İstediğince yalın görünsün göze

Kuşkuyla bakın en küçük olaya bile!

Sınayın gerekli olup olmadığını,

Hele “alışılagelmiş” türden ise!

Açıkça istiyoruz şunu sizden:

Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni!

Çünkü artık hiçbir şeye doğal denmemeli;

Şu kanlı kargaşanın, şu düzenli geçinen düzensizliğin,

serserice başına buyrukluğun ve insanla ilintisini yitirmiş

insanlığın egemen olduğu dönemlerde kimse demesin:

Doğaldır bu olup bitenler; böyle denmesin ki.

Her şeyin değişebileceğine inanılsın.

Bertolt Brecht

 

Okuduğunuz satırlar ünlü bir şaire ait… Bir dönemin ünlü Alman şair ve oyun yazarı Bertold Brecht’e… Materyalizmi anlatan bir kitabın girişini süsleyen bu satırların hala güncelliğini koruduğunu görünce özellikle yer vermek istedim.

Materyalizm diğer adıyla Maddecilik, onunla iç içe geçmiş Marksizm… Bu kavramları duyduğumda aklım hep lise yıllarıma gider. Dönemin eylemci arkadaşlarından duyduğum, kendime göre yorumlamaya çalıştığım bu kavramların yerine oturması ancak üniversitede ders konusu olarak karşıma çıkınca gerçekleşti. Peki, nedir bu materyalizm? Marksizm ile bağı nedir? Materyalizm her şeyden önce “Pozitivizm” gibi bir felsefe akımıdır ve oldukça geniş bir konudur. Okuyacağınız bu yazıda, felsefi bir akım olarak materyalizmi ele alıp, Marx sonrası materyalizminden de kısaca bahsedeceğiz.

Materyalizmin birçok alanda kullanılan farklı anlamları vardır. En yaygın bilinen anlamı, “tüm gerçekliğin sadece maddeden oluştuğu inancı”dır. Felsefi olarak ise, bir dünya anlayışını ifade eder; belli ilkelerden hareket ederek doğa görüngülerini (duyularla algılanabilen her şey) ve bunun doğal sonucu olarak toplumsal yaşamın görüngülerini anlama ve yorumlama tarzıdır.

Materyalizm denildiğinde çoğumuzun aklına Marx ve Engels gelse de onların döneminden çok önce de var olan bir kavram olduğunu belirtebiliriz. Materyalizm tarihine ilişkin kaynaklarda karşımıza iki dönem çıkar, bunlar;

1. Antik dönemden Marx ve Engels’e kadar olan dönem (Premarxiste)

2. Mark ve Engels’in materyalizminden günümüze kadar olan dönemdir. (Marksist materyalizm)

Kısaca bu dönemlerden söz edelim,

1. Antik dönemden Marx ve Engels’e kadar olan dönem:

Materyalist felsefenin kökeni, M.Ö. 6. yüzyıl Antik yunan felsefesine kadar gitmektedir. Dönemin ünlü düşünürleri sayesinde materyalizm büyük ölçüde şekillenmiştir. Tarihsel sıralama içerisinde bu düşünürleri ve materyalizmin gelişimini kısaca ele alalım.

M.Ö. 6. yy.’da yaşayan Heraklitos ilk bahsedebileceğimiz düşünürdür. Heraklitos’un öne sürdüğü Logos materyalizmin ilk fikirlerini oluşturmaktadır. Peki Logos nedir? Bunu kısaca şöyle açıklayabiliriz; doğal olaylar yalnızca bir maddi kaynağa dayanmaktadır, bu kaynak “ateş”tir. Bu ateş de sonsuz, başlangıcı olmayan bir dünyayı yaratan Logos’tur. Heraklitos’a göre dünyada karşıtlıklar vardır ve bu karşıtlıklar doğadaki her şeyin oluşumuna katkı sağlamaktadır.

Maddecilik üzerine eski ve etkileyici diğer yorumlar, M.Ö. 5. yy.’da Demokritos ve Leucippos tarafından yapılmıştır. Leucippos, Atomizm’in kurucusudur. Uzay boşluğunun varlığını iddia eden filozof, küçük olmaları nedeniyle görülemeyen sonsuz gerçeklerden söz etmiştir. Yine ona göre, tüm maddeler de sayısız atom parçalarından oluşmakta, maddeler arasındaki farklılıklar ise, atom sayılarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır.

