Ben bir erkeğim. Kadınların biyolojik ve psikolojik açılardan erkeklerden daha üstün olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden onlara hayranlık duyuyorum.

Hayranlık duyduğum şeyleri de anlamaya, bilmeye çalışırım. Fakat itiraf etmeliyim ki kadınları anlamak konusunda büyük bir başarısızlık içindeyim. Özellikle davranışlarındaki sebep-sonuç ilişkilerini bir türlü çözemiyorum. “Bu söylediğime şöyle bir tepki verir.” diyorum, tahminimden çok farklı bir karşılık alıyorum. Aldığım bu hediyeyi kesin beğenir diyorum. Kibarca “aa ne güzelmiş!” diyor ama anlıyorum ki iki gün sonra değiştirme kartıyla mağazaya gidip hediyeyi değiştirecek. Bana “gak” diyorlar. Ben de “gak” anlıyorum zaten fakat meğerse “guk” demek istediklerini iş işten geçince fark ediyorum. “Süt siyah mıdır beyaz mıdır?” gibi bir tartışmaya girsem öyle çetrefilli bir dille öyle argümanlar öne sürüyorlar ki sütün beyaz olduğuna dair inancım sarsılıyor. Onları anlamak için dünyalarının ne kadar derinine inersem o kadar kaybolduğumu hissediyorum. Kompleks bir sisteme sahipler. Kafamı karıştırıyorlar. Diğer yandan, biz erkekler öyle değiliz. Basitiz. Davranışlarımızı öngörmek mümkün. Basit bir fomülümüz var sanki. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak – eminim ki aynı deneyimlere sahip hem cinslerim vardır – şöyle bir iddiada bulunuyorum: Kadınlar, düzenin var olmasını sağlayan KAOSUN yeryüzündeki temsilcileridir.

Neden böyle bir iddiada bulunduğumu kadın ve erkek arasındaki farklılıkları biyolojik açıdan inceleyerek açıklamaya çalışacağım.

 

Cinsiyete özgü kromozomlar farkın kaynağını oluşturuyor

Klasik bir bilgi; kadınlarda 46 kromozomun iki tanesi X kromozomudur. Erkeklerde ise 1 X, 1 Y kromozomu vardır. Şimdi biraz daha derine inelim ki bu kromozomların marifetlerini daha iyi anlayalım. Y kromozomunda “testis belirleyici faktör” (TDF) isminde bir gen bulunur. Bu gene “Y kromozomunda cinsiyet değiştirici” (SDY) de denir. Anne karnında gelişmekte olan sağlıklı bir ceninde Y kromozomu, yani SDY geni varsa, cenin testis geliştirmeye başlar. SDY yokluğunda ise yumurtalıklar oluşur. Her ne kadar her iki cinsiyette iki hormon bulunsa da miktarları ve etki alanlarına bağlı olarak erkek ve kadın cinsiyetlerine özgü özellikler geliştirmeye başlar.

Kadın ve erkek davranışlarındaki farklılıkların temeli anne karnındaki gelişim sırasında atılıyor

Davranışlarda erkeğe erkeksi, kadına kadınsı özellikler katan ve beyni etkileyen olaylar hamileliğin ikinci üç aylık evresinde başlar. Anne karnında gelişen erkek ceninin testislerinden salgılanmaya başlayan testosteron sinir hücrelerine girer. İlginç olan; belli sinir hücrelerinde aromataz adlı enzimin, testosteronu östrojenin bir formu olan östradiola çevirmesidir. Östradiol, hücreyi kendi bildiği gibi dönüştürmeye başlar. Yani erkek ceninin sinir hücrelerine etki eden ve beynin bir erkek beyni olarak gelişmesini sağlayan aslında kadınlık hormonudur [1, 3]. Erkekliğiyle ve testosteronuyla gurur duyan erkekler; bu çelişkinin farkında mıydınız acaba?

