Raymond: 82, 82, 82.
Charlie: 82 ne?
Raymond: Kürdanlar.
Charlie: Orada 82 kürdandan çok daha fazlası var Ray.
Raymond: Toplam 246 tane.
Charlie: Kaç tane?
Sally Dibbs: 250.
Charlie: Çok yakın.
Sally Dibbs: Kutuda 4 tane kalmış.
Bir neslin otizm ve otistik spektrum bozuklukları (OSB) ile tanıştığı filmdir Yağmur Adam (Rain Man). Sosyal etkileşim bozuklukları, iletişim eksikliği ve sürekli yinelediği davranışları ile biz nörotipik insanlardan oldukça farklı olan Raymond inanılmaz zihinsel yetenekleri ile farklı olanın her zaman kötü olmayacağını bizlere hatırlatır. Geçtiğimiz günlerde otizm ve otistlere yönelik önyargı ve yanlış düşüncelerin toplumumuzda var olmaya devam ettiğini öğrendik[*]. Oysa belki de bu farklı fakat güzel zihinlerin günümüz modern toplumunun şekillenmesinde önemli bir payları var.
Otizm sosyal etkileşim bozuklukları, iletişim eksikliği ve sürekli yinelenen davranışlar ile karakterize, bireyleri erken çocukluk döneminden itibaren etkileyen bir zihinsel gelişim bozukluğu olarak tanımlanıyor. Otizm, otistik spektrum bozuklukları adı verilen ve yaşam boyu süren güçlükleri tanımlayan yaygın gelişimsel bozukluklar arasında yer alıyor. Dünyada otizmin görülme sıklığı 1.000 bireyde 6 civarında. Ülkemizde sağlıklı istatistikler bulunmasa da bu oranlar kullanılarak 0 – 14 yaş aralığındaki 125.000 çocuğumuzun otistik olduğu tahmin ediliyor.
Birçok gelişimsel bozukluk gibi otizmin de yüksek oranda kalıtsal olduğu bilinirken farklı genetik ve çevresel risk faktörlerinin etkileri tartışılıyor. Otizmin karmaşık kalıtsal yapısı ve evrimsel bakış açısı araştırmacıları “Eğer bu gelişimsel bozukluklar bireyin hayatta kalma şansını olumsuz şekilde etkiliyorsa doğal seçilim yoluyla otizme yol açan genlerin gen havuzu içinde görülme sıklığının azalması gerekirdi. Oysa dünya popülasyonu içerisinde otizmin yüksek oranda görülmeye devam etmekte. Bu durumun nedenleri ne olabilir?” sorusunu sormaya yöneltiyor.
Bu soruya yanıt olarak bazı araştırmacılar otizme yol açan genlerin avcı-toplayıcı atalarımıza fayda sağlamış olabileceğini, hatta otistik genlere sahip atalarımızın avantajlı bir durumda olduğunu öne sürüyorlar. Bu araştırmacılardan Jared Edward Reser, 2011 yılında Evolutionary Pscyhology isimli dergide yayınlanan makalesinde avcı – toplayıcı toplumlarda otizme yol açan genlerin doğal seçilim tarafından tercih edildiğini öne sürerken, otizmle ilişkilendirilen bilişsel ve sosyal yetersizliklerin evrimsel ve uyarlanmacı avantajları olabileceğini belirtiyor. Ancak modern toplumun sosyal ve üreme davranışlarının bu avantajları gizlediğini düşünüyor.
Arkeolog Penny Spikins de, atalarımızın garip ve farklı düşünen bireyleri (otistik spektrum bozukluklarına sahip olanları) kucaklayarak, uyum sağlama ve yeni icatlar yapma yeteneklerini arttırdıklarını ve diğer insansılara karşı üstünlük sağladıklarını öne sürenlerden.
Otistik Avantaj
Atalarımızın 2,6 milyon yıl önce ilk kaba taş aletleri yaptığını ve sadece 100.000 yıl öncesine kadar aynı aletleri kullandığını belirten Penny Spikins yeni ve daha hassas aletlerin arkeolojik kayıtlarda aniden ortaya çıktığına dikkat çekiyor. Spikins bu ani değişimin diğer bir deyişle atalarımız ölçüsündeki teknolojik devrimin avcı-toplayıcı topluluklarda otistik spektrum özellikleri gösteren bireylere daha fazla tolerans gösterilmeye başlanmış olması ile açıklanabileceğini öne sürüyor. Yeni icatların ve inovatif gelişmelerin daha çok sistematik, detaycı ve hassasiyete odaklanan bireylerce gerçekleştiriliyor olmasını ise iddiasını destekleyen bir kanıt olarak sunuyor.