M.Ö. 5 y.y’da yaşamış olan filozof Leucippos’un temsili fotoğrafı

Leucippos’un atom teorisini genişleten, Demokritos (M.Ö. 460-370), parçaların bölünmezliği (ad infinitum) üzerinde durmuştur. Uzay boşluğu, doğanın sonsuzluğu üzerine araştırmalar yapmıştır. Gereklilik kuralından söz etmiş ve bunu hepimizin aşina olduğu kavramlar, “Etki-Tepki” (Impulse – Reaction) ayrımına dayandırmıştır. Ona göre dünya sayısız atomdan oluşmaktadır, benzer şekilde insan ruhu da vücut ateşinin küresel atomlarından meydana gelmiştir.

Leucippos ve Epiküros’un savundukları bu Atom Teorisi Sokrates ve Aristotales tarafından reddedilse de M.Ö. 1. yy.da Romalı Lucretius tarafından bir süreliğine tekrar canlandırılmıştır. Lucretius “Doğa’nın Evrimi” isimli kitabında dünyanın atomik yapısını bu düşünceler doğrultusunda ele almıştır.

M.Ö. 3. yy.’da yaşayan Epiküros materyalizmi ele alan diğer bir filozoftur. Epiküros, evrenin iki parçadan oluştuğunu, bunların, madde ve maddenin içinde hareket ettiği boşluk olduğunu savunmuştur. Demokritos’a benzer şekilde, bir yaratıcının varlığını reddetmiştir. Ona göre sonsuza dek var olan atomlar mevcuttur ve tüm fiziksel olaylar bu atomlara bağlı olarak gerçekleşmektedir. Ruh ve beden de atomlardan oluşmakta, öldükten sonra bu atomlar dağılarak yok olmaktadır.

Yunan felsefesinin bu materyalist görüşleri tahmin edersiniz ki Hristiyanlığın ortaya çıkış ve güçlenmesiyle bir dönem geri planda kalmıştır. Materyalizmin ruhu inkâr etmesi, kilise tarafından açıkça kınanmıştır. İdealizmi temsil eden Aristotales’i destekleyen kilise için materyalizmi savunmak anlamsızdır. Ama buna rağmen materyalizm, üzerinde çalışılan bir konu olmaya da devam etmiştir.

M.S. materyalizmin gelişimini ele aldığımızda, ilk olarak Pierre Gassandi’den söz edebiliriz. Gassandi de Atomizm ile ilgili araştırmalar yapmıştır. Ama onun savunduğu fikirler gerek tepki çekmemek gerekse Atomizm’i kabul ettirmek amaçlı değişikliğe uğramıştır. Ona göre evet, atomlar vardır ama bu atomlar tanrı tarafından yaratılmıştır.

Bacon da yine materyalizm tarihinde ismi geçen bir diğer düşünürdür. Doğa deneyine dayanan bilim, onun gözünde gerçek bilimdir ve fizik gerçek bilimin en soylu bölümüdür. Skolastik düşünceye karşı çıkan Bacon için, fikirlerin nereden geldiği sorusu önemlidir. Ona göre fikirler sadece görülenler ve dokunulanlar üzerine şekillenebilir, fikirleri tanrı yapmamıştır. Bacon’un savunduğu fikirler İngiliz materyalizminin simgelerinden biri haline gelmiştir.

17. yy.’a geldiğimizde materyalizm konusunda ünlü isimler karşımıza çıkmaya devam eder, Gottfried Leibniz ve Thomas Hobbes. Leibniz, çok yönlü bir Alman filozofudur, matematikçi ve aynı zamanda da tarihçidir. Onun materyalizmine göre var olan her şey maddesel ve fizikseldir. Gerçeklik üzerine yaptığı araştırmaları bu temel üzerinde şekillendirmiştir.

Hobbes ise, Aristotales felsefesi ve skolastik düşünceye karşı durmuştur. “Leviathan” isimli eserinde şöyle der:

“Evren tamamen gerçektir, gerçek olan her şey maddedir, madde olmayan gerçek değildir.”

Hobbes’e göre uzay denilen bir boşluk vardır ve bu boşluk, görünemeyen ve dokunulamayan “Eter”den oluşmaktadır.

