“Ve böylece, Karaipli kafatasının, burjuvanın siyah ipekten şapkasının altından çıkması gibi, yamyam da halk kitlelerinin içinde ortaya çıkmaya başladı.”
                                                                                                                                                                                                                                      Gustave Flaubert, 1854

Yamyamlığı tasvir eden bir resim.
Yamyamlığı tasvir eden bir resim.

Kanibalizm, Antropafaji, İnsan Yiyicilik ya da en çok bilinen karşılığıyla Yamyamlık, ilk duyulduğunda Kuzuların Sessizliği’ndeki Hannibal Lecter’ı, bir kazan içinde bölgeye gelen masum turistleri pişiren yerlileri ya da bir çeşit ruhsal bozukluk sonucu insan yeme eyleminde bulunan insanları akla getiriyor olabilir.

“İnsan, başka bir insanı neden yer ki? Bu ne kadar iğrenç bir şeydir!” gibi düşünceler sonucu edindiğim merak bu ay bu konuda araştırma yapmamı sağladı ve ilginç bilgilere de ulaştım. Bu yazıda yamyamlık kavramının ortaya çıkışını, nedenlerini ve günümüzdeki durumunu kısaca paylaşmaya çalışacağım ama sakıncalı olma ihtimaline karşı görselleri minimum düzeyde tutacağım. Merak ederseniz internette ilgili görsellere ulaşabilirsiniz.

Kelime olarak Antropafaji, Yunanca “anthropos” (insan) ve “phagein” (yemek) kelimelerinin bir araya getirilmesinden oluşur ve “insan yiyicilik” anlamına gelir. Bu kavram 16. yüzyıla dek “yamyamlık” sözcüğünün yerine kullanılmış, Amerika’nın keşfiyle birlikte de “yamyamlık” ile birlikte anılır olmuştur. Avrupa dillerinde “Cannibale” kökünden türeyen yamyam sözcüğünün gerçek kökeni Arawak dilindeki “Caniba” sözcüğüne dayanmaktadır. Küçük Antiller’in Kızılderilileri, kendilerini “gözüpek” anlamına gelen “Caniba” ile adlandırırken zamanla bu sözcük değişime uğramış, yamyam anlamında kullanılmıştır. Bu halkın düşmanlarına göre (Küba Arawakları) bu sözcük, barbarlık ve vahşet anlamına gelmektedir.

Amerika kıtasını keşfeden Kristof Kolomb aynı zamanda yamyam tabirini de icat etmiştir. Üstelik ona göre yamyam sözcüğü tıpkı Küba Arawakları’nda olduğu gibi barbarlık ve vahşet anlamına gelmektedir.

“Daha ileride insanları yiyen, bazıları tek gözlü bazıları ise köpek suratlı adamlar vardı.”

Sebastien Müncter’e göre yamyamlık (Dünya haritasındaki tasvir)
Sebastien Müncter’e göre yamyamlık (Dünya haritasındaki tasvir)

Hartmann Schedel’in Tarih Kitabı’nda rastlanılan canavar türlerinden biri olan bu betimlemenin bir benzeri Kristof Kolomb tarafından da kullanılmıştır. Kolomb’un Batı Hint adalarına yaptığı ilk keşif gezisinde defterine buranın yerlilerinin Bohio Adası’nın tek gözlü, köpek yüzlü ve insan yiyen sakinleri olan “Caniba”lardan çok korktuklarını yazmıştır. (14 Kasım 1492) Bu, gerçekliği ispat edilemeyen bir bilgi olarak kalsa da yamyamlık bu sayede gözde bir konu haline gelmiş, çeşitli kaynaklarda sıklıkla ele alınmaya başlanmıştır. Örneğin; 1544 yılından itibaren Alman Sebastien Münster’in Evrensel Kozmografyası’nı koyun gibi şişte çevrilen, kafaları koparılmış insanlar süsler. Hatta bu tasvir Yeni Dünya’nın barbarlığını temsilen Münster’in haritalarının kenarlarında da yer alır. Avrupalılar’ın hayal gücüyle şekillenen bu tarz resimler başka yayınlarda da geçer. 1506’da basılan Martin Waldseemüller’in Carta Marina’sında ve 1516 yılında Bâle’de yayımlanan Simon Grynaeus ve Holbein le Jeune’un dünya haritasındaki benzer betimlemeler oldukça ilginçtir. Dünya haritasındaki betimlemede baltayla insan etinin parçalandığı kasap tezgâhı, közün üzerinde şişe geçirilmiş kollar ve bacaklar yer alır.

