışıyoruz hem de okurlarımıza motivasyon teorilerinden bahsediyoruz. Bakalım nasıl olacak! Haydi bakalım rasgele…  [ Balık mı tutuyorsun, hayırdır? ]

Motivasyon Kuramları

Açık Bilim yazarı Kerem Kaynar. İyi bir bilim okuyucusu. Yıl 2011, aylardan Ekim. Açık Bilim Dergisi kurulduğunda Çağrı Yalgın tarafından “bu dostumuz kitap incelemeleri yazabilir” diye tanıtıldı. Böylece kendisine de bir davet götürüldü. [ Evet hatırlıyorum, Caddebostan’da bir yerde buluşmuştuk  Çağrı ile. Çağrı sağolsun, o olmasaydı bugün burada bu cümleyi yazıyor olmazdım. Gerçi NY Times yazarı olabilirdim, kimbilir?]

Sanayi devriminden sonra Dünya oldukça şekil değiştirdi. Devrim Avrupa’da ortaya çıktığı için feodalite ortadan kalkarken diğer yandan yeni bir sanayici sınıfı oluştu. Böylece feodal düzende tarla işleyerek hayatını kazanan aşiret yapılı aileler kentlere göç etti, yalnızlaştı ve artık kentlerde üretim makinalarını elinde bulunduran sınıfın işlerini gören işçi haline geldiler. Ancak ortada adam akıllı bir yönetim uygulaması olduğunu söylemek zordu. Yıl 1880’lere geldiğinde bazı düşünürler “böyle rasgele yönetim olmaz” deyiverdi ve yönetim hareketini başlattılar. Yönetim hareketi savunucularının fikirlerini düzenli hale getirip daha sonra da geliştirerek “bilimsel yönetimi” başlatan kişi hem iktisatçı, hem de mühendis olan Frederick Winslow Taylor’dur. Taylor’un 1911’de yayınladığı yönetim ilkeleri ile işletmeler maliyetlerini 20-30’da birine düşürürken, işçiler de daha çok kazanmaya başladılar. Fakat Taylor’un önemli bir eksiği vardi: Taylorizme göre işçiler rasyoneldir ve onlar da sadece daha çok para kazanmak ister. Onları daha çok –ya da o zaman yeni bir kavram olan: daha verimli- çalıştırmanın tek yolu onlara daha çok prim, teşvik ya da ücret vermektir.

İşte “Klasik Yönetim Teorisi”nin en büyük eksiği budur: İnsanın duygularını dikkate almamak. Bu yüzden önce neo-klasik, sonra modern yönetim yaklaşımları ve en sonunda da postmodern yönetim yaklaşımları ortaya çıkmıştır. İnsanın yönetimin asli unsuru sebebi olması ise bu teoriler “yönetim teorisi” diye anılmaz. Onları adları artık “örgüt teorileri”dir. Örgütler, belli bir amaç için bir araya gelmiş insanlardır. Bu insanların motivasyonları, yani amaç için güdülenmeleri amaca ulaşmanın şartıdır ve motivasyon ne kadar yüksek olursa amaca ulaşmak da o kadar mümkün ve verimli olacaktır.

Motivasyon – türkçesiyle güdü-, bir canlının herhangi bir ihtiyacı gidermesi amacıyla harekete geçmesini sağlayan güçtür. Bu ihtiyacın giderilmesi ise canlıya tatmin getirir. Daha kronolojik olarak sıralarsak, bir ihtiyaç hasıl olur, o ihtiyaç için motive olunur (güdülenilir) ve sonrasında ihtiyacı gidermek için bir davranış gerçekleştirilir, bu davranış amacına ulaşırsa ihtiyaç giderilir ve daha sonrasında da tatmin duyulur. Eğer tatmin gerçekleştirilen bir iş yoluyla elde edilmişse buna iş tatmini denir. Kerem’in Açık Bilim için yazması onun için bir iş olduğu için motivasyonu biz daha çok iş tatmini kapsamında ele alacağız. (Motivasyonun genel anlamı ve  sinirbilimsel mekanizması hakkında harika bir sesli yayına ulaşmak istiyorsanız Bilim Kazanı’nın ilk bölümünü tavsiye ederim: Bilim Kazanı – Bölüm 1: Motivasyon)