Fransız materyalist düşünür Paul Henri baron d’Holbach’ın temsili görseli

Diğer bir materyalist düşünür; Paul Henri baron d’Holbach’ da Fransız materyalizminin gelişimine katkı sağlamış, materyalizmin yanı sıra ateizm ile ilgili de çalışmalar yapmıştır. 1770 yılında yayınlanan “System of Nature” adlı eserinde tüm gerçekliğin maddenin hareketi ve dağılımına bağlı olduğunu savunmuştur. Aynı eserde insanların da birer makine olduklarını ve özgür iradeye sahip olmadıklarını belirtmiş, dinle dalga geçmiş, bu nedenle tepki de çekmiştir.

Sonraki dönemlerde Marx ve Engels için önemli bir isim haline gelecek olan Ludwig Feuerbach de materyalist düşüncenin temsilcilerindendir. Ona göre akıl, maddenin bir ürünüdür, hatta en yüksek ürünüdür. Materyalizm insan özünün ve bilginin temelidir. Tanrının özündeki giz, insanın özünde gizlidir.

Bu dönemde materyalist felsefenin gelişime dolaylı olsa da katkıda bulunan bir isimden daha söz etmek gerekir ki bu kişi, Descartes’tir. Descartes skolastik anlayışın karşısında durarak insanın dine ister inansın ister inanmasın akıl yoluyla gerçeğe ulaşabileceğini savunmuştur. Materyalist bir bilimi savunurken aynı zamanda idealist yönünü de korumaya çalıştığını söyleyebiliriz. Bu çelişkili durum nasıl olabilir derseniz, şöyle açıklayabiliriz:

Hayvanlar üzerine yaptığı araştırmalarda onların sadece kas ve etten oluşan maddeler olduğunu savunmuş fakat söz konusu durumun insan için aynı olmadığını belirtmiştir. Çünkü insanın “Ruh”u vardır. Buna benzer fikirleri hem materyalist felsefeyi hem de idealist felsefeyi beslemiştir.

Yukarıda filozofların düşünceleri ve çalışmaları ile açıklamaya çalıştığımız 18. yüzyıla kadar olan dönem, genel olarak antik çağdan gelen fikirlerin gelişimine dayanmaktadır. Bu dönemde gelişen materyalist fikirlerin büyük çoğunluğu dine karşı savunulan düşüncelerden oluşmaktadır. Hareketin, etkinliğin, yaratıcı gücün ruha ait olduğunu savunan ve dinlerden türemiş olan “İdealist Felsefe” ile arasında bir savaş vardır. Materyalist felsefe, idealist felsefenin aksine, tamamen madde odaklıdır, bu felsefelere ait zıt fikirler, tarih boyunca düşünürleri karşı karşıya getirse de birbirini besleyerek geliştirmiştir.

Bu dönemde materyalizm, bilimin gelişmesine bağlı olarak duraklamış ya da ilerlemiştir. 18. yüzyıl materyalizminin mekanikçi bir anlayışa sahip olduğunu belirtmek gerekir. Mekanikçi bir anlayışa göre sonuçlar çıkarılmaya çalışılmıştır. Mesela, düşünce için şöyle bir açıklama getirilmiştir:

“Nasıl karaciğer safra salgılıyorsa, beyin de aynı şekilde düşünce salgılar!”

Bu yargı sadece bu haliyle oldukça anlamsız gelebilir. Çünkü böyle bir yargı için daha fazla açıklama gerekmektedir. Düşüncelerimiz yalnızca beynimizden salgılanan halde olmayabilir, düşüncelerimizin etkilendiği toplum, çevre… vb. faktörler de işin içine katılmalıdır. Bu tarz kapsamlı açıklamalar, Marx sonrası materyalizmde başlar.

Yunan felsefesinde ortaya çıkan ve gelişerek ilerleyen materyalizm, İngiltere ve buna bağlı olarak Fransa’da gelişmeye başlar ve bilinen önemli akımlardan biri haline gelir. Sonraki dönemlerde Marx İngiliz materyalizmi için şu yorumu getirir:

“Materyalizm, Büyük Britanya’nın gerçek çocuğudur.”

İngiliz materyalizmi ve Fransız materyalizmi başlarda iki farklı akım olarak nitelendirilse de zamanla tek bir akım haline gelir ve 18. yy. materyalizmine güçlü bir zemin oluşturur.

2. Marx ve Engels sonrası Materyalizm

Buraya kadar materyalizmin tarihsel gelişimini ele aldık. Şimdi sıra, Marx sonrası materyalizmi ele almaya geldi. Günümüzde materyalizm denildiğinde aklımıza Marksizm geldiğine göre, antik çağlardan gelen materyalizmi esas dikkat çekici noktaya taşıyanın Marx olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Marx sonrası materyalizmi ele almadan önce Marx ve Engels hakkında da kısaca bilgi vermek iyi olacaktır.