Annenin kanında dolaşan östrojenin ceninin davranış gelişimine bir etkisi yok

Annenin kanında ve plasentada (cenini annenin dölyatağına bağlayan, besin ve gaz alışverişini sağlayan organ) östrojen var. Bu durumda anne kaynaklı östrojenin cenine etki etmesi beklenebilir. Madem östradiolün beyne etki etmesi sonucu beyin erkekleşiyor, nasıl oluyor da kadın beyni erkeklikten korunuyor? Şu şekilde: Gelişmekte olan memelilerin kanında α-fetoprotein isimli bir protein bulunur. Bu protein sadece östrojene bağlanır ve östrojenin hücrelere etki etmesini engeller. Yani dişi cenin, gelişimi sırasında östrojen ve testosteron hormonlarına maruz kalmaz. Hormona maruz kalmayan beyin, kadın beyni olarak gelişir.

Gelişim tamamlandıktan sonra da cinsiyet hormonları beyni etkilemeye devam ediyor

Şimdiye kadar anlattıklarım şöyle bir intiba yaratıyor: İnsan gelişiminin temelinde, öngörülen bir beyin gelişimi yolu var. Bu gelişim yolu, beyne kadın beyni özellikleri katıyor. Fakat diğer yandan, kadınlık hormonundan etkilenmiş beyin erkeksileşiyor. Peki gelişim tamamlandıktan sonra beynin cinsiyet hormonlarına maruziyeti kesilirse ne olur? Bu soruyu sormak önemli, çünkü gelişmiş bir beynin sinir hücrelerinde testosteron ve östrojeni algılayan almaçlar bulunur. Yani hormonların hücrelerle teması hücrelerin özelliklerini etkileyebilir. Birkaç ay önce Kaliforniya Üniversitesi, San Francisco’daki araştırmacıların yayınladığı makalede bu konuyla ilgili çok çarpıcı sonuçlar var [2]. Deneylerinde normal erkek, normal dişi, kısırlaştırılmış erkek ve kısırlaştırılmış dişi fare kullanıyorlar. Bu farelerin beyinlerinin cinsiyete bağlı davranışları yönettiği bilinen bölgelerinde ifade edilen belli genlerin üretim miktarlarını karşılaştırıyorlar. Bu genlerin cinsiyete bağlı davranışların oluşumunda etkili olduğu daha önceden biliniyor. Dolayısıyla miktarlarındaki değişimler davranışlarını da etkileyebilir. Görüyorlar ki, normal erkek beyni ile normal dişi beyninin gen ifade profilinde kayda değer farklar varken, bu farklar erkeğin kısırlaştırıldığı durumda azalıyor. Yani testosterona maruz kalmayan erkek beyni kadın beynine benzemeye başlıyor. Fakat dişi fare kısırlaştırıldığında beynin gen ifadesi profilinde büyük farklar görülmüyor. Bu bulgular yukarıda anlattıklarımın sonucunda oluşan intibayı destekler nitelikte.

Adem, Havva’dan geliyor olabilir mi?

Tüm bu bilgiler ve deney sonuçları bizi şu yargıya götürebilir. Dişi beyni, baslangıç, çıkış noktası, yani temelde, özde olandır. Bu beyin formatına erkeklik hormonuyla ince ayar çekildiğinde ortaya erkek beyni çıkar. Yani erkek, adeta kadının farklılaştırılmış bir versiyonu.

Bugüne kadar hep Havva, Adem’den geldi diye bilirdik. Yoksa Adem mi Havva dan geldi? Adem’in özü Havva mı?

Kaossuz olmaz.

Şimdi söyleyeceklerimin kendi görüşlerim olduğunu belirtmeliyim. Yazı boyunca anlattıklarımın kendi çapımda yaptığım sentezinin spekülatif bir yorumu. Yani tartışmaya ve eleştiriye açık.

Canlılığın, hatta varlığın temelinde kaos yatar. Birbiri içine giren ve birbirinden etkilenen karmakarışık sistemler, ortaya çıkardıkları düzenin parçalarıdır aslında. Doğayı düşünün: Binlerce tür hayvan, bitki, böcek, bakteri… Sanki hepsinin kendine has bir görevi var ve bu görevlerini ciddiyetle icra ediyorlar. Bu sırada da birbirleriyle etkileşim içine giriyorlar. Onları yöneten merkezi bir sistem yok. Aslolan tam bir kaos. Kaosun sonucu bir sistem, yani bir düzen ortaya çıkıyor. Canlılar bu düzen sayesinde varlığını devam ettirebiliyor.

