Kuduz
Kuduz

 

Sokakta  her gördüğüm  kedi köpeği sevmeye çalışan bir çocuk olarak, kuduz kelimesini ilk defa beni başıboş hayvanlardan uzaklaştırmak isteyen anne babamın tembihleri sırasında duymuştum. “Sokak köpeklerini sevme, ısırırlar, kuduz olursun!“ Bu uyarıya rağmen, kuduz hastalığının tam ne olduğu çocuk kafasıyla pek de algılayabildiğim birşey değildi doğrusu. Sonraları, ilkokulda okuduğum bir öykü kitabında denk geldiğim, Kuduz Düğünü adlı öykü ile kuduz hastalığının ne kadar korkunç bir hastalık olduğunu kısmen de olsa anlayacaktım.

“…Sabah yağmur yağmıştı. Arkadaşlarıyla oynamakta olan küçük Kaşıkçıoğlu, yağmur damlaları dökülmeye başlayınca birden bire oyunu bıraktı. Yüzü sararmış, bakışları garip, koşa koşa eve gitti, boş odalardan birisine saklandı. Bu da yetmiyormuş gibi, odadaki yüklüğün içerisine girdi ve kapaklarını üzerine çekti. Akşam, yemek vakti onu araya taraya yüklükte bir yorgana sımsıkı sarılmış yüzükoyun yatar buldular.Küçük Kaşıkçıoğlu o gün yemek yemedi. Hele suyu, uzakta, bardakta bile görmeye dayanamıyordu.

 

Hastalığın üçüncü günü küçük Kaşıkçıoğlu artık yüklükte de duramaz oldu, Elleriyle yüklüğü eşelemek, daha derine, daha karanlıklara inmek istiyordu. Bir süre tilki bayılması gibi dalgın yatıyor, sonra ağzından köpükler saçarak kendini yerden yere vuruyordu…”

Ahmet Naim, Kuduz Düğünü

 Yıllar sonra, Tıp Fakültesi’nde, İntaniye (Bulaşıcı Hastalıklar) bölümünün bodrum katındaki dersanemize yürürken, kuduz hastaları için ayrılmış, üzerinde küçücük parmaklıklı bir penceresi olan, ağır ve kilitli demir kapıların yanından  her geçişimde, kapıların yanındaki tabelaya bakıp içimin ürperdiğini anımsıyorum: Kuduz Gözlem Odası.

Eski
Eski çağlardan beri, insanlarkuduz hastalığının hayvanlardan özellikle de köpeklerden geçtiğini fark etmişti.

Kuduz, gerçekten de insanlık tarihinin ilk çağlardan beri bilinen en korkutucu hastalıklarından biri. Antik çağlardan beri, sinir sistemini tutarak, akut ensefalite (beyin iltihabı) neden olan bu viral hastalığa ilişkin kayıtlara pekçok uygarlığa ait belgelerde rastlamak mümkün.  Elimizdeki kuduz hastalığına ilişkin yazılı kayıtlar Sümerlere dek uzanıyor. Hammurabi kanunlarında, bir kuduz köpeğin bir kimsenin ölümüne neden olması halinde, köpeğin sahibinin tazminat ödemekle yükümlü olduğu belirtiliyordu.

Eski çağlarda, pek çok toplum kuduz hastalığının kökeninin hayvanlar, özellikle de köpekler olduğunu biliyordu.  Her ne kadar, o çağlarda hastalıklara neden olan mikro-organizmalar bilinmese de, hastaların ortak hikayelerinden yola çıkılarak hastalığın genellikle köpek ısırığı sonucunda ortaya çıktığı fark edilmişti. Ancak, her insan ısıran köpek kuduz olmadığından, ya da köpek kuduz da olsa ısırıdığı kişilerin azının kuduz olmasından dolayı, işin içine pek çok batıl inanç da karışmıştı. Uzunca bir süre kötü ruhların,  köpekleri ve nadir de olsa kuduran diğer hayvanları ele geçirdiğine, hayvan ısırığı ile de bu ruhların insanlara geçtiğine inanıldı. Hatta, pek çoğunun kökeni orta çağa dayanan vampir, kurt adam ve zombi hikayelerinde kuduz hastalığından izler bulmak mümkün: zavallı kurbanlar, ısırımalarını takiben, kimliklerini kaybederek kana susamış, saldırgan yaratıklar haline dönüşürler ve kendilerine yeni birer kurban aramaya başlarlar.