Bu tarz örneklerle yamyamlık konusunda Kristof Kolomb’un ortaya attığı zayıf sav gittikçe güçlenmeye başlar, bir malzeme haline gelir. Örneğin; Aziz Benot tarikatından Avusturyalı Philoponus Amerika’ya giden misyonerleri ve dini savunan kitabında yamyamları kullanır. Ona göre Yeni Dünya’da her taraf kızartılmak için bekleyen çocuklar, kasap tezgâhları üzerinde kesilmiş kadın bedenleri, şişte pişen adamlar ile doludur.

“Çocuklarını ve karısını yiyen bir adam bile görülmüş.”

“Bir adam tanıdım, onunla konuştum, üç yüzden fazla insan bedeni yediğini itiraf ediyordu.”

Böyle iddialarla gün geçtikçe güçlenen yamyamlık kavramı zaman içerisinde ensest ilişki, çocuk katli, insan eti yeme gibi insanlığın en büyük suçlarını kapsayan bir kavram haline gelmiştir. Küçük Antil Takımadaları’yla ışığa çıkan yamyamlık kavramı zaman içerisinde Kuzey Amerika, Kuzeydoğu Brezilya, Afrika, Avustralya gibi birçok bölgeyle anılmaya başlanmıştır.

“İnsanın etini yiyen
Kanını içen
Bir Scytheli’den de acımasız
Yamyamı gördün.”
Guy Le Fevre de la Boderie,1575

Buraya kadar yamyamlık kavramının ortaya çıkış ve yayılım sürecini ele aldık. Peki insan yeme eyleminin amacı nedir? Antropafaji bir yeme alışkanlığından mı kaynaklıdır yoksa bir çeşit güç gösterisi midir? Sigmund Freud öncülüğünde geliştirilen psikanaliz kuramı “İnsan Eti Yeme”, “Hemcinsinin Bedenini Yeme” (Einverleibung) eylemini bir tür psikolojik özdeşleşme olarak görmektedir. Sigmund Freud, antropofaji eylemi hususunda şunları söylemektedir:

“İnsan eti yeme esnasında bir kişinin bedeninden parçalar ve uzuvlar yenirken, yenilen kişinin sahip olduğu özelliklere de sahip olunacağı düşünülür.”

Freud’un psiko-seksüel bir rahatsızlık olarak gördüğü antropofajinin iki türü vardır. Biri antropologlar arasında “Gynophaji” olarak değerlendirilen kadınların yenmesi, diğeri de “Androfaji“ olarak değerlendirilen erkeklerin yenmesi eylemidir.

Antropologlara göre ise, antropofajinin üç türü vardır.

Birincisinde; yaşamları tehdit altındaki insanlar, ölmemek için insan eti yemek zorunda kalırlar.

İkincisinde; insan etine önemli bir yiyecek gözüyle bakılır ama bunu kanıtlayan veriler net değildir.

Üçüncüsünde ise; dinsel törenler ya da geleneklerle ilgilidir. Öldürülen bir düşmanın ya da ölen bir akrabanın eti, ölünün güçlerine sahip olmak için yenir. Bu kategoride yamyamlık, animist (doğanın ruhlarla yönetildiği inancı) toplumların ilkel dönemden bu güne dek taşıdıkları bir inançtır. Bu noktada ünlü antropologlar Richard E. Leakey ve Lewin yamyamlığı iki kategoriye ayırmaktadır.

İçe dönük yamyamlık (Endocannibalism): Sadece kabile içi ölü bedenlerinin yenmesi.

Dışa dönük yamyamlık (Exocannibalism): Düşman ya da kabile dışından insanların yenmesi.