Daveti alan Kerem Kaynar, “bakarız” minvalinde bir cevap verdi. [ Aslında sonra unutmuştum ben konuyu, Çağrı “abi başlıyoruz” diye haber vermese aklıma gelmiyordu ] Bu kadar zamandır okuyup duran Kerem’in artık entelektüel kapasitesini paylaşmaya ihtiyacı vardı. [ İhtiyaçtan değil de,  Açık Bilim’in bana ihtiyacı olduğunu düşündüm sadece. ] Çok beğendiği ve takdir ettiği fizikçi Richard Feynman, bildiklerini öğrencilerine ya da halka kolaylıkla aktarabilmesiyle meşhurdu. Kerem niçin böyle bir projede yer almasındı ki? Hem belki kendisi de bir gün meşhur olurdu, olur ya? [ Gene bir bilgi yanlışlığı. Ben zaten meşhurdum. Açık Bilim’den önce 3 kere televizyona, 1 kere radyoya çıkmış ve çeşitli anadolu gazetelerine haber olmuştum. ]

Motivasyon kuramları ikiye ayrılır: Kapsam Kuramları ve Süreç Kuramları. Kapsam kuramları ihtiyacı sadece ihtiyaç duyan kişi penceresinden inceler ve karşılığında ne alındığının motivasyonu nasıl etkilediğiyle pek ilgilenmez. Kapsam kuramlarından en meşhuru Maslow’un motivasyon kuramıdır. İhtiyaçlar piramidi olarak anılan bu kurama göre canlıların ihtiyaçları bir piramit halindedir ve bir kattaki ihtiyaçlar tatmin edilmeden diğer kata geçilmez.

Maslow'un İhtiyaçlar Piramidi (Kaynak: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Yayınları, "Birey ve Davranış" ders kitabı, 2013)
Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi (Kaynak: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Yayınları, “Birey ve Davranış” ders kitabı, 2013)

Abraham Maslow’un 1943 yılında ortaya koyduğu ve kendi adıyla anılan kuramına göre fizyolojik ihtiyaçların (açlık, susuzluk) giderilmesi güvenlik ihtiyacından daha önceliklidir. Aslan riskine karşın otlamaya devam eden geyikler, çölde iken “su mu çadır mı?” sorusuna vereceğimiz “su” yanıtı bundandır. Güvenlik (barınma da bu konuya dahildir) konusu halledilmeden de sevgi arayışına, ait olmaya gerek duyulmaz. İnsan üçüncü basamağı da geçince artık takdir ve saygı görmeye yönelik ihtiyaçlar duyacaktır. Tüm bunları tamamlayınca da artık kendini gerçekleştirecek, hobilerine yönelecek ya da ideallerine ulaşmaya çalışacaktır.

İyi bir işi olan Kerem Kaynar’ın ilk üç basamakla ilgili bir sıkıntısı olduğu düşünülemez. [Şükür, çorba tenceresi kaynıyor medar-ı maişet motoru dönüyor] Ayrıca işindeki pozisyonunun da ona takdir ve saygı ihtiyacını giderecek kadar şey sunduğunu düşünülebilir.  Peki sırada ne var? İlk dört basamaktaki ihtiyaçları giderdiğimize göre sıradaki adıma göre artık yaratıcı ve üretici olmanın sırası gelmiş olamaz mı?  Peki Maslow gerçekten haklı mı hakikaten?  [Bence değil, ama sen anlat bakalım… ] Yoksul olmasına rağmen sanatçı olanlar yok mu?   Ya da kimi insanlar için sevgi ve ait olma duygusu güvenlikten öncelikli gelmiyor mu ki, sırf bu aidiyetin yarattığı tatmin için, ya da kendilerini gerçekleştirmek için yasadışı örgütlere üye oluyorlar?