Hastalığın bu korkutucu ve anlaşılmaz niteliği, bir o kadar da tuhaf tedavi yöntemlerinin uydurulmasına neden olmuştu: Yaraya kuduz köpek tüyleri doldurmak, köpeği öldürüp tüylerini yakmak, yaraya işemek, yaraya canlı tavuk anüsü bastırmak…  İngilizce konuşan kültürlerde, akşamdan kalma insanları ayıltmak için kullanılan karışımlara  günümüzde “hair of the dog that bit you” (Seni ısıran köpeğin tüyü) deniyor ve bu deyimin eski kuduz tedavi ritüellerinden kaldığına inanılıyor. Anadolu’da ise, yakın zamana dek kuduz hayvan tarafından ısırlan kimselere “Kuduz Düğünü” ya da “Çakal Düğünü” denen bir tören uygulanıyordu. Bu törende, ısırılan kişi saatlerce uyanık tutuluyor, sopayla dövülüyor, köpek tüyleri ateşte yakılırken ateş üzerinde tütsüleniyor, hatta ismi kuduz böceği olan böcekler hastaya canlı canlı yutturuluyordu.  Çağlar boyunca, bu ve benzeri ayinsel tedavilerin etkili oldukları düşünüldü, çünkü kuduran bir hayvan tarafından ısırılan herkes kuduz olmuyordu, bu da yapılan törenlerin bazı kişileri iyileştirdiğine ilişkin sahte bir kanı oluşmasına yol açmıştı.

“…Kuduz düğününün dehşetli görüntüsü ile üç gündür uyutulmayan çocuğun gözleri kan çanağına dönmüştü. Kafası öne sarkıyor, yürürken baskın bir sarhoş gibi ayakları birbirine dolanıyordu.

 

Kuduz köpeğin leşi yerde yatmaktaydı…Küçük Kaşıkçıoğlu, ellerinden tutanların yardımıyla önce köpek leşi üzerinden, leşi tekmeleyerek geçti. Geçerken de İlyas Dayı’nın elindeki çubuk kıçına indi. “Atla” komutuyla ateşin alevlerin arasından sıçradı.

 

Bu hareket kırk defa tekrarlandı… Sayı kırkı bulunca, kuduz köpek leşinin kuyruğundan, belinin ortasından ve kulaklarından birer tutam tüy yolundu.  Bu tüyler ateşe atıldı ve çıkan dumanı üzerinde küçük Kaşıkçıoğlu baş aşağı tutularak tütsülendi… İlyas Dayı, çocuğun üzerinden çıkan elbiseleri bir çukura gömdü, daha sonra cebinden çıkardığı bir kibrit kutusundaki üç tane kuduz böceğini canlı olarak çocuğa yutturduktan sonra omuzlarını sıvazladı:  “Haydi artık, piripak”!…

Ahmet Naim, Kuduz Düğünü

 

İlk çağlardan beri tüm toplumlara korku salmış bu hastalık nasıl ortaya çıkıyor?