Karl Marx ve Friedrich Engels 

Karl Marx ve Friedrich Engels

Karl Marx, 19. yüzyılda yaşamış Alman filozof, politik ekonomist ve devrimcidir. Özellikle politika ve sosyo-ekonomiye dair araştırmaları onun hala önemli bir isim olarak anılmasına vesile olmuştur. Berlin’deki Friedrich Wilhems Üniversitesi’de okurken katıldığı “Genç Hegelciler” (Sol Hegelciler) onun ve Engels’in fikirlerinde önemli role sahiptir. Prusya hakkında toplum üzerindeki diyalektik süreçlerin ele alındığı bu grubun diyalektik materyalizme katkıları büyüktür. Daha önce bahsettiğimiz, Alman materyalist filozof Ludwig Feuerbach’dan etkilenme dönemi de yine bu dönemdir. Onu eleştirdiği sonraki dönemde ise tarihsel materyalizm kavramının temelini atar. “Alman İdeolojisi” (Die Deutsche Ideologie) isimli eseri, onun materyalizm çalışmalarının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Marx birlikte çalışmalara imza attığı yakın dostu Engels ile Paris’e gittiği dönemde tanışır. Engels da 19. yüzyılın önemli Alman politik filozoflarından birisidir. Karl Marx ile birlikte hazırladıkları Komünist Manifesto ile tüm malların ortak mülkiyetine dayalı bir sistem olan komünist kuramın ortaya çıkış ve gelişiminde önemli rol oynamıştır.

Engels ve Marx’ın Genç Hegelciler grubunda yer almaları, Hegel’in diyalektiğinden ve Ludwig Feuerbach’ın materyalizminden etkilenmeleri onları diyalektik materyalizm üzerine çalışma yapmaya itmiştir. Peki, diyalektik materyalizm nedir?

Diyalektik materyalizmden bahsetmek için önce diyalektik kavramını açıklayalım. “Diyalektik” eski yunan filozoflarının atışarak gerçeği bulma sanatına verilen isimdir. Bu kavram, zaman içerisinde “gerçeğin bilinmesi” olarak nitelendirilmiştir. Diyalektik bilimsel bir yöntemi de ifade etmektedir. Evrendeki her şeyi hareket ve değişme sürecinde görür. Bunu temel alan diyalektik materyalizm ise, nesnel gerçeği kavrama çabasıdır. Toplumsal mekanizma içerisinde bu durum işçi sınıfının devrimci yöntemini ifade etmektedir. Yani burjuva (zenginler sınıfı) dünyasına karşı savaşan işçi sınıfının yol göstericisidir.

Doğanın nesnel yasaları vardır, diyalektik materyalizm benzer yasaların toplum içerisinde de olduğunu savunmaktadır. Toplumun ve doğanın yasaları insandan bağımsız şekilde gelişmektedir. İnsan bu nesnel dünyalara uyum sağlamaya çalışır ve yine bu yasalardan kendi çıkarları doğrultusunda faydalanmaya çalışır.

Diyalektik materyalizm, karşıtların birliği ve çatışması, niceliksel değişmelerin niteliksel değerlere dönüşmesi ve inkârın inkârı gibi yasaları ele alır. Bunları kısaca açıklayalım.

