Ortaçağda, Dünya'nın evrenin merkezi olduğuna ve tüm gökcisimlerinin dünya etrafında döndüğüne inanılıyordu. (Camille Flammarion, 1888.)

“Floransa’daki profesörlere teleskobumla Jüpiter’in uydularını göstermek istiyorum, ancak ne onlara ne de teleskoba bakıyorlar. Bu insanlar, doğada incelenmesi, gözlenmesi, araştırılması gereken bir şeyler olduğunu düşünmüyorlar. Onlara göre bilim, metinleri karşılaştırıp tartışmaktan ibaret.”

İnsanlığın mağaralardan uzaya olan yolculuğunda elinden tutan, ona daha uzun ve sağlıklı yaşamanın, daha uzaklara gidebilmenin kapısını açan şey bilim. Onun sayesinde bugün  yaşadığımız dünyayı,  gözle göremediğimiz mikro-evreni, ve parçası olduğumuz uçsuz bucaksız evreni daha iyi anlıyor ve bundan binlerce yıl önce yaşamış atalarımıza kıyasla çok daha konforlu, güvenli ve uzun bir yaşam sürebiliyoruz.

Yaşantımızda böylesine önemli yer kaplayan ve her yönüyle onu derinden etkileyen bilim nedir peki? Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’nde Bilim kelimesini arayacak olursanız, karşınıza üç tanım çıkacaktır:

  1. Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.
  2. Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
  3. Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.

Genelde bilim deyince, bu tanımlardan ilk ikisini anımsıyoruz. Bilim, çoğumuz için okullarda zorla ezberlediğimiz  fizik formülleri, akılda kalsın diye çeşitli tekerlemelere dönüştürdüğümüz kimyasal bileşik adlarından ibaret. Oysa ben bu yazıda, çok daha önemli olduğunu düşündüğüm ve sıklıkla ihmal edilen üçüncü tanıma değinmek istiyorum: belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.”

Her ne kadar  tüm düzenli bilgiler bilimin bir parçası ise de, bilim bu bilgilere ulaşmak için kullandığımız bir araç; doğrudan veya dolaylı olarak gözlemlediğimiz olayları anlamamıza yardımcı olan bir dizi özel düşünce ve davranış biçimi.  Bu düşünce ve davranış biçimi, diğer tanımlardan ayırmak için bilimsel yöntem olarak da adlandırılıyor.

Bilimsel yöntem

Tarihe baktığınızda, ilk çağlarda atalarımızın yaşantısını gerek dini kaynaklardan, gerek gelenek ve göreneklerden köken alan dogmaların yönlendirdiğini görebilirsiniz. Dogma, kelime anlamı itibariyle “sınanmadan benimsenen, bir öğretim veya ideolojinin temeli yapılan sav; deneysel kanıtları hiçe sayarak kanıtlarını inanç öğretilerinden çıkaran düşünce biçimi “ demek.

Vikingler, gökyüzünde koşan Sköll ve Hati isimli iki kurtun güneş ve ayı kovaladığına inanıyorlardı. (J. Dollman, 1909)

Eski çağlarda, pekçok kültür, dünyanın bir tepsi şeklinde olduğu ve bu tepsinin iki adet öküzün üzerinde durduğuna inanıyordu. Eski Yunanlılara göre, Güneş altından bir arabaydı ve Apollo’nun komutasında her gün gökyüzünü boydan boya kat ediyordu. Vikingler, gökyüzünde koşan Sköll ve Hati isimli iki kurdun güneş ve ayı kovaladığına inanıyorlardı.  Bir tutulma olduğunda tencere ve tava çalan vikingler kurtları korkutarak Güneş ve Ay’ı kurtarıyorlardı.

Oysa günümüzde, bilimsel yöntemin sayesinde Dünya’nın şeklinin küre olduğunu, Güneşin hidrojen yakan dev bir yıldız olduğunu ve Güneş tutulmasının Güneş’le Dünya’nın arasına Ay’ın girmesi nedeniyle oluştuğunu biliyoruz.