Kuduz, Rhabdoviridae virüsü ailesinden Lyssavirus genusuna ait RNA içeren virüslerinin neden olduğu viral bir hastalık. Kurbanın kan dolaşımına, ısırık yoluyla, hasta hayvanın agzındaki salyalardan bulaşıyor. Yara yerine bulaşan kuduz virüsleri, burada sinir dokusuna yerleşiyorlar. Yerleştikleri sinir dokusunda yavaş yavaş ilerleyerek, sonunda beyne ulaşıyorlar. Bu süreç hastadan hastaya değişebiliyor. Virüslerin beyne ulaşma hızında kişisel bağışıklık olduğu kadar, yaranın yeri de önemli bir etken. Ayaktan olan ısırıklarda virüslerin beyne ulaşma hızı çok daha yavaşken, baş ve boyun ısırıklarında bu süreç çok daha hızlı.  Yara yeri hastanın bağışıklık sistemi ve yaraya giren virüs sayısına bağlı değişkenlik göstermekle birlikte, bu süre 10 gün ile 6 ay arasında değişebiliyor.

Hastalığın ilk belirtileri, hemen her viral hastalıkla görülen genel halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık. İlaveten ısırık yerinde kaşınma veya ufak seyirmeler görülebiliyor. Zamanla, virüsler sinirleri takip ederek beyne ulaştıkça, hastalık sinir sistemi belirtilerini göstermeye başlıyor.  Kuduz virüsleri, beyne ulaştıklarında beyindeki limbik sisteme yerleşerek burada ensefalit dediğimiz beyin iltihabı oluşturuyorlar.  Hastalar yavaş yavaş ajite, saldırgan ve etraflarındaki uyaranlara aşırı tepki verir hale geliyorlar. Beyinde bu enfeksiyon hali devam ederken, virüsler tükürük bezlerine de ulaşıyor ve burada hızla çoğalmaya başlıyorlar. Böylece, kuduz virüsü bir yandan kurbanının beynine hükmederek onu yavaş yavaş saldırgan ve mantıksız hale getiriyor, bir yandan da kendini bir sonraki kurbana bulaştırmak üzere çoğaltmaya koyuluyor. Daha öncekisayılarımızda yayınladığımız Zombileştirebildiklerimizden misiniz? isimli yazımızda, bazı enfeksiyon etkenlerinin, kurbanlarının davranışlarına hükmederek kendi yaşam döngülerini nasıl tamamladığına ilişkin doğadan farklı örnekleri incelemiştik. Kuduz virüsü de bu yaşam döngüsünü, kurbanın davranışını değiştirerek tamamlayan ilginç hastalık etmenlerinden biri.

Mikroskop altında, beyin dokusu içinde gözlenen negri cisimleri, kuduz hastalığının tanı kouycu patolojik bulgusu.
Mikroskop altında, beyin dokusu içinde gözlenebilen koyu renkli negri cisimleri, kuduz hastalığının tanı koyucu patolojik bulgusu. (Kaynak: University of California)

Kuduz hastalığının en sık bilinen iki belirtisi ağız köpürmesi ve sudan korkma (hidrofobi)  hastalığın orta döneminde ortaya çıkan belirtiler. Hidrofobi, hastanın gırtak kaslarındaki ağrılı spazmlar nedeniyle ortaya çıkıyor. Hastalar susamış olmalarına rağmen, su içmeye çalıştıklarında, gırtlak kasları acılı bir şekilde kasılıyor ve hastaya boğulma hissiyatı veriyor. Birkaç su içme denemesinde bu şekilde şiddetli öksürük nöbetleri geçiren ve boğulma hissiyatı yaşayan hastalar,  önce su içmeye karşı fobi geliştiriyor. Bu aşamada, zaten beyin iltihabı (ensefalit) nedeniyle artık pek de mantıklı düşünemeyen hastalarda kısa zamanda su içmekten duyulan korku, yerini suya karşı olan şiddetli korku ve paniğe bırakıyor. Hastalar sadece su içmekten değil, traş olmak, yıkanmak, tenkeye binmek gibi su ile ilgili her tür aktiviteden korkar hale geliyorlar. Su korkusuna kısa zamanda ışıktan rahatsız olma, halisünasyonlar, aşırı saldırganlık, istemsiz kasılmalara bağlı tuhaf vücut postürü ekleniyor. Bu evre ilerlediğinde, hastaların tükrük bezlerindeki aşırı çalışma nedeniyle ağızda köpürme görülmeye başlıyor.

