Merchants of Doubt (Kuşku Tüccarları)
Naomi Oreskes ve Erik Conway
Bloomsbury Press, New York
355 sayfa, kaynakça, dizin

Geçen şubat ayında Amerikalı muhafazakâr düşünce kuruluşu Heartland Enstitüsü’nün bazı iç yazışmaları kamuoyuna sızdırıldı. Bu belgelere göre birkaç kişisel veya kurumsal bağışçı tarafından desteklenen Heartland, küresel ısınma inkârcılarına maddi destek sağlıyordu. Meselâ, Craig Idso adlı küresel ısınma inkârcısı blog yazarı, bu iş karşılığında enstitüden ayda 10.000 dolardan fazla para alıyordu.

Heartland önce bu belgelerin uydurma olduğunu iddia etti, ama bu sırada belgeleri sızdıran kişi ortaya çıktı ve belgeleri değiştirmeden açıkladığını bildirdi. Bir bilim adamı olan Peter Gleick, sahte bir kimlikle bu belgeleri şirketten sızdırmayı başarmıştı. Bunu yapmasının sebebiniden bahsederken ise “iklim bilimleri ile iklim bilimcilerine saldıran ve [küresel iklim değişikliğine dair] tartışmayı önlemeye yönelik —çoğunlukla isimsiz, geniş maddi destekli ve iyi koordine edilmiş çabalar”a değindi.

Alıntıdaki vurgu bana ait. Bu yazıda tanıtacağım kitap, Kuşku Tüccarları, tam da bu yöntemleri ve dört ustasını anlatıyor. Bunlardan biri, bu sızıntıya göre Heartland’ın ayda 5.000 dolar ödediği Fred Singer, diğerleri ise Frederick Seitz, William Nierenberg ve Robert Jastrow (Şekil 1A-D).

Şekil 1. (A) Frederick Seitz, (B) Fred Singer, (C) William Nierenberg, (D) Robert Jastrow,

İlk başta Seitz ve Nierenberg’in sigara-kanser ilişkisine itirazlarıyla başlayan bu beraberlik, Ronald Reagan’ın Yıldız Savaşları da denen silâhlanma projesine verdikleri destekle devam ediyor, hattâ buna destek için George C. Marshall Enstitüsü adı altında kurumsallaşıyor. Seitz ve Nierenberg ile onlara katılan Singer ve Jastrow, ozon deliğine insanların sebep olduğu gerçeğine de karşı çıkıyor, nükleer silâhların dünya iklimini etkileyebileceğini ileri süren bilim insanlarına da itiraz ediyor, DDT adlı böcek öldürücüsünün canlıların vücudunda birikerek insanlara ve diğer canlılara zarar verdiğini de inkâr ediyor, ve nihayet, küresel ısınmanın varlığını reddetmek için bin dereden su getiriyor. Yalnızca verilere itiraz etmekle kalmıyor, bu konulardaki bilimsel uzlaşmaları da inkâr ediyorlar.

Burada her konunun ayrıntılarına girmem mümkün değil, o nedenle kuşku ticaretinin örneklerini sigara-kanser ilişkisi üzerinden vereceğim.

Sigara içmek kansere sebep olur mu?

Bu sorunun cevabının evet olduğunu hemen herkes biliyor, ama bu günlere kolay gelinmedi.

ABD’liler 1950’lerde sigara tüketimi ile akciğer kanseri arasındaki ilişkiyi fark ediyor. Bu bir anda meydana gelmiyor, bilimsel verilerdeki boşluklar zamanla yeni çalışmaların sonuçlarıyla dolduruluyor. Her gelen veri, sigaranın akciğer kanserine (ve başka hastalıklara) sebep olduğunu daha da doğrularken, tütün sanayii kendi pazarını daraltacak bu gelişmeleri izlemekle yetinmiyor.

İlk olarak, gazetecilere bazı sorular gönderiliyor, meselâ: Neden akciğer kanseri cinsiyet ve yaşa göre farklı oranlarda görülüyor? Sigara bağlı olsa bunların aynı oranda olması gerekmez miydi? Aslında bilim insanları bunun sigara tüketimindeki cinsiyet ve yaş farklarına paralel olduğunu, dolayısıyla sigara-kanser ilişkisini desteklediğini biliyor, ama gazeteciler bilmiyor. Onlar da kendi bilmediklerini hiç kimsenin bilmediğine hükmedip, sigaranın kansere sebep olduğuna dair ciddi şüphelerin varlığına ikna oluyor ve buna göre haber yapıyor.

Böylece anlaşılıyor ki sadece soru ortaya atarak bile artık kesinleşmiş bir konu tartışmalıymış gibi gösterilebilir.