Neyse. Maslow haklı olsun ya da olmasın, zaten Kerem Kaynar’dan istenen şey o kadar da zor ve matah bir şey değildi: Büyükçe kitaplığından bir kitap seçilip tanıtılması, o kadar. [Kolaysa sen tanıt o zaman. Kitaplığı sana da açayım, istediğin kitabı al tanıt.]  Hem ürünlerini  severek okuduğu, deneyimlerinden çok şey öğrendiği büyük bir yazara olan borcunu da bu yolla ödeyebilirdi.  Bu yüzden ilk sayıda da Richard Feynman’ın “Altı Kolay Parça” kitabı hakkında bir inceleme yazmaya karar verdi. [Burda bir itirafta bulunmak istiyorum: elimi uzattığımda ilk elime gelen kitap o olduğu için bu kitabı seçtim aslında. İki santim sağa kaysaydı elim o yazının başlığı “Vay be Mayk Hammer, sen neymişsin be abi?” olacaktı]

İhtiyaç kuramcılarından Clayton Alderfer, Maslow’un katı hiyerarşisine karşı çıktı ve “Hiyerarşiye bağlı olmadan, herhangi bir ihtiyaç giderildiğinde o ihtiyaca ait güdülenme azalır, ve öncesinde olmayan ya da az olan başka bir ihtiyaca ait güdülenme devreye girer” dedi. İhtiyaçları VİG (İng. ERG) baş harfleriyle anılacak şekilde üçe ayırdı: Var olma, İlişkide bulunma ve Gelişme. Alderfer’e göre bazı ihtiyaçlar var olmaktan kaynaklanır; yani doğuştandır: Yeme, içme, barınma gibi. Var olmaya devam içinse bu ihtiyaçlar devam eder. İlişkide bulunma ihtiyacı ise sosyal ihtiyaçlara karşılık gelir ve insanın çevresindeki diğer insanlarla ilişkileri hem işte, hem de iş dışında tatmine etkide bulunur. Gelişme ihtiyacı ise kişinin kendi kişisel gelişimini, başka bir deyişle yetenek ve kapasitelerini geliştirmesine yöneliktir.

Kerem Kaynar’ın ülkemizde kendisi kadar okuyan birisiyle oturup şöyle hakkıyla bilim ve edebiyat sohbeti yapması kolay değildi, zira böyle birine rastlama olasılığı düşüktü. Açık Bilim yazarlarının kendisi gibi insanlar olabileceğini düşünerek belki de en azından böyle bir grup içerisinde yer almanın güzel bir şey olabileceğini düşündü.  Yazısı hakkında düşünürken derginin diğer kurucusu Tevfik Uyar ile Gtalk üzerinden bir “ilişki” teşebbüsünde bulundu. Daha sonra kendilerinin de okuyup “ne kadar resmiymişiz” diye kahkahalarla gülecekleri sohbetin başlangıcı Rus romanlarını aratmıyor. [ O zaman öyleydi, şimdi ki konuşmalarımızı  buraya kopyalayıp yapıştırsak Bukowski romanları masum kalır ]

Tevfik: Selam

Kerem: Selam, nasılsınız?

Tevfik: Sağolun,sizleri sormalı.

Kerem: Ne olsun, evden çalışan bir insan olarak bilgisayarın başındayım bu saatte :)

Tevfik: Kolay gelsin, evden çalışmak zevkli olsa gerek,

Kerem: sağolun.

… 

Ve nihayet Kerem Kaynar, karar verdiği yazıyı yazıp gönderdi ve ilk sayının yayınlanmasını beklemeye başladı. [ Sanırım bir tek o yazıyı zamanında göndermiştim, vay be. ]

Amerikan Psikolog Frederick Herzberg Maslow’dan ve Alderfer’den farklı olarak özellikle iş tatminine odaklanmış ve 1960’larda iki faktör teoremini ortaya koymuştur. Herzberg’e göre her faktör ya da ödül tatmini, dolayısıyla da motivasyonu sağlamaz. Faktörler ikiye ayrılır: Koruyucu Faktörler ve Güdüleyici Faktörler.

Koruyucu faktörler sadece işi bırakmayı engeller. Mesela ücret sanıldığı gibi güdüleyici bir faktör değil, koruyucu faktördür. Pek çok insan işinden nefret etmesine rağmen sadece ücreti için işinde kalabilir.

Buna karşılık prestij, başarı, bunlara bağlı olarak terfi, tanınma gibi faktörler güdüleyicidir. Bir çalışan, ücreti iyi olmasa dahi prestijli olduğu, ya da başarılı olduğu veyahut tanınmasını sağladığı için işte kalmaya devam edebilir.