Karşıtların birliği ve çatışması; evrenin özünü ifade etmektedir. Evrenin hareketi karşıtlıklar ile gerçekleşir. Karşıtların bir arada olması bir yasadır. Buna örnek olarak; atomun, hem artı, hem de eksi yüklere sahip olmasını gösterebiliriz. Bu örneğin toplumsal sistemdeki karşılığı ise; burjuva(zenginler) ve proletaryadır(işçiler). Tıpkı atom örneğinde olduğu gibi toplum içerisinde bu iki grup birbirine zıttır ama aynı zamanda birliktedir. Diyalektik materyalizmin varsayımına göre; bu iki sınıf bir arada yaşamak zorundadır, fakat bir süre sonra proletarya sınıfı burjuva sınıfını ortadan kaldıracak ve sosyalist toplumun kurulmasını sağlayacaktır. Bu ikili sınıf mücadelesinde çelişkiler söz konusu olacaktır. Bu çelişkiler çıkarların farklı olmasına büyük ölçüde bağlıdır. Yine örnek verirsek; proletarya sınıfı, sömürüden kurtulmak isterken, üretim gücünü ve parayı elinde bulunduran burjuva sınıfı ise sonsuza dek gücünü korumak ister. İşte bu çelişkili durum sınıflar arası çatışmanın devam etmesine yol açar. Diyalektik materyalizme göre bu çelişkili durumun kaldırılması ancak kapitalist düzenden sosyalist düzene geçiş ile mümkün olacaktır. Ortak çıkarlara sahip sınıflar arasındaki çelişkiler uzlaşılabilir niteliktedir. Buna örnek olarak ise; ezilen işçi sınıfının ve köylü sınıfının burjuvaya karşı birleşmeleri gösterilebilir. Yine diyalektik materyalizme göre temel çelişki kapitalizm ve sosyalizm arasındadır, çünkü onların arasındaki mücadele diğer tüm çelişkilerin gidişatını belirlemektedir.

Niceliksel değişmelerin niteliksel değişmelere dönüşme yasasında ise ifade edilmek istenen şudur; nasıl ki doğada bir nesneyi özellikleriyle tanıtabiliyorsak benzer şekilde toplumları da özelliklerine göre ayırabiliriz. Örnek olarak; feodal toplumlar, sosyalist toplumlar, kapitalist toplumlar…vb. Bu bahsettiğimiz toplumların niteliğidir. Nicelik ise; nesnelerin sayıları, büyüklüklerini ifade eder. Nitelik ve nicelik birbiriyle bağlantılıdır. Toplum içerisinde nicel birikim dediğimiz “Evrim”i ifade ederken, nitel değişiklikler “Devrim”i ifade etmektedir. Evrim dediğimiz nicel birikim yavaş gerçekleşen bir olgu iken, devrim aniden olur. Örneğin; kapitalist düzenden sosyalist düzene geçiş bir devrimdir. Evrim ise yavaş ve kesintisiz ilerlemektedir. Evrimsel olgular devrimlere zemin hazırlamaktadır, diyalektik materyalizm evrim olmadan devrimin olmayacağını savunmaktadır.

İnkârın inkârı yasası ise şunu ifade etmektedir; yeni eskiyi olumsuz hale getirerek gelişir. Eskiyi tamamen yok etmez, belli özelliklerini yok eder, yerine yeni olgular ekler. Örnek olarak; yeni bir yönetim sistemi, eski sistemin yönetim biçimini tamamen ortadan kaldırmış görünse de onun olumlu yönlerini de barındırmaya devam edebilir. Örneğin; sanayisini…vb. Bunun üzerine kendi olumlu yönlerini de eklemektedir.

Diyalektik materyalizm, “Marksizm”in temelidir. Marksizm; Marx’ın Fransız politikası burjuvazi ve sınıf mücadelesi üzerine yaptığı analizlerle şekillenmiş bir felsefedir. Aynı zamanda İngiliz kapitalizmi üzerine yapılan incelemelerden de beslenmiştir. Marksizm’e göre topluma dair her şey maddi dünyadan kaynaklıdır. Düşünceler de benzer şekilde maddeye dayanmaktadır.

Tarihsel materyalizmden kısaca söz edersek; tarihsel materyalizm Marksist yaklaşımın tarihsel gelişmeye uyarlanması olarak nitelendirilebilir. Marx “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” başlıklı yapıtında tarihsel materyalizmin dayandığı ana fikri şöyle ifade etmiştir:

“İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir, tam tersine onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.”

Burada ifade edilmek istenen şey, insanların hayalleri, düşüncelerinden değil, onların eylemleri ve yaşam süreçlerinden yola çıkarak hareket edilmesi gerektiğidir. Yine Marx’a göre, maddi şartlar insan üretimini ve yaşam sürecini etkileyen önemli unsurlardır. Pozitif bilim maddi yaşam şartlarını ve üretim süreçlerini kendine konu olarak almalıdır. İnsanların ihtiyaçları onları bir arada tutmaktadır. Toplum içerisinde bireyler arasında iş ve üretime göre dağılımlar vardır. Üretim sonucunda ise yapılan paylaşımlar eşit değildir, bu durum aile içinde başlamaktadır. O halde güveni sağlayacak bir kurum gereklidir, o da devlettir. Böyle bir devletin kuruluşu özgür iradeye değil birliktelik ilkesine dayanmalıdır ki bu yönetim biçimi komünizmdir. (Engels ile hazırladıkları “Komünist Manifesto” bu yönetim sistemine dair kapsamlı bir yapıttır.) Genel olarak bu sistemde özel mülkiyet kavramı ortadan kalkacak, eşit bir toplum yapısı oluşturulacaktır. Mevcut toplum yapısında, ezenler ve ezilenler olmak üzere iki sınıf vardır. Toplum tarihi sınıflar arası savaşlara sahne olmuştur. Ezilen taraf olan işçi sınıfının devrimi, diğer tüm sınıfların yok edilmesine bağlıdır.

