Bir bilim adamı önce okur. Sonra yine okur. Bir miktar daha okuduktan sonra bir değişiklik yapıp okumadıklarını da okur. Sonra düşünür, hipotezini kurar ve deneylerine başlar. Hipotezini destekleyen sonuçlar üretebilirse bunu yazar ve yayınlar. Hipotezi desteklenmiyorsa, ne olup bittiğini anlayabilmek için tekrar okumaya başlar. Döngü bu şekilde devam eder gider.
Okumak, gerçek bir bilim adamının gerçekleştirdiği en elzem aktivitedir. Öyleyse bilim adamının okuyabilmesi için gerekli koşulların sağlanması gerekir. Bu koşullar bilimsel dergilere sınırsız erişimin sağlanması şeklinde olmak zorundadır ve bu, bilim adamının bulunduğu üniversitenin veya enstitünün kütüphanesinin sorumluluğu altındadır. Günümüzde kütüphaneler bu sorumluluğu yerine getirmekte güçlük çekiyor. Bunun sebebi, sayıları binleri bulan bilimsel dergilerin üyelik masraflarını karşılamak için büyük maddi kaynaklara ihtiyaç duymaları. Araştırmacıların hizmetine ihtiyaç duydukları zengin ve sürekli güncellenen arşivler sunulamadığı zaman bilgi paylaşımı ve dolayısıyla bilimsel ilerleme konusunda aksamalar meydana geliyor. Bu yazımda sorunun kaynağını inceleyeceğim ve çözümüne yönelik yapılabilecekleri aktaracağım.
Akademik yayıncılık sektörü
İlk hakemli bilimsel dergi 1665 yılında Philosophical Transactions adı altında yayınlanmaya başlanmış. Günümüzde ise 2.000 yayın evi, 23.000 dergiyle bilim, teknik ve tıp alanında yılda 1,5 milyon adet hakemlerce değerlendirilmiş (peer-reviewed) makale yayınlıyor. Aşağıdaki şekilde görüleceği gibi tüm makalelerin %50’ye yakını, Elsevier, Wiley, Springer ve Taylor&Francis (Informa) isimli yayınevleri tarafından piyasaya sürülüyor.
Yaklaşık 19 milyar dolarlık akademik yayıncılık pazarının gelirlerinin dörtte biri bu dört büyük yayınevi tarafından paylaşılıyor. Aşağıdaki tabloda bu yayınevlerinin 2011 yılına ait gelirlerini, net kȃrlarını ve kȃr marjlarını karşılaştırabilirsiniz.
Zenginin malı züğürtün çenesini yorarmış. “Akademik yayıncılık işinde çok para var. Bu işe bir el atmak lazım.” gibi bir öneride bulunmaya niyetim yok. Amacım, bilimsel yayınlara bağımlı olan bir bilim adamı olarak bu sektörün para kazanma sistemini eleştirmek. Sisteme öyle bir kapitalist anlayış hâkim ki, bilgi paylaşımına ciddi anlamda darbe vuruluyor. Fakat önce sistemin nasıl işlediğini anlayalım.
Bilimsel bir makalenin yayınlanma süreci
Olağan bir bilimsel makalenin yayınlanmadan önce izlediği süreç şu şekildedir: Bilim adamı makalenin taslağını hazırlar ve çalıştığı alanda makale yayınlayan bir dergiye gönderir. Derginin editörü, taslağı yayınlamaya değer bulduysa hakemlere yönlendirir. Hakemler bilgi ve tecrübelerinin ışığında taslakta sunulanları değerlendirirler ve eğer onlar da makalenin dergide yayınlanmasında sakınca görmedilerse metnin geliştirilmesi için bazı eklemeler ve değişiklikler isteyebilirler. “Şu şu deneylerin de sonuçlarını ekleyin, şu şu soruya cevap bulmanız gerekiyor, kullanılan bu istatistiki yöntem yerine şunu kullanmalısınız, başlığı şu şekilde değiştirin, metinin düzenini şu şekilde ayarlayın” gibi yorumları birer rapor halinde dergi editörüne yollarlar. Editör bu raporları inceler ve taslağın yazarına bildirir. Yazar gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra editöre geri döner. Eğer editör ve hakemler yapılan değişikliklerden tatmin olmuşsa basım için son ayarlamalar yapılır ve makale nihayet yayınlanır.