Dahası var. Tütün sanayii basından her iki tarafa eşit söz hakkı tanınması için bastırıyor. Böylece sigaranın kansere sebep olduğunu keşfetmiş uzman bilim adamlarıyla bunlara sanayinin çıkarı için karşı çıkan, konunun uzmanı da olmayan birkaç kişi herkesin gözünde aynı kefeye konuyor.

Ortaya atılan sorulara bilim adamlarının verdiği cevapların bir önemi yok. Halkın, yöneticilerin, hukukçuların kafasının karışması, “bu bilimsel sonuçlar kesin değil galiba” demesi yeterli. Çünkü o zaman sigaraya karşı bir önlem getirilemiyor, sigara nedeniyle kansere yakalananlar tazminat alamıyor.

Ama deliller birikip de 1964’te ve 1967’de ABD’nin en üst düzey sağlık yetkilisi, sigaranın kansere sebep olduğunu kesin olarak dile getirince sanayi de strateji değiştiriyor. “Madem kuşku kalmadı, biz yaratalım” diye kansere sebep olabilecek başka şeylerin araştırılmasına para sağlanıyor. Burada devreye, eski ABD Bilimler Akademisi Başkanı olan Frederick Seitz girip 43,4 milyon dolarlık araştırma fonunun dağıtımını üstleniyor. Seitz’ın görevi öyle araştırmacılar bularak araştırmalarını desteklemek ki, hem gelecekte “Kanserin başka sebepleri de var” diye kuşku sürdürülebilsin, hem de mahkemelerde sigara sanayii lehine şahitlik yapacak yandaş bilim adamları yaratılsın.

Bütün bunlar yazarların tahmini değil, sigara şirketlerinin sızdırılmış veya mahkemelerce açığa çıkarılmış iç yazışmalarından öğrenilmiş gerçekler.

Edilgen (pasif) içicilik ve kanser

Sigaranın kansere sebep olduğuna dair deliller iyice birikip iş kesinleşince, araştırmacılar bir de sigara içmeyenlerin etraftaki sigara dumanından ne kadar etkilendiğini araştırmaya başlıyor. İlk deliller, edilgen içicilerin de kansere yakalanıyor olabileceğine işaret edince Japonya’dan Takeşi Hirayama, kendi sigara içmeyen, ama kocası sigara içen 540 kadını mercek altına alıp şunları buluyor:

  • Kocası sigara içen kadınlardaki akciğer kanseri oranı, kocası sigara içmeyenlerinkinden yüksek.
  • Ne kadar sigara, o kadar kanser: Sigara içmeyen bir kadının kocası günde ortalama ne kadar sigara içiyorsa, kadıncağızın akciğer kanserine yakalanma ihtimali de o kadar yüksek.
  • İçki aynı etkiyi göstermiyor. Sigaraya bağlı olmayan kanserlerin oranı da değişmiyor. Yani gözlenen etki, tütüne özgü.

Bu dört dörtlük bilimsel çalışmanın sonuçları kesin: Sigara dumanı, sigara içmeyenlerde de akciğer kanserine sebep oluyor.

Bu verilerle sigara dumanı artık çevresel bir sorun haline geldiğinden ABD Çevre Koruma Dairesi (EPA) işin içine girip bilimsel bir rapor hazırlıyor. Rapora göre çevresel sigara dumanı erişkinlerde az da olsa kansere sebep oluyor, ama daha vahimi, çocuklardaki zatürre ve bronşit vakalarını artırıyor.

Aslında sigara sanayii bütün bunları bilim insanlarından bile önce fark edip bu konuda ne yapacağını hesaplamaya başlıyor. Bunların ortaya çıkması çok endişe verici; zira başkalarının sağlığını etkileyen bir maddeyi savunmak çok zor: Hadi sigara içerek kendini zehirledin diyelim, ya başkaları, hele ki çocuklar?

Derhal savaş açılıyor. Bilim insanları öne çıkarılarak önce araştırmaların açıkları bulunmaya çalışılıyor, tam sayfa gazete ilânlarıyla araştırmanın hatalı olduğu duyuruluyor.

Sonra sıra araştırmayı yapan kuruma, EPA’ya geliyor. Paravan şirketler aracılığıyla yüz binlerce dolar halka ilişkiler firmalarına aktarılarak EPA’yı eleştirmeye özel broşür çıkarılıyor, kitap basılıyor. Bilim adamlarının birçok defa yanıldığı, bunun da o durumlardan biri olduğu hikâyesi basına pompalanıyor. EPA’nın raporunun bilim dünyasında çok eleştirildiği yalanı atılıyor. Basın bunları olduğu gibi yayınlarken bilim insanlarının ve EPA’nın cevaplarını duymazdan geliyor,  güçlünün tarafını tutuyor.