 

İçinde küçük insancık barındıran sperm hücresi. (Hartsoecke,1695)

Zaman içinde, atalarımız düşünme ve sorgulama yetilerini geliştirdikçe bilimsel yöntem de gelişmeye başladı. Bilim tarihçilerine göre bilimsel yöntemin ortaya çıkması ve gelişmesi M.Ö. 2500 yılları civarında başlıyor. Bugün bilimsel yöntem, gözlem, teori geliştirme ve bu teorinin deneylerle ispatlanması üzerine dayalı. Ancak bilimin gelişmeye başladığı ilk yıllarda yapılan gözlemin deneylerle ispatı konularına çok fazla önem verilmiyordu. Bilimle felsefenin iç içe geçmiş olduğu bu çağlarda, doğa hakkında bilinen şeylerin genellikle düşünürün incelediği antik el yazmalarından edindiği bilgilerle, kendince akla yakın bulduğu görüş ve fikirlerinin bir karması olduğunu görüyoruz.  Bu düşünürler, geliştirdikleri fikirleri kontrollü deneyler düzenleyerek sınama ihtiyacı hissetmiyorlardı, çünkü  kendilerince zaten evrendeki tüm bilgeliği içerdiğini düşündükleri “eksiksiz” antik yazmaları inceliyorlardı. Kendisinden önce yazılanları inceleyerek oturduğu yerden bilimsel çalışma yapma alışkanlığı ortaçağa dek insanlığı kıskacına aldı. Elbette arada doğru bilgilere tesadüfen olsa da varılıyordu, ama insanoğlunun bilgi dağarcığının çok büyük bir kısmı hurafeler ve varsayımlara dayalı bilgi kırıntılarından ibaretti.

Adamotu (Mandrake Root). (Herbarius, 1485)

Dogmatik bilimle ilgili en çarpıcı örneklerden biri 1485 yılında Almanya’da basılan ve o dönem yaşamış pek çok bilim adamının referans olarak kullandığı bir botanik kitabı olan Herbarius. Kitapta, yazar bizim Ademotu olarak bildiğimiz Mandrake bitkisini kökleri insan şeklinde bir bitki olarak resmetmiş. Bitkiye ilişkin bölümde ise şu açıklama var:

“Bu bitki sadece geceleri bulunabilir, çünkü kökü geceleri bir lamba gibi ışıldar. Onu yerinden  çıkarmanın yolu, etrafındaki toprağı eşeledikten sonra kök  hala toprağa bağlıyken bitkinin kökünü siyah bir köpeğin tasmasına  bağlamaktır. Köpek koşturulunca bitki de yerinde çıkar ancak sihirli  yapısı nedeniyle  topraktan tam çıktığı anda köpeğin ölümüne neden olur.”

Her ne kadar Harry Potter filminde Ademotu (Mandrake) bitkisi eğlenceli bir şekilde çığlık atan küçük cüceler şeklinde tasvir edilmiş olsa da, biz bugün bunun doğru olmadığını biliyoruz.  Ama ortaçağda, felsefeyle uğraşan filozoflar bu bitkiyi belki de defalarca kendi gözleriyle görmelerine rağmen, Herbarius’taki bu tasviri doğru kabul etmekten ve kendi yazdıkları kitaplara kopyalamaktan çekinmediler.

Rönesans ile birlikte gelen serbest düşünce akımı, dogmaların insan yaşantısındaki etkisini hafifletti ve pek çok bilim adamının çabalarıyla yavaş yavaş bugün kullandığımız bilimsel yöntem ortaya çıktı.

Günümüzde, bilimsel yöntem dediğimiz kavram kullanılan yöntemler bilim dallarına göre çeşitlilik gösterse de dört temel bileşenden oluşan döngüsel bir yapıya sahip:

  • Gözlem (Observation): Herhangi bir olayın gözemlenmesi ve bu gözlemlere ilişkin veri toplanması.
  • Tümevarım (Induction): Verilerin incelenmesi sonucunda ortaya bir genelleme konulması ve hipotez oluşturulması.
  • Çıkarım (Deduction): Hipotezin tahminlerde bulunmak için kullanılması.
  • Doğrulama (Verification): Tahminlerin deneylerle veya ek gözlemlerle, bağımsız araştırmacılar tarafından test edilmesi ve sonuçlar ışığında hipotezde gerekli değişikliklerin yapılması.
Bilimsel Yöntem (Yalansavar.org)

 

Bağımsız ve kendini düzelten bilim

Bir bilim insanı gözlediği bir olayı açıklayan bir hipotez geliştirip onu verilerle destekleyerek yayınladığında, diğer bilim insanları aynı hipotezi benzer deney ve gözlemlerle  sınayabilirler. Bu tekrarlanabilirlik özelliği, deneyi ilk yapan kişinin yanlışık, dikkatsizlik veya önyargıları nedeniyle vardığı hatalı sonuçların tespit edilmesine ve düzeltilmesine olanak tanır. Zaman içinde tekrar tekrar işleyen bu geri bildirim mekanizması insanoğlunun kollektif bilgi dağarcığının adım adım artmasını sağlar, yanlış bildiklerimiz zamanla daha doğru olanlara dönüşür.