Kadınları doğaya benzetirim. Doğada da hep bir kadın figürü vardır. Bundan olsa gerek, efsanelerde doğa “ana” olarak nitelendirilir. Örneğin toprak, doğurganlığı ve karşılıksız özverisi ile, anneye benzer. Kadının olmadığı yer yapaydır, estetikten yoksun, yani çirkindir. Aynen doğanın olmadığı yer gibi. Doğa kaostur. Anlaması zordur. Şaşırtır insanı. Tıpkı kadın gibi. Ve düzen, kaosa hayrandır. Ona ulaşmak ister, termodinamik yasalarının dediği gibi.

 

Kaynaklar

[1] M. W. Wu ve N M. Shah, 2011. Control of masculinization of the brain and behavior. Current Opinion in Neurobiology 21: 116-123.

[2] X. Xu vd., 2012. Modular genetic control of sexually dimorphic behaviors. Cell 148: 596-607.

[3] D. Purves, 2007. Neuroscience, Dördüncü Basım.

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Öncelikle bu güzel bilgileri burada açık ve kolay anlaşılır şekilde ifade ettiğiniz için teşekkürler. Bir biyolog olarak bu bilgiden yoksun olduğumu belirtmeliyim. Kadın yapısını ifade ediş biçiminizi çok beğendim. Elinize sağlık.

  • Selam, kadin ve erkek davranis bicimleri %80 dis faktorlerden etkilenen ve sosyal yapinin belirledigi durumlardir. Hormonal etki %20 lik bir kisimdir. Kadin da sizin dusundugunuz turden kaos, yani dogada da olan duzensizlik ve duzene egilim hem erkege hem de kadina ozgu durumlardir.Davranis farkliliklarini dogasinda ureme odakli kromozomlarimiza yuklemeniz cok yanlis bir dusunce,bana gore.Kadin ve erken biyofizyolojik yapiyi arastirmak icin evrimsel biyolojiyi kullanmaliyiz. Bu sekilde degil. Davranislarimizin kokeni tamamiyle sosyal ve biyoloji evrimle aciklanabilir. Ben yazinizda evrimle ilgili hicbir baglanti goremedim. Ayrica ilk videonuzda kadinlari tanimak icin bir icattan bahsediliyor, bu anlayis kadini asagilamak ve aptal bir forma sokmaktir. Erkekler ile ilgili duz fikirli anlayisi bir uydurmadir. Bu kavramlar toplumsal yapinin urunudur. Bu bakimdan yazinizi elestirmek istedim. Bunun yaninda kromozomlar ile ilgili yapilmis makale arastirmalari icin tesekkurler.

  • Öncelikle beni tebrik eden ve eleştiren okurlara teşekkür ediyorum. Her iki tutum da bir yazar için en büyük motivasyon kaynağıdır. Tabi ki eleştirilere cevap vermek gerekir. Elif Hanım’a cevabım şu şekildedir:

    Dış faktörlerin davranışlarımız üzerindeki etkisini reddetmek mümkün değil. Fakat ilginç olan fare modelinde tek genin varlığının veya yokluğunun davranışlar üzerinde etkisinin görülebilmesi. Bu yazıyı hazırlarken ilham aldığım Xu et al’ın “Modular genetic control of sexually dimorphic behaviors” makalesini ayrıntılı inceleyecek olursanız, hormonlara bağlı olarak ifadelerinde farklılık gözlenen genlerin olduğunu göreceksiniz. Bu genler arasından Cckar, Irs4 ve Sytl4 genleri seçilip bu genlerin knockout modelleri çalışıldığı zaman kadın ve erkeğe has olan davranışlarda değişiklikler gözlenmiş. Örneğin; Cckar knockout’u dişilerde “cinsel isteksizlik” olarak düşünebileceğimiz davranışlar görülmüş. Irs4 knockout’u dişilerde annelik içgüdülerinde kontrol grubuna kıyasla farklılıklar gözlenmiş. Sytl4 knockout’u erkeklerde muhtemelen testeron seviyesindeki artışa da bağlı olarak saldırganlıkta artış fark edilmiş. Varmak istediğim nokta şu; mutant modellerin kullanımıyla da kadın-erkek davranışları incelenebilir ve moleküler mekanizmaları ortaya çıkarılabilir. Evrimsel biyolojinin bu konuların çalışılması için kullanılabilecek tek yöntem olduğunu iddia etmek doğru olmaz. Sadece evrimi düşünerek bu makaleyi yazacak olsaydım da Y kromozomunun X kromozomundan evrilmiş olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak aynı iddialarda bulunabilirdim.

    Videoyla ilgili görüşleriniz sayesinde ilginç bir gözlem yapma şansım oldu aslında. Biz insanlar aynı şeye bakıyor olsak da çok farklı algılayabiliyoruz. Birçok şeyden etkileniyor görüşlerimiz; cinsiyet, deneyim, ortam, yaş vs. Benim anlayışıma göre bu video, kadınları derin ve ince düşünen, karşısındakinin bunu anlamasını umutsuzca bekleyen taraf olarak betimlerken erkekleri, saf, basit, net, fazla derinlere inemeyen, bu yüzden kadınları hiç anlayamacak olan taraf olarak tarif ediyor. Kendi deneyimlerimden bunun doğru olduğunu da düşünüyorum zaten. Kaldı ki bu anlayış yeni birşey değil. Sadece Türk toplumunda değil başka birçok millette de şu sorunun sorulduğunu duydum: “Kadınlar ne ister?”.

    Kadınları aşağılayabilecek bir zihniyette ve böyle bir niyet içinde olmadığımın makalenin genelinde vermeye çalıştığım mesajdan anlaşıldığına eminim. Gerçi kadın-erkek meseleleri tehlikeli sulardır. Kalemimden çıkan her kelime aleyhime delil olarak kullanılabilir. Dediğim gibi kötü bir niyetim yok. Yanlış anlaşılmak istemem. Sürç-i lisan ettiysem affola.

  • Süper bir yazı. Harika ironilerle de süslenmiş. Bne de sana meşhur fıkrayı hatırlatayım.
    “Alaettinin lambasından çıkan cin sormuş talihli adama sormuş; Dile benden ne dilersen. Ben iş adamıyım ve çok sık ABD’ye uçmak zorundayım ve uçaktan çok korkuyorum. Bu yüzden ABD ile Avrupa arasında yol inşa edilmesini istiyorum. Cin de bu işin adeta imkansız olduğunu, başka bir istekte bulunmasını istemiş. Adam “Madem öyle ben de kadınları anlıyabilme yetisi kazanmak istiyorum deyince bizin Cin, CİN ÇARPMIŞA dönmüş. Efendim ABD – Avrupa yolunu kaç şeritli istiyorsunuz diye önceki dileğine rücu etmiş. Kadınları anlamak bie erkek için nerdeyse imkansız. Sen de pek güzel anlatmışsın tebrik ediyorum.

  • Merhaba öncelikle yazınızı çok beğendim. Fakat kafamın karıştığı ve sormak istediğim birşey var. Cinsiyetten bağımsız olan dişi ve erkek beynin oluşumu burdaki östradiol salgısının miktarıyla mı alakalıdır? Gerçi bu durumda bir kadının erkek beynine sahip olması mümkün görünmüyor. Şimdiden teşekkürler

Erdem Erikçi

Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nde eğitim aldı. 2009′da Almanya’da Max Planck Enstitüsü’nün Göttingen yerleşkesinde başladığı doktora eğitimini Şubat 2014'te tamamladı. Şuan büyük veri analizi üzerine özel bir firmada çalışıyor. İlgi alanlarını doğa, kampçılık, yamaç paraşütü, müzik ve biyoloji şeklinde sıralıyor.