Bitmedi. Sigara içenlere kılavuz hazırlanarak “sigara dostu” şirketleri tercih etmeleri tavsiye ediliyor, uçuşlara sigara yasağı getiren British Airways’in boykot edilmesi isteniyor. Sylvester Stallone’a en az beş filminde, sigara içen (ama) sağlıklı adamı oynaması için toplam yarım milyon dolar ödeniyor.

Bütün bu çabalar, çevresel dumana karşı önlemleri engelleyemiyorsa da geciktiriyor. Bu gecikme, endüstriye zaman ve para kazandırıyor.

Niye bu adamlar?

Kitabın en önemli özelliği bunun ne ilk ne de son olduğunu göstermesi: Aynı kişileri, sigara konusundan başka, asit yağmurunun, ozon deliğinin, küresel ısınmanın varlığını, olmadı önemini inkâr ederken, önemli olduğu anlaşıldığı zaman bunların nasıl olsa teknolojiyle çözüleceğini ve aslında herhangi bir şey yapılması gerekmediğini, yapılması gerekse bile yapılmamasının daha ucuza mal olacağını savunurken görüyoruz. Devletin etkinliğini sürekli azaltmaya çalışan bu kişiler, Ronald Reagan’ın Yıldız Savaşları projesine ise büyük destek veriyor!

Aynı kişiler, ne zaman bilimsel veriler sanayinin çıkarına dokunacak olsa harekete geçiyor ve bilimsel görüşlerin kamuoyunca anlaşılmasını engellemeye çalışıyor. Bazen biri başrolü oynuyor, bazen diğeri.

Ve bu işi çok iyi beceriyorlar. Hepsi, vaktiyle ya kendi alanlarına ya da soğuk savaşın kazanılmasına yönelik önemli bilimsel veya teknolojik katkılar yapmış bilim insanları… Ve bundan gelen prestijlerini, kamuoyunu ve basını etkilemek için kullanıyorlar. Şimdi ele aldıkları konularda uzmanlıkları yok. Verileri çarpıtan, okuyanı yanıltan bildiriler, raporlar hazırlıyor, veya hazırlanmasına aracı oluyor, bilimsel görüşleri kamuoyuna yanlış aktarıyorlar. Bilim insanlarına, araştırmalarına saldırıyor, uzmanların kamuoyu, basın veya siyasilerin gözündeki güvenilirliğini azaltıyor ve onları yıldırıyorlar. Basını çok iyi kullanıyor, tüm uzmanların görüş birliğinde olduğu konularda dahi kendi karşıt görüşlerine en az aynı ağırlıkta yer verilmesini sağlıyor, sanki o konuda hâlâ önemli bir bilimsel tartışma varmış havası estiriyorlar. Özellikle büyük basın organlarında sadece kendi görüşlerinin yayınlanmasını, bilimsel görüşlerin ise ancak yine bilim adamlarından başkasının okumadığı dergilerde kalmasını sağlıyorlar.

Dördünün de hedefi hep aynı ve çok açık: Beğenmedikleri bir bilimsel görüş hakkında tozu toprağa katıp şüphe uyandırarak o konuda somut adım atılmasını engellemek.

Farklı durumlarda benzeri ama yine de değişik yöntemlerin aynı kişilerce uygulandığını gördükçe aklıma küçükken izlediğim çizgi diziler geldi. Bu bilim adamları, her bölümde karşımıza yeni bir hain plânla çıkan İskeletor gibi görünmeye başladı gözüme.

Benzeri oyunlar: Şimdi ve burada

Bütün bunları okurken, ister istemez aklıma geçen yıl Wikileaks sızıntısıyla ortaya çıkan entrikalar da geldi.

Külebi ve Eren’in (2011) bu sızan belgeler üzerindeki incelemesinden öğreniyoruz ki Türkiye’deki genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimine ve tüketimine yönelik görüşlerin olumsuzluğundan yakınan ABD’nin Türkiye temsilcileri, ülkelerine yolladıkları kriptolarda bu yöndeki bilim propogandasının ipuçlarını veriyor. GDO’ların yaygın kullanımını savunan bir uzmanın Türkiye’deki üniversitelerde vereceği konferanslar ve Bilim ve Teknik dergisine vereceği mülâkat Amerikalı yetkililerince ayarlanmış (Şekil 2A). Dergiye bakılınca (Şekil 2B) bu uzmanın Illionis Üniversitesi’nden Prof. Bruce Chassy olduğu anlaşılıyor. Kendi laboratuvarından 1998’den bu yana araştırma makalesi yayınlamamış, üniversitesinin sitesine göre yeni doktora öğrencisi kabul etmeyen ve tüm zamanını GDO savunmasına ayırmış Chassy’nin bu akademik profili, bahsettiğim dörtlününkine çok uyuyor. Chassy’nin bu konuda ilk bakışta mantıklı yüzeysel bilimsel cevaplarla işin ardındaki ekonomik ve siyasi gerçeklere değinmediğini görüyoruz, özellikle Öztürk’ün (2011) incelemesinde.