Kapitalist sistemi anlatan temsili bir görsel

Marx “Kapital” isimli yapıtında kapitalist devlet düzeni üzerine yaptığı incelemeler sonucunda (İngiliz kapitalizmi) eleştirilerini yazmıştır. Bu esere göre iş gücü satın alınabilir bir metadır. İşçiler emeklerinin karşılığını alamamakta, kapitalistler emek hırsızlığı yapmaktadır. İşçiler her zaman aldığı ücretten fazla mal üretmekte, ortaya artı değer çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu artı değer, işçi sınıfının cebi yerine işverenin cebine girmektedir. Bu durum düzeltilemez bir durumdur, tek kurtuluş yolu devlet düzeninin değişmesidir Kapitalist düzende sermaye sahibi, gün geçtikçe zenginleşirken, işçi sınıfı emeğini daha ucuza satmaktadır, bu durumdan kurtuluş, üretimin kamulaştırılması ve işçi sınıfının devrimini gerçekleştirmesi ile mümkün olacaktır.

Engels’ın tarihsel materyalizm üzerine görüşleri ise şöyledir;

Materyalist tarih anlayışı şu savdan hareket eder: üretim ve üretimden sonra ürünlerin mübadelesi, her türlü toplumsal düzenin temelini oluşturur. Tarih boyunca her toplumda, ürünlerin bölüşümü ve onunla birlikte sınıflar halinde toplumsal sıralanma üretilmiş olana, bunun üretilme biçimine ve üretilmiş şeylerin bölüşüm biçimine göre düzenlenir. Bundan ötürü bütün toplumsal değişimlerin ve bütün siyasal altüst oluşların son nedenlerini, insanların hafızasında değil, üretim ve mübadele biçimlerinin değişmesinde aramak gerekir; bu nedenleri felsefede değil söz konusu dönemin iktisadi yaşamında aramak gerekir.

Marx ve Engels’ın düşüncelerine bakıldığında toplum düzenin temeli üretime dayanmaktadır. Üretilen ürünün paylaşımındaki adaletsizlik, sınıf kavramlarının varlığına ve çatışmaya neden olmuştur. Bu sistemin ezilen sınıfı olan işçi sınıfının kurtuluşu devrime bağlıdır.

Materyalizm üzerinde değineceğimiz son konu materyalizm-bilim ilişkisidir.

Materyalizm 19. yüzyılda bilimsel bir görünüme büründürülmüştür. Bu dönemde materyalizme olan ilgi, onun bilimsel olarak da ele alınmasına yol açmıştır. Freud’un psikoloji çalışmalarının yanı sıra Darwin’in evrim teorisi materyalizme büyük katkı sağlamıştır. Darwinizm’in canlıların oluşumunu maddesel faktörlerle, maddenin kendi içindeki etkileşimlerle açıklaması materyalistler için önemli bir gelişme olmuştur.

19. yüzyılda gelişen bu bilimsel materyalizm bazı iddialarda bulunmuştur. Bunlar; evrenin hacim olarak sonsuz olduğu, maddenin yaratılmadığıdır. Madde ve zaman birer mutlak kavramdır, yani hep var olmuştur ve hiç değişmemişlerdir. İnsan zihni de sadece maddesel faktörlerle açıklanabilmektedir. Madde ötesi bir ruh yoktur ve bütün zihinsel olaylar maddeye bağlıdır.