Bu durumla günümüzdeki yamyamlık olaylarını bir görmek yanlıştır. Günümüzde gerçekleşen yamyamlık olaylarıyla eski kültürlerindeki, ilkel kabilelerdeki, klanlardaki, anlayış arasında fark vardır. İlkel toplumların insan eti yeme anlayışıyla, zevk için insan eti yiyenler aynı amaca sahip değildir. İnsan yeme eylemine başvuran kabileler bağlı oldukları ritüeller ve ayinler doğrultusunda Freud’un da üzerinde durduğu gibi öldürülen kişinin ruhunu kendi ruhuna katma arzusuyla bu eylemi yapmaktadır. Düşmanıysa onun kahramanlığını ruhuna ekleme, dostuysa mezarda onu böceklere yedirmektense kendi bedeninde onu saklama, muhafaza etme ve sonsuz kılma arzusuyla bunu gerçekleştirmektedir. Bunu sırf ritüel olduğu için mi gerçekleştirdikleri, açlık içgüdüsünün olup olmadığı çok net değildir ama genel kanı bir ayinin parçası olarak görüldüğüdür.

Açlık, kıtlık, dinsel ritüeller… Nedeni ne olursa olsun Batı toplumları tarafından aşağılamak amaçlı kullanılan yamyamlık, bulunulan coğrafi bölgeler ve amaç hususlarında farklılık gösterse de hala karşımıza çıkmaktadır. Amerika’nın keşfiyle ortaya çıktığına inanılan bir kavram olsa ve günümüzde ilkel kabilelere atfedilse de Durham Üniversitesi hocalarından Richard Sugg’un “Mumyalar, Yamyamlar ve Vampirler” adlı eserinde Batı toplumlarının eski dönemlerinde de benzer vakaların olduğu öne sürülmesi dikkat çekici bir durumdur. Richard Sugg’a göre; Avrupa’da da eski çağlarda insan eti yeme, kemiklerini ve kanını kullanma gibi olaylar görülmüştür. Yamyamlık barbar toplumlarla ilişkilendirilirken, uygar toplumu temsil eden Avrupa’nın tarihinde de eski dönemlerde yamyamlık vakalarının görülmesi çelişkili bir durum yaratmaktadır. Kitapta çarpıcı örneklere yer verilmiştir. Mesela; insan yağının şifa kaynağı olarak görüldüğünden, hayat iksiri adı altından ölü bedeninin kullanımından bunun yanı sıra ölülerin kanlarının da içildiğinden bahsedilmiştir. Eğer bu savların doğru olduğu kabul edilirse, yamyamlığın eski dönemlerde sadece barbar ve ilkel olarak tabir edilen toplumlarda görülmediği sonucuna ulaşılabilir.

Yamyamlığın tarihsel süreci ve antropolojik ve psikolojik boyutlarına kısaca değinmişken bilinen yamyamlık olaylarından örnekler verelim.

Kabilelerde yamyamlık durumuna baktığımızda, hemen hemen tüm kıtalarda benzer örneklerin görüldüğünü söylemek mümkün olsa da bir iki örnek olarak, Yeni Zelanda’da da (Maoriler) Polinezya’da bazı adalarda, Fiji’de yamyamlığın görüldüğünü belirtebiliriz.

Tarihe yamyamlıkla adlarını yazdıran kişilere örnek verirsek;

Yamyamlıktan tutuklanan Alferd Packer
Yamyamlıktan tutuklanan Alferd Packer

Alferd Packer: Amerikalı altın arayıcısı olan Packer, Colorado dağlarına gittiği 5 kişiyi hayatta kalmak için öldürüp yediğini belirtmiş, bu nedenle de 40 yıl hapis cezası almıştır.

Albert Fish: Kuzuların Sessizliği filminin ilham kaynağı olan Fish’in 100’e yakın cinayet işlediği tahmin edilmektedir. Genellikle masum çocukları hedef alan ve kurbanlarına çeşitli işkenceler yapıp, etlerini yiyen seri katil elektrikli sandalye ile infaz edilmiştir.