Kuduz hastalarının içinde bulunduğu ajite durum, hastalık ilerledikçe yerini komaya bırakıyor. Sinir sistemi belirtilerinin ortaya çıkmasından 2-10 gün sonra hastalar komadayken ölüyorlar.

 Kuduz, insanlık tarihinin en büyük korkulu rüyalarından biri olmuş. Neyse ki Louis Pasteur tarafından 1885 yılında Kuduz aşısının bulunması sayesinde bu korkutucu hastalığın görülme sıklığı oldukça azalmış. Günümüzde, her yıl, dünyada 15 milyon insan şüpheli hayvan ısırıkları sonrasında kuduz aşısı oluyor. Ancak aşının mevcudiyetine rağmen, aşılama programlarının ulaşamadığı ülkelerde, özellikle kırsal kesimlerde hala her yıl 55.000 insan kuduz nedeniyle ölüyor. Ölenlerin %95’i Asya ve Afrika ülkelerinde yaşayanlar ve tüm ölümlerin %40 gibi büyük bir kısmını ise ne yazık ki çocuklar oluşturuyor.

Kuduz aşısını, Louis Pasteur ve meslekdaşı bularak milyonlarca insanı kesin bir ölmden kurtardılar.
Pasteur ve meslekdaşı Roux, Kuduz aşısını bularak milyonlarca insanı kesin bir ölümden kurtardılar.

 Louis Pasteur’un Büyük Başarısı

 1800’lü yıllara dek kuduz bir hayvan tarafından ısırılmak Avrupa ve Amerika da dahil olmak üzere tüm dünyada bir ölüm fermanı olarak görülüyordu. Bugün, kuduz nedeniyle olası ölümlerin o zamanlardaki milyonlarca kişiden 55.000 kişiye düşmüş olmasını ve gelişmiş ülkerlerde bu hastalığın görülme sıklığının neredeyse sıfıra yaklaşmasını ünlü bilim insanları Louis Pasteur ve çalışma arkadaşı Emile Roux’a borçluyuz.

 Pasteur, o yıllarda özellikle hayvan hastalıkları üzerine çalışıyordu. Tavuk kolerası ve şarbon hastalığına yönelik birer aşı geliştirmiş, ve bu aşılarla ilgili çok başarılı sonuçlar almıştı. Ancak, halk tarihin her döneminde olduğu gibi aşılardan ürküyor, etkinliği kanıtlanmış olmasına rağmen bu aşıları kullanmaya yanaşmıyordu. Tavuk kolerası ve şarbon aşılarını geliştirirken kullandığı yöntemin, tüm bulaşıcı hastalıklara uygulanabileceğini düşünen Pasteur, bir sonraki hedefini, biraz da bilerek herkesin korkulu rüyası olan bir hastalık olarak seçti: kuduz.  Eğer kuduz hastalığına yönelik bir aşı geliştirebilir ve bu hastalığın ortaya çıkmasını engelleyebilirse, halkın aşılara olan güveninin artacağını düşünüyordu. Çok geçmeden, meslektaşı Emile Roux ile laboratuvarında hummalı bir çalışma başlattı.

 Pasteur ve Roux, kuduz hastalığına yönelik bir aşı için kolları sıvarken virüs nedir bilmiyorlardı. Bulaşıcı hastalıklara gözle görünmeyen küçük canlıların neden olduğu biliniyordu, ama bulunan hastalık etmenleri besi yerlerinde üretilebilen bakterilerle sınırlıydı. Virüsler kültürde büyümedikleri ve mikroskopla görülmedikleri için henüz varlıkları bilinmiyordu. Pasteur, ne kadar uğraştıysa da, daha önce üzerinde çalıştığı tavuk kolerası ve şarbon bakterilerini ürettiği ortamlarda herhangi bir hastalık etmeni üretemedi. Bunun üzerine, canlı hayvanlarla çalışmaya karar verdi ve laboratuvarını kuduz köpek ve tavşanlarla doldurdu.  Hastalığın etkeninin bilinmemesine rağmen, salyalar yoluyla bulaştığı bilinen bir durumdu. Pasteur ve Roux, kendilerini oldukça ciddi anlamda riske atarak kuduz hayvanlardan salya toplayarak hastalık etkenini izole etmeye çalıştılar. Bunda da başarılı olamayınca, sonunda kuduz hayvanların sinir ve omurilik hücrelerini kullanarak ilk aşıyı biraz da körlemesine ürettiler.