Yayınevlerinin olağanüstü kȃr marjlarının kaynakları
Bir makale yayınlanmadan önce, bilim adamı yaptığı çalışmanın finansmanını devlet, üniversite, araştırma enstitüsü gibi kaynaklardan sağlamıştır. Makale dergide kabul edildiği takdirde yazarın emeğinin karşılığının dergi tarafından maddi olarak ödenmesi söz konusu değildir. Aksine bazen, yazar “yazarlık ücreti” adı altında dergiye belli bir meblağ öder. Ayrıca dergi yayınlanmadan önce makalenin tüm telif hakları yayınevlerine devredilir. Yani yazarın, kendi yaptığı çalışmanın kendi yazdığı makalesine ulaşabilmesi için dergiye tekrar para ödemesi gerekir. Hakemler, dergi editörü tarafından benzer konularda çalışan bilim adamları arasından seçilir. Taslak yorumlaması işi onlar için bir prestij kaynağıdır. Aynı zamanda hakemler, yapılmış bir çalışmadan yayınlanmadan önce haberdar olma ayrıcalığına sahip olurlar. Fakat sağladıkları bu servis karşılığı maddi herhangi bir beklentileri yoktur. Yani bir nevi, bilgi ve tecrübelerini dergiye bağışlarlar. Bu zincirde sadece editörün maaşı dergi tarafından ödenir. Hattâ bazı dergilerin editörlüğünü de bilim adamları yine maddi bir karşılık olmadan yaparlar. Kısacası akademik yayınevleri, yazarlık, hakemlik ve bazen de editörlük servislerini bedavaya getirir, üzerine bir de ücret talep eder.
Yayınevleri kütüphanelere üyelik satar ki bu üyelik ücretleri bol sıfırlıdır. Örneğin Elsevier’in Biochimica et Biophysica Acta dergisinin yıllık üyelik ücreti 20.930 dolar. Dergilerin basılmış hali kütüphanelere sadece birkaç kopya halinde postayla gönderilir. Fakat kütüphaneden yararlananlar makalelere çoğunlukla internet üzerinden erişir. Yani dergilerin kağıda basılmış hali günümüzde pek de gerekli değildir. Bu sayede yayınevleri basım ve dağıtım masraflarından tasarruf eder. Ayrıca basılmış dergilere ve internet sitelerine reklâm alarak da ek gelir sağlar.
Müşterinin pazarlık etme kabiliyetini düşürmek için yayınevlerinin uyguladığı ilginç bir taktik ise kütüphanelere dergi paketleri sunmak. Yani kütüphane, üye olmak istediği bir dergiyle aynı pakette sunulan ama istenmeyen başka bir dergiye de üye olmak zorunda bırakılır. Dolayısıyla üyelerine geniş bir arşiv sağlamak isteyen kütüphaneler bütçelerinin büyük bir bölümünü dergilerin yayınevlerine vermek zorunda kalır. Dünyanın en geniş arşivine sahip Harvard Üniversitesi Kütüphanesi’nin dergilere ödediği para yılda 3,5 milyon dolar. Harvard zengin bir üniversite olmasına rağmen kütüphanesinin yüksek maliyetlere ve sürekli artan fiyatlara dair yakınmaları geçenlerde gazetelerde çıktı. Kaçınılmaz olarak bazı üyeliklerini iptal edeceklerini söylüyorlar. Akademisyenleri “açık ulaşım” imkanı sağlayan dergilere yönelmeleri konusunda teşvik ediyorlar. Harvard bile böyleyse gelişen ülkelerin üniversiteleri ne yapsın?
Kullanılan işletme sistemi ve pazarlama taktiği sonucu yayınevlerinin %32-42 aralığında değişen kȃr marjlarına ulaşması hiç şaşırtıcı değil. Aslında her sektörün kendine özgü kȃr marjı olur. Örneğin parekende satıcılığın kâr marjı %3-4 civarındadır ki dünyanın en yüksek gelire sahip firması Wal-Mart %3.5 kâr ediyor. Yatırım maliyetleri düşük düzeyde olan yazılım firmaları nispeten yüksek kâr oranlarına sahiptir. Örneğin, Facebook’unki %17 ve Google’ınki %25. Eğitim, iş dünyası ve tüketime yönelik kitap basımında dünya lideri olan Pearson yayınevinin kâr marjı %10 civarında. Elsevier yetkilileri, yüksek kâr oranlarını verimli çalışma prensiplerine bağlıyorlar. Hiç de haksız sayılmazlar: Yayınlanan makalelerin yazarlarına herhangi bir kaynak sağlanmaması, hakemlik ve bazen editörlük hizmetinin bedavaya getirilmesi, üstüne telif haklarının elde edilerek yüksek fiyatlara satış yapılması, günümüzde dergilerin dağıtımının internet üzerinden yapılabilmesi sonucu şirket için oldukça verimli bir işletim sisteminin ortaya çıkması kaçınılmaz!