 

Bilime adanmış bir yaşam: Galileo Galilei

 

Galileo Galilei (Wikipedia)

Tarihin sayfalarına dönüp baktığımızda, bilimsel yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuş pek çok bilim insanı görüyoruz. Bu kişilerin arasında hayattayken buluşları sayesinde saygı görenleri olduğu kadar,  kimi zaman saygınlıkları, kimi zaman özgürlükleri, hatta bazen de canları pahasına  bilimsel yöntemi savunmuş olanları da var. Galileo Galilei bu ikinci gruba girenlerden biri, ve hatta belki de en önemlisi.

Galileo Galilei 1564 -1642 yılları arasında yaşamış ve bilim devriminde azımsanmayacak katkısı olmuş bir bilim insanı. O dönemlerde yaşamış çoğu bilim insanı gibi tek bir alanda sınırlı kalmamış; fizik, matematik, astronomi ve felsefe konularında çalışmalarda bulunmuş. Sıkılıkla kendisinden modern gözlemsel astronominin babası ve modern bilimin kurucusu olarak bahsedilir.

 

Evrenin merkezi mi? Güneşin etrafı mı?

Aristo'nun Dünya merkezli modeli. (Wikipedia)

Kilisenin ve dini öğretilerden köken alan dogmaların hüküm sürdüğü orta çağda, ağırlıklı olarak kabul gören güneş sistemi modeli Dünya merkezli sistem modeliydi (Jeosentrik Model). Aristonun betimlediği bu modelde, Dünya evrenin merkezi olarak kabul ediliyor, tüm gök cisimlerinin dünyanın etrafında döndüğüne inanılıyordu. Her ne kadar, tarih içinde zaman zaman tek tük bilim adamı Güneş merkezli sistem (Heliosentrik Model) fikrini ortaya sürdülerse de, bu fikirler genelde felsefik tartışma boyutundan öteye gitmemiş ve hiçbir zaman genel olarak kabul görmemişti. 1543 yılında Polonya’lı Nikolas Kopernik “Semavi Kürelerin Dönüşü Üzerine” isimli kitabı yayınladı ve bu kitapta ilk kapsamlı Güneş merkezli sistem teorisini ortaya sürdü. Bu teorinin Avrupa’daki Rönesans ortamında yavaş yavaş yayılması ile çeşitli bilim adamları bu teoriyi incelemeye ve tartışmaya başladılar. İşte Galileo da bu bilim adamlarından biri idi.

Yıldızsal Haberci

Her ne kadar pekçoğumuz teleskobu keşfeden kişiyi Galileo olarak bilsek de bu doğru değil, ancak Galileo’nun teleskobu ilk defa gök cisimlerini incelemek için kullanan insan olduğunu söyleyebiliriz. Orta çağda teleskop benzeri dürbünler denizcilikte sıklıkla kullanılıyordu. Galileo 1609 yılında Hollanda’da yaşayan bir optik bilimci olan Lippershey’in  teleskop benzeri bir düzenekle çok uzakları görüntüleyebildiğini duydu ve kendi optik bilgisini kullanarak cisimleri 30 kat yakın ve bin kat büyük gösterebilen benzer bir cihaz geliştirdi.

Günümüzde hala Galilean Uydular olarak adlandırılan Jüpiter uyduları: Io, Europa, Ganymede, Callisto. (Wikipedia)

Yaptığı teleskopla Galileo, Samanyolu, Ay, Venüs, Jüpiter ve Satürn’ü gözlemledi ve bu detaylı gözlemlerini, ekli çizimleri ve vardığı sonuçları ile birlikte 1610 yılında Venedik’te Yıldızsal Haberci (Siderus Nuncius) isimli kitabında yayınladı.

Siderus Nuncius için o zamana dek yazılmış en kapsamlı Astronomi kitabı denebilir. Galileo, o zamana kadar bulutsu bir madde sanılan Samanyolunun aslında milyonlarca yıldızdan oluştuğunu, yüzeyi pürüssüz sanılan Ay’ın kraterleri olduğunu, Ay-Güneş ve Dünya konumuna göre Ay’ın aydınlık yüzeyinin nasıl değiştiğini detayları ile kitabında anlattı. O tarihe kadar varlığı bilinmeyen Jüpiter’in en büyük dört uydusunu ilk defa gözlemledi ve bunları son derece aslına uygun şekilde resmetti.