Kuduz aşısı sayesinde hayatı kurtulan ilk insan: Joseph Meister (Kaynak Wikimedia commons)
Kuduz aşısı sayesinde hayatı kurtulan ilk insan: Joseph Meister (Kaynak Wikimedia commons)

Aşı, ilk olarak 11 köpek üzerinde denendi ve başarılı olduğu görüldü. 6 Temmuz 1885 tarihinde, kuduz bir köpeğin saldırısına uğrayarak ciddi şekilde yaralanan  ve kuduz olacağına kesin gözüyle bakılan 9 yaşındaki Joseph Meister aşılanma için Pasteur’a getirildi. Hastanın durumunun umutsuzluğu ortadaydı, böylce küçük Joseph Pasteur ve Roux’un geliştirdiği kuduz aşısının yapıldığı ilk insan oldu. Aşılamayı takip eden günlerde herkes merak içindeydi. Aşılamanın üzerinden üç-dört ay gibi bir süre geçtikten sonra, Pasteur, kucağında küçük Joseph ile basın mensuplarının karşısına çıktı. Joseph Meister kudurmadığı gibi son derecede sağlıklıydı!  Küçük Joseph’in kuvvetle muhtemel bir ölümden kurtulması gerek bilim çevreleri, gerek halk tarafından büyük sevinçle karşılandı. Zamanla, insanların kuduz aşısına olan güvensizlikleri kayboldu, kuduz aşısı standartlaştı ve kuduz hastalığının tedavisinde vaz geçilmez bir yöntem haline geldi.

 Kuduz aşısı, kuduz hayvan tarafından ısırılan kimselere, temas sonrası uygulanan ve %100 oranında etkili olan bir tedavi. Etkin olması için, tedavisinin kuduz hayvan tarafından ısırıldıktan hemen sonra başlaması gerekiyor. İlk doz aşı, hastanın ısırıldığı gün beraberinde kuduz serumu ile birlikte uygulanıyor. Ardından 3., 7. ve 14. günlerde aşı tekrarlanıyor. Aşılar günümüzde, eskiden olduğu gibi karın bölgesine değil, diğer tüm aşılar gibi küçük bir enjektör ile koldaki kas içine yapılıyor.

 Milwaukee Protokolü: Bir Ölümden Dönme Öyküsü

İleri kuduz evresine girdikten sonra iyileşen ilk hasta: Jeanne G
İleri kuduz evresine girdikten sonra iyileşen ilk hasta: Jeanne Giesse

Kuduz aşısı, ancak ısırılmanın hemen ardından aynı gün veya en geç bir gün içinde uygulanırsa etkili oluyor. Isırıldığını fark etmeyen veya ısırılmasına rağmen aşı olmayan kimselerde, hastalık belirtileri gözlenmeye başladıktan sonra yapılacak pek bir şey kalmıyor ne yazık ki. Ancak 2004 yılında, ABD’deki yaşayan Dr. Rodney Willoughby, bir hastayı kuduz belirtileri ortaya çıktıktan sonra Milwaukee protokolü adıyla da bilinen deneysel bir yöntem ile tedavi etmiş gibi görünüyor.  Kuduz bir yarasa tarafından ısırılan ve ısırık çok ufak olduğu için doktora gitme ihtiyacı görmeyen 15 yaşındaki Jeanne Giesse, ısırıldıktan 37 gün sonra ortaya çıkan nörolojik belirtilerle ( yüksek ateş, çift görme, kol spazmları, konuşma bozukluğu) ile Wisconsin eyaletindeki St. Agnes hastanesine başvurdu. Hastaya kuduz tanısı koyan Dr. Willoughby, daha önce hiç denenmemiş bir tedavi yöntemi denemeye karar verdi: hastayı koma döneminde ilaçlarla uyutmak ve beraberinde yüksek miktarda antiviral (virüs öldürücü) ilaç vermek. Dr. Willoughby, hastanın akut koma evresinde bağışıklık sisteminin virüsü alt etmesine yardımcı olmanın tedavi edici olabileceğine inanıyordu.