Andrei Chikatilo: Ukraynalı seri katil, 52 kişiyi kaçırmış, tecavüz etmiş ve öldürüp yemiştir.

Yamyamlığın kısaca hikâyesi bu şekilde. Peki günümüzde durum nasıl? Günümüzde yamyam kabilelere ilişkin net bir bilgi bulunmuyor. Bir varsayıma göre Güney Afrika’nın iç ormanlarında yaşayan kabilelerde yamyamlık bir ritüel olarak devam etmektedir.

Son olarak güncel yamyam olaylarına değinirsek belki pek çoğumuzun aklında kalan olayı paylaşmak da yarar var.
“26 Mayıs 2012” tarihinde ABD’nin Miami şehrinde uyuşturucunun etkisinde olan Rudy Eugene sokakta yaşayan Ronald Poppo’ya saldırarak yüzünü parçalamış ve yemiştir. Eugene, polis tarafından vurularak durdurabilmiştir. Bu olay o dönem büyük ses getirmiş, özellikle medeniyetin merkezinde gerçekleşen bir yamyamlık vakası olarak oldukça dikkat çekmiştir.

Yamyam Rudy Eugene – Kurban Ronald Poppo (Huffpost.com)
Yamyam Rudy Eugene – Kurban Ronald Poppo (Huffpost.com)

Genel olarak değerlendirildiğinde yamyamlık ister dini bir ritüelin parçası olsun, ister psikolojik bozukluk sonucunda gerçekleşsin hala ürkütücü bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarih boyunca hemen hemen tüm kıtalarda gerçekleşme ihtimali olan yamyamlığın sadece korku filmlere ilham veren bir konu olarak kalmasını diliyorum.

Meraklısına Not: National Geopraphic Chanel’de bu konuyu ele alan güncel bir belgesel var: Yaşayan Yamyamlar (Search for the Living Cannibals). Piers Gibbon ve ekibinin Güney Pasifik’in uzak adalarına yaptığı yolculuğun oldukça ilgi çekici olduğunu belirtmek isterim. Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek isterseniz mutlaka göz atın.

Kaynakça:

 

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Güze yazınız için tebrik ediyorum. Miami yamyamı, LSD’nin modifiye edilmiş halinin etkisi altındaydı. Bu da yeni bir sınıflama olabilir aslında “dış etkenlerle oluşan yamyamlık” gibi.

  • Modern değil de ısrarla ilkel insana atfedilen bir olguya, günümüzde ve sözde modern toplumlarda da rastlanabileceğine dikkat çekmeniz güzel olmuş. Teşekkürler

  • BM Barış Gücü kapsamında 2004’de Kongo’da görevli bir arkadaşım, düşman kabilesi mensuplarının savaşçı ruhlarının ve güçlerinin kendilerine geçmesi amacı ile yapılmış bir yamyamlık olayına şahit olmuştu. İki kabile arasında çıkan bir çatışma sonrası kazanan taraf düşmanlarının cesetlerini parçaladıktan sonra pişirip yemişler.

  • merhaba,somut veriler toparlanıp olaylar sıralanmış bu gayet güzel….ancak yayyamlığın kökenine dair klasik bilimin kısırlığı burada da devam etmiş…yazınızı görünce acaba olaya bakışta bir değişiklik varmıdır umuduyla okudum ancak üzülerek bir değişiklik olmadığını gördüm..uzatmıyorum,yamyamlık vahşet çağından kalan bir mirastır…hominidlerin(insanımsıların) bir üst türe geçerken bu geçişin ruhsal temellendirilmesi olarak bir alt tür olarak kabul ettikleri insanımsıları yemelerinden ibarettir. neandertah bir alt türü yemişter, sapiens de neanderthali yemiştir. üst tür oluştukça alt türleri hayvan derecesinde görerek onu yemekle bunu perçinlemiştir….olaylar ve verilerden çıkan yorum budur…

Sinem Doğan

İstanbul Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi&Sosyoloji bölümlerinden mezun olduktan sonra İşletme Yönetimi/Yönetim ve Organizasyon alanında yüksek lisans yapmıştır. Şuan da reklam sektöründe çalışmaktadır.