GDO’lar konusundaki bilimsel tartışma hâlâ sürüyor. Ancak bu girişimin bu tartışmadaki yeni veri ve kararlara, özellikte aleyhte olanlara, saygı duymasını beklemek güç.

Şekil 2. Türk kamuoyundaki GDO algısını değiştirmeye yönelik çabalardan bir kesit. (A) Wikileaks belgesinde Bilim ve Teknik dergisinde çıkacak söyleşinin bahsi, (B) İlgili söyleşi.

İdeolojilerin pençesindeki bilim

Peki bu bilim adamları bu işlere bu kadar bulaşıyorlar? Para için mi?

Conway ve Oreskes işin ardında çıkarcı değil, ideolojik bir yaklaşım görüyor. Seitz, Singer, Nierenberg ve Jastrow dörtlüsünün ortak yanları aşırı bir piyasa serbestçiliği: Onlara göre “piyasanın gizli eli” her sorunu çözecektir ve buna en ufak bir müdahale bile hürriyet düşmanlığıdır. O kadar ki devlet sigarayı sınırlamak yerine “sağlıklı sigara” araştırmalarını teşvik etmelidir, yeter ki “sigara içme hürriyeti”ne halel gelmesin!

Bunun gibi, piyasanın çözemiyor olduğu, devlet müdahalesi gerektiren bir sağlık veya çevre sorununun var olabileceğini kabul edemiyor, bunlardan söz edenlerin “karpuz gibi dışta yeşil, içte kırmızı”, yani çevreci görünümündeki gizli sosyalist olduğunu düşünüyorlar.

Bu yolda önlerine bilim bile çıksa ona saldırmaktan çekinmiyorlar. Aslında ideolojik sebeplerle karşı çıktıkları siyasi düzenlemeleri, işin ardındaki bilimin anlaşılmasını önleyerek engellemeye çalışıyorlar.

Şekil 3. Trofim Lısenko (en solda) ve Stalin (en sağda)

Eklemek gerekir ki ideolojik önyargıların bilim anlayışına etkisi sosyalist sistemde de vakiydi: Sovyetler Birliği’nde tarımcı Trofim Lısenko (Şekil 3), devlet ideolojisine uygun, ama yanlış bir biyoloji anlayışını savunmuş, böylece Stalin’in desteğini alarak bütün ülkenin tarım politikasını belirlemişti. Lısenko’ya prestijini geçmişteki –olmayan– mesleki başarıları değil, çiftçi bir kökenden gelmiş, eğitimsiz biri olması sağlamış, sosyalist söylemle süslü, daha bitmeden başarılı ilân edilen uyduruk deneyleri onu partide yükseltmişti. Bu saçmalıklara itiraz eden bilim insanları ise sürgünü boylamıştı. Böylece Lısenko, bilimin kamuoyundaki görüntüsünü etkilemekle kalmamış, bilimsel araştırmaların kendisine de büyük bir darbe indirmişti. Bu ideolojik tercih Sovyetler’e çok pahalıya patlamış, tarım büyük sekteye uğrayınca milyonlarca insan açlıktan ölmüştü.

Başarılı bir anlatım

Beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan Kuşku Tüccarları konu aldığı olayları çok büyük bir başarıyla naklediyor. Her bir konudaki bilimsel gelişmeler herkesin anlayabileceği bir şekilde aktarılmış. Bu da “kuşku tüccarları”nın neleri çarpıttığını veya gizlediğini çok rahatça anlamamı sağladı.

Yazarlar bazı durumlarda küçük bir hayali parantez içinde bilimin nasıl işlediğini, bilimsel kuşkunun yerini, bilim adamlarının nasıl tartışarak böyle konularda uzlaşmaya vardığına da değinmişler. Bu açıklamalar hakemli bilimsel yayın sistemine gereğinden fazla önem atfediyorsa da okuyanların bilimsel süreci anlamasına katkıda bulunacaktır.