Jeanne Giesse, ilaçla sınu komaya sokulduktan sonra ölmedi ve komada geçen 31 gün sonunda uyandırıldı. Başlangıçta hastalığa bağlı küçük bir beyin hasarı ve buna bağlı nörolojik bulguları olmasına rağmen, kısa zaman içinde rehabilitasyonla eski fonksiyonlarınıa geri dönebildi. 2005 yılı başında artık kendi başına yürüyebiliyor, yemek yiyebiliyor ve okula gidebiliyordu.

 Jeanne’in ardından 42 hastaya daha aynı protokol uygulandı ancak bu hastaların ancak 5 tanesi iyileşebildi.

Burada Kuduz Hastalığı var!
Burada Kuduz Hastalığı var!

Bu başarı oranı ile Milwaukee protokolünün şu an tam olarak işe yaradığını söyleyemeyiz. Ancak bu konuda araştırmalar sürerken Jeanne Giesse, tıbbi tedavi ile kuduz hastalığına rağmen iyileşen ilk insan ünvanını elinde tutuyor.

Kuduzdan korunmak

Ne yazık ki, gerek aşılara gerek Milwaukee protokolüne rağmen, kuduz hastalığı hala can almaya devam ediyor. Ülkemiz de, bu hastalığın zaman zaman görüldüğü bölgelerden biri. Bu nedenle, şüpheli bir hayvan ısırığında temel ilkyardım bilgilerini uygulamak ve hayvanın kuduz olma ihtimaline karşı gerekli önlemleri almak son derece önemli.

Peki, nedir bu hepimizin bilmesi ve uygulaması gereken önlemler?

  • Evcil hayvanlarınızı mutlaka aşılatın ve başıboş bırakmayın.
  • Sokakta gördüğünüz tanımadığınız başıboş hayvanlardan ve vahşi hayvanlardan uzak durun.
  • Etrafta tuhaf davranan,  kuduz olma ihtimali olan hayvanlar varsa, bunları yetkililere bildirin.
  • Tanımadığınız, başıboş veya aşılı olup olmadığından emin olmadığınız bir hayvan tarafından ısırılırsanız, yarayı hemen 10-15 dakika süreyle su ve bol sabunla iyice yıkayın.
  • En kısa zamanda aşılanmak için bir sağlık merkezine başvurun.
  • Hayvanın kuduz olma şüphesi varsa yaşadığınız yerdeki yetkilileri uyarın.

 

Elbette, bir hayvansever olarak sokak hayvanlarından uzak durmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Özellikle yardıma muhtaç ve hasta görünen hayvanlara yardım eli uzatmak çoğumuz için bir refleks.  Bu nedenle, ikinci maddedeki öneriyi yerine getiremiyorsanız, üçüncü maddedeki öneriyi uyguladığınızdan emin olun. Tanımadığınız bir hayvan tarafından ısırılırsanız, mutlaka kuduz aşısı olmak üzerei bir sağlık kurumuna başvurun.

Unutmayın, korkulu rüya görmektense, uyanık durmak yeğdir.