Genel olarak materyalizmin tarih içerisinde yer alışı bu şekildedir. Materyalizm denildiğinde günümüzde akla Marx ya da onun ifade ettiği komünizm, kapitalizm gibi kavramlar gelse de çağlar öncesinde atomun ele alınması da materyalizm açısından önemli bir konudur. Marx’ın fikirlerinin sonraki dönemlerde yönetim biçimlerini büyük ölçüde etkilemesi, kapitalist düzen karşısında hala savunulur olması, kısacası güncelliğini koruması materyalizmin onunla birlikte anılmasını sağlamaktadır fakat Marx’ın etkilendiği önceki dönemlerin materyalist düşünceleri de göz önünde bulundurulmalıdır fakat Marx’ın kendinden önceki filozoflardan etkilendiği bir gerçektir, o filozofların fikirleri de göz önünde bulundurulmalıdır.

Not: Marx ve Hegel’in toplumsal materyalizm ve diyalektik materyalizmi başlı başına ele alınması gereken kapsamlı bir konudur, bu yazıda genel hatlarıyla ele almak istedik.

Ve son söz: Bu yazıyı tamamladığım gün 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’ydı. O nedenle yazımı Marx’ın tabiriyle proletarya sınıfına ithaf ederek, yine onun şu söylemi ile bitirmek isterim;

 

 “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var.

Bütün ülkelerin işçileri birleşin!”

 

  Kaynakça:

– BROOKS, Mick. John Pickard. “Tarihsel Materyalizm ve Diyalektik Materyalizm”. İstanbul: Arya Yayıncılık, 2012

– http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/965/11895.pdf

– http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt1/sayi3/sayi3_pdf/topakkaya_arslan.pdf

– http://tr.wikipedia.org/wiki/Karl_Marx

– http://cwanderson.org/wp-content/uploads/2011/09/The-German-Ideology.pdf

 

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Bu güzel yazı için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Materyalizm konusunun bu kadar iyi basitleştirilerek anlatıldığını daha önce görmemiştim.

    Aslında Marx ve Engels’in materyalizmi, kaynağını daha önceki materyalist fikirlerden çok Hegel’in idealist fikirlerinden alıyor. Burada Marksistler hep şunu ifade eder: Hegel’de gerçeklik baş aşağı duruyordu ve biz onun ayaklarını üstüne oturttuk. Bence bu önermede bir sorun yok. Hegel, diyalektik ilkeleri idealist felsefe üzerinde uygularken Marx, onu materyalist felsefe üzerinde uyguladı. Ki zaten sizin de bu yazının sonunda belirttiğiniz gibi bu başlı başına ele alınması gereken bir konu. Elbette bu dönüşüm bir anda olmadı. Bu noktada Feurerbach ismi öne çıkıyor. O, Marx ile Hegel arasındaki bir halka olarak kabul ediliyor. Engels’in Feurerbach üzerine yazılarına göz atılabilir.

    Marksizme göre tarih boyunca iki büyük felsefe var olmuştur: İdealizm ve materyalizm. Diğer bütün felsefelerin de özünde bu iki kamptan biri olduğunu düşünülür. Örneğin, nihilizm bir çeşit idealizm olarak kabul edilirken düalizm Marksist literatürde “utangaç materyalizm” olarak ifade edilir.

    Niceliğin niteliğe dönüşmesi konusuna bilimsel bir örnek vermek gerekirse Stephen Jay Gould’un kesintili denge kuramı verilebilir. Ki, bu kuram kambriyen patlaması için iyi bir açıklama olarak kabul ediliyor diye biliyorum. Elbette konuya daha hakim olan arkadaşların cevaplaması lazım bunu.

    Fakat bu yazıda katılmadığım noktalar da var. Bunları belirtirken biraz da politik konulara girmek zorunda kalacağım. Ne de olsa konu Marksizm olunca başka türlüsü elimden gelmiyor. Örneğin şöyle bir cümle var: “Toplumun ve doğanın yasaları insandan bağımsız şekilde gelişmektedir.” Genelde Marksizmin böyle bir fikri ifade ettiği sanılır, hatta pek çok Marksist de böyle bir yanılgıya düşmüştür. Halbuki, Marx insanın “belirli koşullar altında” etkili olabileceğini de belirtir. Aksi takdirde Marx’ın “toplumun değiştirilemeyeceğini” söylemesi ve savunduğu her şeyle çelişiyor olması gerekirdi.