Çözüm önerileri
Akademik yayıncılığın bencil düzenine karşı herkesin yapılabileceği bir şeyler var. Cambridge Üniversitesi’nden matematikçi Tim Gowers’ın önayak olduğu “The Cost of Knowledge” isimli, özellikle Elsevier’i hedef alan bir protesto kampanyası sürüyor. Web sitesine girerseniz imzalayabileceğiniz bir dilekçe göreceksiniz. “Elsevier’de makale yayınlamayacağım, hakemlik yapmayacağım veya editör olmayacağım.” diyerek imzalayabiliyorsunuz. Bu yazı yazıldığında 11.940 kişi imza atmıştı. Ama “Meselâ Cell bir Elsevier dergisi. Orada bir makale yayınlama fırsatım olursa boykotun arkasında duramam.” derseniz sizi anlarım. Bu durumda şöyle bir öneride bulunuyorum: Beyaz Saray’ın bir uygulaması var. Herhangi bir konuda hazırlanan bir dilekçe 30 gün içinde 25.000 kişi tarafından imzalanırsa Beyaz Saray çalışanları dilekçeyi dikkate alıyorlar. İmzalamak için ABD vatandaşı olmaya gerek yok. Şu anda “vergi ödeyenlerce finanse edilmiş araştırmaların makalelerine internet üzerinden ücretsiz ulaşımının sağlanması” başlıklı bir dilekçe mevcut. 25.000 imzaya ulaşmak için 19 Haziran’a kadar zaman var. Bu yazı yazıldığında 4.339 imza daha gerekliydi. Sizin için küçük ama insanlık için büyük bir imza atabilirsiniz.
Bugüne kadar bilimsel bilginin yayılması misyonunu üstlenen akademik yayınevleri, bilgi paylaşımın hızlandığı ve ucuzladığı günümüzde bilim adamlarının emeğini ve devlet kaynaklarını sömüren bir konumdadır. Sorun, akademik yayıncılığın kâr amacı güdüyor olması değil. Sorun, adil olmayan çıkar dağılımı ve bilgiye erişimin kısıtlanması. Bu konuda bilinçli bir direniş göstermek bilimin geleceği için önem arz ediyor.
Ana sayfa resmi: Flickr’da Giulia Forsythe’nin CC BY-NC-SA 2.0 izinli eserinden değiştirilerek kullanıldı.
herseyemaydanoz.com ‘daki yazılarınız gibi bu da oldukça ilginç ve çarpıcı. Sayenizde her konuya farklı bir açıdan bakmayı öğrendim. Bu bilimadamlığının bir getirisi olsa gerek.. Yazılarınızın devamını merakla ve heyecanla bekliyorum, bekliyoruz…
Az önce kontrol ettim. Dilekçenin Beyaz Saray tarafından göz önünde bulundurulması için gereken 25000 imza toplanmış. Akademik yayınların en büyük tüketicisi ABD’de yayınevlerine karşı gerekli düzenlemeler yapılırsa sorunun çözümü için önemli bir adım atılmış olur. Durmak yok yola devam. 25000 sayısı ne kadar aşılırsa Beyaz Saray yetkililerin göz bebekleri o kadar büyüyecektir. İmzalamaya devam lütfen.
pardon da -bilim “adamı”- kullanımı tedavülden kalkalı çok olmadı mı acaba? artık günlük gazeteler bile bu dili kullanmıyor.
Son birkaç yıldır “bilim insanı”‘nın daha çok kullanıldığı doğru fakat “bilim adamı” tedavülden kalkmış değil. Şahsi tercihim “bilim adamı”‘nı kullanmak yönünde. Bu kelimeyle büyüdüğüm için kulağıma daha hoş geliyor belki. Ata erkil toplum yapısının “bilim adamı” kavramının ortaya çıkmasında etkisi olabilir. Fakat benim kadın-erkek ayrımını vurgulamak gibi bir niyetim asla yok. Türkçe, zamanla “bilim insanı” kelimesini sindirecektir. Böylece hangi ifadenin kullanılacağı tercih meselesi olmaktan da çıkar.
İmza kampanyası 27401 oyla sona erdi. Hiç fena bir rakam değil. Obama’nın gözleri fal taşı gibi açılacaktır. Yine de herşeyi devletten beklememek lazım. Akademik yayıncılıkta alternatifler için şu yazımı tavsiye ederim: Alternatif Yayıncılık
http://www.herseyemaydanoz.com/geyik.php?haberid=650#comment-561730089