Herzberg ödülleri de iki şekilde değerlendirdi: İçsel ödül, dışsal ödül. Dışsal ödül ödülün kendisidir. Para, terfi, prim gibi. İçsel ödül ise dışsal ödülün kişideki yansımaları ya da kişinin amaçlarına hizmetidir. İstediği bisikleti satın alabilmesi, başarılı olduğu hissi, prestij gibi…

(Bu kısım birazcık kurgudur…) Kerem Kaynar ilk yazısından sonra banka hesabını kontrol etti. Baktı ki herhangi bir hareket yok. Bekledi ve iki gün sonra tekrar kontrol etti. [ Kurgu olduğu buradan belli zaten. Benim banka hesabımı muhasebecim kontrol edip bana günlük döküm veriyor, ben bakmam öyle işlere ] Yine yok. Anladı ki bu yazı çizi işlerinde ekmek yok. Bu durum biraz canını sıkıyordu ama öte yandan Açık Bilim’in yeni bir bilim dergisi olarak bilim çevrelerinde oldukça beğenildiğini görüyordu. Baktı ki, başarılı olmaya aday bir dergiye bir tuğla koymuştu Kerem Kaynar. Tevfik Uyar ile bir önceki konuşma kadar yumuşak geçmeyecek bir konuşma yapmaya kararlıydı ama “Dur bakalım, iki üç sayı daha yazalım, eğer hiç gelirim olmazsa giderim, köle miyim ben arkadaş” dedi. [ Aslında yazmayacaktım 3 sayı bile ama Çağrı bana “Abi sen yaz, ben zaten Tevfik’in ayağını kaydıracağım sen bana bırak” demişti. Doğru mu Çağrı? ]

McClelland diğerlerinden farklı olarak ihtiyaçların kişinin kendisinde var olduğunu değil, öğrenmeyle edinilebileceğini öne sürer. McClelland da ihtiyaçları üçe ayırmış, bunları başarı ihtiyacı, ilişki ihtiyacı ve güçlülük ihtiyacı olarak sınıflamıştır. McClelland’a göre insanların kendi meslek alanlarındaki mükemmeliyetçi tutku ve duygularının ardında başarı ihtiyacı saklıdır ve başarı güdüsü toplumu ve bireyi en çok etki altında bırakan güdüdür.

Açık Bilim’in okunurluk ve bilinirlik düzeyi giderek artarken Kerem Kaynar da Açık Bilim’in okunan yazarları arasındaki yükselişini sürdürüyordu. Yazarlık işini iyi başardığını düşünen Kerem Kaynar, 14 Şubat Sevgililer Günü münasebetiyle Şubat 2012 tarihli 4. sayı için Richard Feynman ile karısı Arlene Greenbaum arasındaki efsanevi aşkı anlatmaya karar verir. Bu yazı sıkı bir edebiyat okuyucusu olan Kerem Kaynar’ın bilim yazarlığı yanısıra edebi yazarlık kabiliyetlerini de ortaya koymasını da sağlar, “Bu bir sevgililer günü yazısıdır” cümlesiyle başlayan “Adresini Bilmiyorum Sevgilim” adlı yazı patlama yaratır. Derginin o güne dek en çok paylaşılmış, tıklanmış ve okunmuş yazısı olur. Hatta aylarca da liste başından düşmeyecektir. [ Şaka bir yana, yazarken en keyif aldığım ve hala bende özel bir yeri olan yazıdır bu. Sadece bu yazıyı yazmış olmak için bile bu dergide yer almış olmak benim için mutluluk verici ]

Görüldüğü gibi kapsam kuramları kişilerin güdülenmelerine karşılık ne aldıkları, böylece sıradaki güdülenmelerinde daha önce aldıklarının ne gibi etkileri olduklarıyla ilgilenmez. Yani kapsamları biraz daha anlıktır. Oysa süreç kuramları öyle değildir ve ihtiyaç-güdülenme-tatmin eksenindeki durumun, sıradaki güdülenmeye ne gibi bir etkide bulunacağını da dikkate alır.

Süreç kuramlarından en çok öne çıkanlarından birisi 1960’larda Victor Vroom tarafından geliştirilen “Ümit Kuramı”dır. Vroom kişinin bir davranışı karşısında beklediği şekilde ödüllendirilmediği ya da ödüllendirilmeyeceği beklentisinin  bulunduğu durumlarda güdülenmenin olumsuz etkilenebileceğini ileri sürmüştür. Bunun tersi de geçerlidir: Kişinin beklediği ödülü alacağı ve ödülün büyüklüğü düşüncesi onun ne kadar güdüleneceğini belirler!