Galileo’nun yaptığı gözlemler, o zamana dek sorgusuz şekilde Dünya-merkezli sisteme inanan bilim adamlarını derinden rahatsız etti. Öyle ya, artık evrendeki herşeyin Dünya etrafında dönmediği, küçük de olsalar bazı gökcisimlerinin başka gezegenlerin –Jüpiter’in – etrafında döndüğü bulunmuştu. Aristo kozmolojik modeline göre uzaydaki tüm cisimler kusursuz ve pürüzsüz birer küre olması gerekirken Ay’ın yüzeyinin kraterlerle dolu olduğu ortaya çıkmıştı. Aristo modelini derinden sarsan bu buluşlar hakkında herkes Galileo kadar heyecanlı değildi, hatta dogmaları bilimin önünde tutan bazı bilim adamları Galileo’nun teleskobuna şüpheyle yaklaştılar.

“Bu anlattığı şeyleri Galileo’dan başka gören olduğuna inanmıyorum, ayrıca böyle merceklere bakmak başımı döndürecektir. Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyorum, ne yazık ki Galileo kendini böyle şaklabanlıklara adamış durumda.” – Cremonini (Wikipedia)

Galileo’nun çağdaşlarından olan ve Aristo sistemini savunan Cesare Cremonini, kuşkuyla yaklaştığı  Ay ve Jüpiter ile ilgili bulguları teyit etmek için Galileo’nun teleskobu ile gökyüzüne bakmayı dahi reddemişti.

Bir başka matematik profesörü teleskoptan bakıp kendi gözleriyle Jüpiter’in uydularını görmüş olduğu halde Galileo’nun cihazının hileli olduğuna, dürbün olarak doğru çalışmasına rağmen gökyüzüne çevrildiğinde insanı kandırdığına karar vermişti. Hatta  Jüpiterin uydusu olarak görünen cisimleri teleskobun içine Galileo’nun yerleştirdiğine kendini inandırmıştı.

Yaşadıkları dönemin dayattığı inanışların esiri olan ve kendi inançlarını sarsmamak için gözlem yapmayı dahi red eden bu bilim adamlarına Galileo’nun verdiği tepki dikkate değer:

“Floransa’daki profesörlere teleskobumla Jüpiter’in uydularını göstermek istiyorum, ancak ne onlara ne de teleskoba bakıyorlar. Bu insanlar, doğada incelenmesi, gözlenmesi, araştırılması gereken bir şeyler olduğunu düşünmüyorlar. Onlara göre bilim, metinleri karşılaştırıp tartışmaktan ibaret.”

Yaptığı gözlemler, topladığı veriler ve Kopernik teorisi ile ilgili edindiği bilgiler ışığında modern bilimsel yöntemin temellerini atan Galileo, evrenin merkezinin Dünya olmadığı, ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü sonucuna vardı. Her ne kadar ilk eseri Siderus Nuncius’tan sonra Katolik Kilisesi tarafından Güneş merkezli teori konusunda herhangi bir çalışma yapmaması konusunda uyarılmış olsa da, bilime olan inancı üstün geldi ve  1632 yılında “Diyalog (İki Ana Dünya Modeli Üzerine Diyaloglar)” adlı eserini yayınladı.

Galileo’nun Engizisyon mahkemesinde yargılanmasına neden olacak bu eserde, biri Dünya merkezli diğeri Güneş merkezli evren sistemini savunan iki bilim adamının kurgusal tartışmasına yer verilmişti. Kitap boyunca bu iki karakter tartışıyor, ve sonuçta Kopernik sistemi savunucusunun görüşleri baskın çıkıyordu.

Galileo Engizisyon mahkemesi karşısında. (Banti, 1857)

Kitabın üstü kapalı da olsa Güneş merkezli sistemin doğruluğunu savunuyor olması nedeniyle Kilise Galileo’yu Roma’ya çağırdı. Burada Engizisyon mahkemesi tarafından yargılanan Galileo “Kafirlik” suçu nedeniyle ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Mahkemede olanların detaylarını bilmiyoruz. Ancak mahkemenin yayınladığı bildiriye göre Galilieo sıkı bir “sorgu”ya tabi tutuldu ve sorgulama sonrasında da “suçunu” yazılı olarak itiraf etti. O zamanki Engizisyon mahkemelerinde sorgulama denen sürecin aslında  işkence olduğu bugün bilinen bir gerçek. Suçunu “itiraf” eden Galileo, yaşı ve sağlık durumu nedeniyle 1633 yılında ömür boyu ev hapsine mahkum edildi ve 9 yıl sonra, 1642’de evinde vefat etti.

 

Galileo’nun Diyalog’ları 1835 yılına dek Katolik Kilisesi’nin Yasaklanmış Kitaplar listesinde yer aldı. Ancak yasaklı bir kitap olmasına rağmen, Galileo’nun fikirleri bir çığ gibi yayıldı. Zaman içinde Aristo’nun modeli terk edildi ve Güneş Merkezli Sistem Teorisi tüm bilim dünyasınca benimsendi.