 

Meraklısına notlar:

  • Kuduz hastalığının ingilizce ismi olan rabies, Latince saldırgan, öfkeli anlamına gelen rabere kelimesinden köken almış. Latince kelimenin de kökeninin de Sanskritçe olan rabhas ( şiddet uygulayan) kelimesinden geldiği sanılıyor.  Hastalığın Yunanca adı ise lyssa ya da lytta (kendini kaybetmiş, deli) olarak geçiyor. hastalık etmeni keşfedildikten sonra, Yunanca isim virüs ailesine verilmiş ve kuduz virüsleri Lyssavirüs ailesinin bir üyesi olmuşlar.
  • Joseph Meister, kuduz aşısı sayesinde hayatını kurtaran Pasteur’a büyük bir bağlılık göstermiş. Yetişinlik yıllarında Pasteur Enstitüsünde gönüllü olarak hastabakıcı olarak çalışmaya bailayan Meister, 1940 yılında, 64 yaşında iken Nazilerin Fransayı işgali sırasında intihar ederek yaşamına son vermiş. Bazı kaynaklar, Nazilerin pasteur’un mezarını yağmalamasına çok içerlediğini ve bu nedenle intihar ettiğini iddia ediyorlar.
  • Türkiye’de kuduz hastalığı en sık köpeklerden insanlara geçiyor. İkinci sırada ise tilki, çakal kurt gibi vahşi hayvanlar mevcut. ABD’de ise kuduz bulaştırma ihtimali olan hayvanların başında rakunlar ve yarasalar geliyor.
  • Kuduz vakalarında görülen hidrofobi ( sudan korkma) halinin çarpıcı bir videosu ekte.

 

  • Literatüre geçmiş klasik bir kuduz vakası. ( Uyarı: Görüntü oldukça rahatsız edici, etkileniyorsanız izlemenizi önermem.)  

0:49’da kuduzun orta evresinde ortaya çıkan hidrofobiyi görebilirsiniz. 1:33’te hastanın ağzı köpürmeye başlıyor ve ajitasyon başlıyor. kasılmaları ve ani hareketleri engellemek için bu dönemde hasta yatağa bağlanıyor. 2:30 dan sonraki görüntüler ise kuduzun son dönemi olan paralitik dönemi içeriyor. Hasta sakinleşiyor ve önce felç, sonra koma hali gelişiyor. Bu dönemin sonunda koma derinleşiyor ve hasta ölüyor.

 

  • Türk sinemasında, 1983 yapımı Çocuklar Çiçektir (Kuduz) isimli, başrollerini Necla Nazır ile Tarık Akan’ın oynadığı filmde, bir köyde kuduz köpek tarafından ısırılan çocukların hikayeleri anlatılıyor.
Kaynaklar:
  1. Wasik, B., & Muphy, M. (2012)Rabid: A cultural history of the world’s most diabolical virus
  2. Naim, A. , Kuduz Düğünü
  3. Wasik, B., & Muphy, M. (2012), Undead: The Rabies Virus Remains a Medical Mystery
  4. WHO, (2013), Rabies Fact Sheet
  5. Center for Diseases Control ( CDC), (2013), Rabies

 

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Merhaba Işıl Hanım,
    Kedi-köpek sever birisi olarak kuduz hakkında ilk kez bu kadar ciddi bilgiler edindim. Bundan sonra sokakta gördüğüm hayvanları besler veya severken daha dikkatli olacağım.

    Bu arada eski profil resminiz (Viking kasklı olan) daha güzeldi. Onu da yazmadan edemedim.

    Güzel makale için tekrar teşekkürler, ellerinize sağlık.

Işıl Arıcan

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra ABD'de Sağlık Yönetimi üzerine yüksek lisans ve ardından gene ABD'de tıbbi bilişim ve proje yönetimi üzerine danışmanlık yaptı. Halen Stanford Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nde Bilgi İşlem Direktörü olarak çalışıyor. Çeşitli bilim dışı iddiaları ve hurafeleri inceleyen Yalansavar isimli blogun kurucusu ve yazarıdır.