Sevgililer günü yazısıyla patlama yaratan Kerem Kaynar, sevgililer günü gibi özel günlerin kaymağını yiyebileceğini farkedince, Vroom’un beklenti teorisine uygun olarak, büyük bir zevk ve şevkle 8 Mart Kadınlar Günü’nü listesine almıştır. [ Vroom kim bilmiyorum ama sallamış. Ben özel günlere ait yazı listesini saygıdeğer editorya kuruluna taa ocak ayında bildirmiştim ] Böylece Mart 2012 tarihli Açık Bilim sayısına “Gökyüzü Kadınlarındır” isimli bir yazı yazmış, yine derginin en çok okunan yazısını yazmayı başarmıştır. Muhtemelen “İyi ki şu özel gün ve haftalar var” diyen Kerem Kaynar, nihayet Haziran’da “Babalar Günü”nü kullanacak, daha sonra da 2013 Şubat’ta da tekrar Sevgililer Günü’nü kendi hırsına alet edecek  ve yeterli tatmini elde ettikten sonra bu davranışına bir son verecektir. [ Seneye gelme gene, “Abi bir sevgililer günü yazısı daha. Hadi abi, çok tutuyor bu tür yazılar.“ diyerek. ]

Süreç kuramlarına en büyük katkı B. F. Skinner’dan gelmiştir. Yazının başında bağlantısını vermiş olduğumuz Bilim Kazanı adlı programda da anlatıldığı üzere, canlıların herhangi bir davranışı göstermesi karşısında aldığı ödül, o davranışın pekişmesine neden olur. Skinner, Pavlov’un meşhur köpeğiyle birlikte ortaya koyduğu “şartlanma” durumuna böylelikle farklı bir bakış açısı getirmiş, dolayısıyla eğitim bilimlerinde önemli bir yeri olan teşvik hususunda da çığır açmıştır.

Kerem Kaynar için ilk etapta  “ödül” kavramı okunma sayısına karşılık geliyordu. [  E söz verilen para verilmeyince ne yapayım? ]  Bir süre sonra özel gün ve haftalar da tükenince Kerem Kaynar biraz gerilere düşmeye başladı. [ Gene bilgi hatası: “Pan Am da olsa gülümse bana” – “ Yıldızlı Prag Baharı” – “İngiliz hasta Türk hemşire” -” Bir ihtimal daha var kedicik” gibi yazıların ne kadar okunduğundan neden bahsetmiyorsun? ]  Açıkçası ödüle bu kadar alışmış birisi için bu biraz sıkıntılı bir süreçti . Bir süre sonra Teoman’ın müziği bırakması gibi, Kerem’de de yazmayı bırakmak gibi bir etki yaratma riski vardı!  [ Teoman’dan gelsin o zaman: “ bazi yalanlar güzel  / bazi gerçekler aciymis ]

 Yeni bir patlama yapmak gerekiyordu. Artık okunma sayısı Kerem’i tatmin etmiyordu, çünkü daha geçenlerde bir köşe yazarı Kerem’den övgüyle bahsetmiş, zaten yüksek olan egosunu biraz daha yükseltmişti. İşte tam olarak da bu ödülün devamlılığını sağlamak gerekiyordu! Kerem istatistiklere şöyle bir göz attı: 2012 Aralık sayısında yazmış olduğu “Kek Kabartmak Bir Bilimdir” hem bilim okurlarının hem de ev hanımlarının, yani çok daha geniş bir kitlenin dikkatini çekmişti. Twitter paylaşımlarını da kontrol eden Kerem Kaynar yeni madeni keşfetti! [ Sağlam maden ama, daha sırada dolması, mantısı, pilavı vs var.  Geçinip gideceğiz işte böyle ]

Motivasyon yaşam kaynağımızın ta kendisidir ve aslında nereye baksanız konuların bir şekilde motivasyonla ilişkili olduğunu görürsünüz:

Depresyon hastalığı bir çeşit motivasyonsuzluktur. İşimizi yapmaktan zevk almıyorsak aslında şartlar ya da işin doğası bizi motive etmiyordur. Sevgiliniz size çiçek almıyorsa bu davranışı pekiştirmediğiniz içindir, çocuğunuz ders çalışmıyorsa bir ödül beklentisi yoktur… Kısacası bir tutum ya da davranışın kaynağı güdüdür, güdülenme ise davranışın gerçekleşmesi için gerekli güçtür.