    “Ortak çıkarlara sahip sınıflar arasındaki çelişkiler uzlaşılabilir niteliktedir. Buna örnek olarak ise; ezilen işçi sınıfının ve köylü sınıfının burjuvaya karşı birleşmeleri gösterilebilir.” Bu cümleniz doğru, fakat işçilerle ve köylüler arasındaki bir ittifak da aslında Marksizmin temel kabulü değildir. Hatta Marksizm, köylü sınıfının kapitalizm öncesinden kalan bir sınıf olduğunu ve kapitalist rekabet içinde gün geçtikçe yok olduğunu, pek çok köylünün her geçen gün mülksüzleştiğini (yani işçi sınıfına katıldığını) belirtirken işçi sınıfının her geçen bu yolla büyüdüğünü ve hayatın kilit noktası olan üretimi üstlendiği belirtir. Köylüler, ellerindeki küçük mülkü koruma amacındadırlar aslında. Yani işçi sınıfı ve köylü sınıflarının çıkarları ortak değildir. Peki, öyleyse neden bu iki sınıf arasında bir birliktelik savunuldu? Bunun nedeni Marx ve Engels’in yaşadığı 19. yüzyıl ile Lenin ve Troçki’nin yaşadığı 20. yüzyılın ilk yarısında köylülüğün hala çok büyük bir kitle olması ve işçi sınıfının yeterince gelişmemiş olması, sosyalist üretimi dünya çapında örgütleyecek teknolojilerin henüz ortaya çıkmamış olmasıydı. Şimdiyse Marksistler artık böyle bir sınıf birlikteliğini pek savunmuyorlar. (Elbette kimin, Marksizmden ne anladığına bağlı bu)

    Bir de şu cümleniz var: “Bu durum düzeltilemez bir durumdur, tek kurtuluş yolu devlet düzeninin değişmesidir.” Marksizm, devletli bir düzeni savunmaz. Marx ve Engels’e göre devlet, sınıf karşıtlıklarının bir ürünüdür ve tarihte ilk kez sınıfların ortaya çıkmasıyla vücut bulmuştur. (bkz. Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni Üzerine / F. Engels) Ve komünizme geçmek sınıfların ortadan kalkması demektir. Marx ve Engels’e göre devrimden itibaren kapitalist yapının tasfiyesi için bir süreliğine bir devlet olacaktır. Bu, işçi sınıfının devletidir ve genellikle proletarya diktatörlüğü olarak adlandırılır. Fakat bu sadece bir geçiş devletidir. Kapitalizmden arta kalanlar yok oldukça bu devlet de kendiliğinden sönerek yok olacaktır. (bkz. Gotha ve Efrut Programları Eleştirisi /Marx ve Engels ve Devlet ve Devrim /Lenin)

    Sonuç olarak harika bir yazı bu. Materyalizm konusuna giriş yapmak isteyenler için ideal bir yazı.

  • Merhaba
    Darwin insanlığın, daha doğrusu maddenin doğuşunun ”rastlantısal” bir şekilde ortaya çıktığını söylüyor oysa ki materyalizm bizlere maddenin ezeli olduğunu söylemektedir. Bu durumda nasıl oluyor da marksizm ve dawrinizm birlikte anılabiliyor.
    Ayrıca Big Bang teorisi evrenin bir başlangıcının olduğunu bizlere bildirirken – en azından modern bilimsel bulgular bu yöndeyken- bizim materyalizmi savunmamız doğrumudur ?

    • İNSANLIK VE MADDE ÇOK AYRI BİR KONUDUR KARDEŞİM, SEN BİR TUĞLA İLE BİTMİŞ BİR BİNAYI KARIŞTIRIYORSUN. EVET MADDE EZELİDİR E=M YOK EDİLEMEZ BAŞKA BİR ŞEKLE DÖNÜŞÜR… BİG BANG EVRENİN BİR BAŞLANGICI OLDUĞUNU SOYLER AMA BU BİZİM EVRENİMİZ İÇİN GECERLİDİR, AYNI TEORİDE EVRENLER YUMAĞI OLDUĞUDA SÖYLENİR YANİ ÇOKLU EVREN. VE EVRENİN BAŞLANGICINDA DA TEORİYE GÖRE HİÇLİKTEN BAŞLAMAMIŞTIR.

      • Stephan hawkinge gore coklu evrenle r olsa dahi hepsinin yine bir baslangicinin olmasi gerekir. Baslangici olan seyin sonuda olur.Buna big crunch deniyor .Çoklu evrenler materyalizmi aklamaz yani.

Sinem Doğan

İstanbul Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi&Sosyoloji bölümlerinden mezun olduktan sonra İşletme Yönetimi/Yönetim ve Organizasyon alanında yüksek lisans yapmıştır. Şuan da reklam sektöründe çalışmaktadır.