1992 yılında, insanoğlu’nun Ay’a ayak basıp Galileo tarafından çizilen kraterleri kendi gözüyle görmesinden 23 yıl, Voyager’in ilk defa Galileo’nun varlığını duyurduğu Jüpiter’in uydularının yanından geçmesinden  13 yıl sonra  Papa II. Jean Paul tarafından kaleme alınmış resmi bir özür ile Galieo’ya itibarı iade edildi.

“Dünya yine de dönüyor…”

Galileo’nun öyküsü, bilimin dogmanın güdümüne girdiğinde neler yaşanabildiğinin çok çarpıcı bir örneği.

Bu öyküden çıkarılacak iki sonuç var:

 

"Bizler, Evreni gerçekte olduğu gibi kavramalıyız. Bunu yaparken, onun nasıl işlemesini istediğimizi bir kenara bırakalım." - Carl Sagan (Wikipedia)

Bilimsel gerçekler ne kadar bastırılırsa bastırılsın, eninde sonunda açığa çıkarlar. Galileo’nun bulgularının katolik kilise tarafından yasaklı olduğu dönemde bile bilime yön vermesi bunun en güzel örneği. Bilim, kendisine yön vermeye çalışan ideolojik, politik, dini etmenlere, her tür baskı, yasak ve yasaya rağmen, doğası gereği eninde sonunda galip gelecektir.

 

Bilimsel yöntemden uzaklaştıkça ve verilerin işaret ettiği sonuçları kabul etmek yerine belirli ideolojileri haklı çıkartmak için manipülasyonlara başvurdukça yanılgılara düşmemiz kaçınılmaz.  Galileo’nun teleskobundan bakmayı bile red eden bilim insanlarını her zaman anımsamalı ve bilimin dogmalardan, kişisel  ve kültürel inanç ve şartlanmalardan uzak, politikadan bağımsız şekilde bilimsel yönteme uygun şekilde yürütülmesini sağlamalıyız. 

Mahkeme kararından hemen sonra Galileo’nun mırıldandığı gibi(*): “Dünya, yine de dönüyor…”

 

(*) Bilim tarihçilerinin elinde   “Dünya yine de dönüyor.” cümlesini Galileo’nun söylediğini kesin olarak kanıtlayan bir kaynak mevcut değildir. Buna rağmen genel popüler kültür bu cümleyi uzun bir zamandır Galileo’yla bağdaştırmıştır.

Kaynaklar:

  1. Bonhomme, J. Herbarius latinus, Medical Historical Library. 1486
  2. Arıcan, I. Bilim nasıl çalışır?, www.yalansavar.org. 2011
  3. Galilei, G. The Starry Messenger, www.bard.edu. 1610
  4. Shermer, M. İnanan Beyin, Alfa Yayınları. 2011
  5. Wikipedia ve katılımcıları.

 

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazılarınıza ilk defa ulaştım.Beni şaşırtacak kadar nitelikli buldum.Bu çalışma gerçekten ihtiyaç.Bilimi ikinci planda kalan bir ülkede bunlar bir vaha.Dostlarıma tavsiye ediyorum.
    Emeği geçenleri kutlarım.
    selamlar
    Atilla

    • Atilla Bey,
      İlginize çok teşekkür ederiz. Öneri ve görüşleriniz bizim için çok değerli.
      Sizlerin desteğini gördükçe daha da şevkle çalışıyoruz. :)

  • Bilimsel bilgi için dogma ile mucadele günümüzde de sürüyor malesef, çağımızında Galileokarı var :)

  • “Bilim tarihçilerinin elinde –Dünya yine de dönüyor– cümlesini Galileo’nun söylediğini kesin olarak kanıtlayan bir kaynak mevcut değildir. Buna rağmen genel popüler kültür bu cümleyi uzun bir zamandır Galileo’yla bağdaştırmıştır.” cümlesini yazmanız delkanlı tarafınızı gösteriyor. Teşekkür ederim.
    Türkiye’de bazı insanlar buna iman etmişler. Lütfen dikkatli olun. Selamlar.

Işıl Arıcan

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra ABD'de Sağlık Yönetimi üzerine yüksek lisans ve ardından gene ABD'de tıbbi bilişim ve proje yönetimi üzerine danışmanlık yaptı. Halen Stanford Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nde Bilgi İşlem Direktörü olarak çalışıyor. Çeşitli bilim dışı iddiaları ve hurafeleri inceleyen Yalansavar isimli blogun kurucusu ve yazarıdır.