Bu sebeplerle İngilizce bilenlerin okumasını, birilerinin de Türkçeye çevirmesini temenni ettiğim bir kitap, Kuşku Tüccarları

Kaynaklar ve notlar

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Herkes kendinden biliyordur aslında; gün boyu çeşitli medya araçlarından haberler alırız. Bu haberlerin büyük bir çoğunluğu kısa metinler halinde aktarılır. Enine boyuna bir inceleme ürünü değildir. Öyle olsa bile okumaya veya dinlemeye ya tahammülümüz yoktur ya da zamanımız. Bu durumda herhangi bir zaman, herhangi bir yerde tesadüf eseri edindiğimiz bir bilgi o konu hakkındaki gerçeğimiz oluverir. Konuya gerçekten ilgi göstermiyorsak da konu üzerindeki tartışmaları takip etmeyiz. Eğer bu konu “kuşku tüccarlarının” etkilemeye çalıştığı bir alandaysa, yukarıdaki metinde de belirtildiği gibi, bir şekilde medyada gerçek bilim adamlarından daha çok görünüyorlardır ki bu da bilgi kirliliğine maruz kalma ihtimalimizi arttırır. Mevlana diyor ya; “Sukŭnetim asaletimdendir. her lafa verilecek bir cevabım var. Lakin; Bir bakarım laf laf mı diye, bir de bakarım söyleyen adam mı diye.” Dikkatli ve şüpheci olmak lazım.

  • Çok güzel bir inceleme; bilim/sanayi ilişkisinin karanlık tarafını ortaya çıkaran bir kitabın hakkını veriyor. GDO’lar ve Lysenko paralelliği çok isabetli. Kitabı satın aldım, okuma sırasına koydum.

    Sadece, kitabı ve incelemeyi yüzeysel okumanın yaratabileceği bir hataya karşı bir uyarı eklemek istiyorum.

    Kitaptaki vakalara bakarak, sanayinin işine gelen şekilde konuşan bütün bilimcilerin birşeyleri örtbas etmeye alet olduklarını düşünebilirsiniz. Ancak bunun tam tersi durumlar da var; bilimciler bazen sanayi ile aynı doğrultuda olarak doğruyu söyleyebilirler.

    Sözgelişi, cep telefonunun kansere sebep olduğu, ve bazı aşıların otizme sebep olduğu iddia edildi. Bu iddialar çürütüldü (aşı kesinlikle, cep telefonu yüksek ihtimalle). Ama bu bağlantılara dair delil olmadığını söyleyenlerin ilaç veya telefon şirketlerinin hizmetinde olduğunu iddia etmek yanlış olur.

    Elbette ne Oreskes ve Conway, ne de Yalgın böyle bir iddiada bulunuyor. Nitekim kitap aslında, bazı bilimcilerin gerçeği nasıl örtbas ettiği kadar, birçok bilimcinin gerçeğin ortaya çıkması için nasıl mücadele ettiğinin de hikayesi.

    • Kesinlikle sizinle hemfikirim!. Şüphecilik/kuşkuculuk ile komplo teorisyenliği arasında oldukça ince bir çizgi var. Bunu iyi tanımlamak ve tanımak lazım.

  • Her ne kadar kuşku tüccarlığından çok çok çok fazlası olsa da yaratılışçı hareket için de aynı şeyler söylenebilir diye düşünüyorum.

  • Bunu makaleyi okuyunca aklima ilk olarak gunumuzde hala devam etmekte olan cep telefonu kanser yapar mi tartismasi geldi nedense.

    • Bu konuda yapılan çeşitli çalışmalarda cep telefonu kullanımı ile beyin kanseri arasında bir bağlantı bulunmadı. Mesela Lahkola vd.’nin 2010 yılında yayınlanan klinik çalışmasında 1209 beyin kanseri vakası ve 3299 sağlıklı birey cep telefonu kullanımları açısından karşılaştırıldı ve kanserli bireylerde daha fazla cep telefonu kullanımına rastlanmadı. Bundan daha nitelikli araştırmalar yapılabilir, ancak bu sonuçlardan sonra o araştırmalardan da ciddi bir cep telefonu kullanımı ve kanser bağlantısı çıkması beklenmiyor.

Çağrı Yalgın

Tampere Üniversitesi'nde doktora sonrası araştırmacı olarak mitokondri hastalıklarını genetik yöntemlerle inceliyor. Daha önce de Japonya'daki RIKEN Beyin Bilimleri Enstitüsü'nde sinir hücrelerinin uzantılarının oluşumundaki ırsi etmenleri inceleyerek Saitama Üniversitesi'nden doktora almıştı. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Bornova Anadolu Lisesi mezunu.