Kamuya yönelik bir platformda yazmayı güdüleyen şey elbette ki okunmaktır. Her yazar okunmak, okunma yoluyla bildiklerini, düşündüklerini okurlarına aktarmak ister. İşte biz de tam olarak bu yüzden Kerem Kaynar yemek yazıları yazmaya başlayınca Twitter’den ev hanımı ve manken görünümlü 300-400 sahte hesap açarak kendisinin yazılarını paylaştık, güzel güzel yorumlar yaptık. Böylece de onu yemek yazıları yazmak konusunda güdülemeye devam ettik. [ Ne? Yani Angelina benim tarifimle kek yapıp, fotoğrafını bana özel mektupla beraber göndermedi mi gerçekte? Brad’den boşanacağı yalan mıymış? Boşuna mı taksite girdim salon takımları için? ]

Kerem Kek’ten sonra yumurtaya, yumurtadan sonra sufleye, sonra da sırasıyla çaya, kahveye el attı. Bu sayıda da Çikolata hakkında bir yazı yazarak ev hanımlarından bekâr genç kadınlara doğru bir seyir izleyeceğini tahmin ediyoruz. Yeni sahte hesaplarımız hazır. Haydi Kerem! Seni bekliyoruz!

[Angelina, bu yazıyı okuduysan lütfen gene yaz. Köşe takımımız çok güzel, istediğin orta sehpayı da alacağım söz. ]

Kaynaklar:

 

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Bu tarzı çok tuttum! Biraz radyo programlarınıza benziyor. Belki ileri ki bir sayıda tersi denenir; yorumlar Tevfik beyden, yazı Kerem beyden gelir.

  • Angelina bu yazıyı okuyunca dayanamadı, kanser olup Kerem’in yazılarından mahrum kalmaktansa memeleri aldırırım dedi :)

  • YAZAN:AKRABA
    Sayın Tevfik Uyar Merhaba,
    Bu notu “Açık Bilim” tarihine not düşmek gerektiğini düşündüğüm için yazıyorum. Kerem Kaynar yalnız iyi bir yemek yazarı değildir,o yazdığı yemekleri de birebir anlattığı lezzette yapan ve bu becerisiyle de kendisini yakın çevresine alkışlatan bir insandır.(Fiziksel olarak alkışlanmanın insan için nasıl bir motivasyon yarattığını bilemiyorum.Ben lise ikiden terk ve Evrak Kayıt Memurluğu’ndan emekli bir insanım.Davranış Bilimi üzerine doktora yaptığınıza göre bu durumu siz daha iyi değerlendirirsiniz diye düşünüyorum) Tarihe düşmek istediğm nota gelince:Kerem Kaynar Mayıs 2013 sayınızda yayımladığınız :”Çikolata:Tanrıların Yiyeceği” başlıklı yazıda anlattığı ve resmini koyduğu Brownie’yi aynı ay içinde doğum günü olan babası için yaptı. Ve hiç üşenmeden yaptığı o güzel Brownie’yi İstanbuldan İzmir’e babasına doğum günü hediyesi olarak getirdi.(Ben yakın akrabaları olmakla birlikte Kerem’in ailesine ancak özel günlerde uğrarım.İstanbuldan doğum günü hediyesi olarak gelen Brownie’yi de, babasının doğum gününü kutlamak için uğradığımda gördüm.Babasının; “İnsan bunu mu getirir,hiç olmazsa yazlık bir tişört alsaydın” diye sızlandığını, sonra da gelen Brownie’den kimseye zırnık vermeyip “O benim doğum günü hediyem” diyerek tek başına yediğini özel hayatlarını deşifre etmemek için uzun uzun yazmıyor, izninizle “Açık Bilim” Tarihi için bu küçük notu arz ediyorum. Selam,sevgi ve saygılarımla.

Tevfik Uyar

Uçak Mühendisi ve Sosyologtur. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını yönetim psikolojisi üzerine gerçekleştiren Uyar, biri popüler bilim, diğerleri bilimkurgu türünde üç adet kitap kaleme almış, üç adet kitabın çevirisini yapmıştır.