Spikins günümüzden 35.000 – 100.000 yıl öncesine ait kalıntılarda taş devri toplumlarında otizmin oynadığı role dair olası kanıtların bulunacağını aktarıyor. Özellikle Üst Paleolitik döneme ait kalıntılardaki doğal olayların, özellikle astronomik sistemlerin kayıt edilmesindeki odaklanmanın ve detayın bugün Aspergers sendromu ile teşhis edilmiş bireylerin detaylara odaklanması ile paralellik gösterdiğini söylerken bu kalıntılar arasında Abri Blanchard (Şekil 1) plağının belki de en önemlisi olduğunu belirtiyor.
Teknolojik gelişmelere paralel olarak atalarımızın mağara duvarlarına yaptıkları doğal ve gerçekçi resimleri, sıradışı detaya sahip maskotları da iddiasını destekleyen kanıtlar arasında sunuyor Spikins:
“Buz devri sanatçılarının otistik olduklarını söylüyor olmasak da otistik algılamanın ve otistik bireylerin toplumun sanat anlayışında önemli etkileri olduğu sonucuna varmak mantıksız olmayacaktır[1].”
Otistik özelliklere sahip bireylerin riskli ve soğuk iklime sahip bölgelerde hayatta kalmak için teknolojiye ve inovasyona duyulan ihtiyaç nedeni ile buz devri toplumlarında kabul gördüklerini, bu nedenle otizme yol açan genlerin doğal seçilim tarafından tercih edildiğini öne süren Spikins otistik avcı-toplayıcı atalarımızın insanlığa önemli katkılar sağlamış olabileceğini belirtiyor:
“Otizmin toplumun dışında olmaktan ziyade ‘insanlığın’ başlangıcı hikayesinin önemli bir parçası olduğuna inanmak için her türlü neden vardır. Otizme sahip bireyler takvim bilgimize yaptıkları katkılar, geliştirdikleri verimli teknolojik uygulamalar ve sanata getirdikleri farklı bakış açıları ile doğal sistemlerin anlaşılmasında özel bir rol oynamışlardır[1].”
Yalnız Gezgin Hipotezi
Spikins gibi Reser de otistik spektrum içerisinde yer alan bireylere farklı bir açıdan bakılması gerektiğini düşünüyor. Reser makalesinde “otistik bireylerin gösterdiği bir çok davranış ve bilişsel eğilimlerin “yalnız” bir yaşam biçimini destekleyecek adaptasyonlar” olduğunu söyleyerek otistik spektrum içerisindeki bireyleri “atalarımızın yaşadığı çevreye uyumlu, avlanma ve toplama yeteneklerini öğrenme ve uygulama konusunda becerikli bireyler olarak” tanımlıyor. Reser, adaptasyonlara örnek olarak günümüzde obsesif, sistemli, tekrarlanan blokları dizme, eşyaları düzenleme gibi davranışların geçmişte avlanma, su ve yiyecek bulma gibi faaliyetlere odaklanan davranış modelleri olabileceğini gösteriyor.
Modern toplumda otistik bireylerin yinelenen ve takıntılı davranışları uygunsuz hatta “anlamsız” olarak görülüyor. Ancak Reser görünüşte anlamsız ve gereksiz olan bu davranışların atalarımıza belirli avantajlar sağladığını öne sürüyor:
“Günümüzde her acıktıklarında ebeveynlerinin kendilerini beslemesi nedeniyle [otistik bireylerin] açlıkları onları yiyecek bulma tekniklerini geliştirme yönünde motive etmiyor. Modern insan sosyal ve akademik öğrenme sorumluluğunu taşırken başarılı yiyecek bulma çabasının getirdiği olumlu destekten yoksun kalıyor. Vahşi hayvanlar için önemli olan öğrenme ve doygunluk arasındaki zamansal ve nedensel ilişki modern çocuklardan yapay bir şekilde koparılıyor. Zorlayıcı ve itekleyici doğal açlık içgüdüsü otistik modern bireyleri harekete geçirmiyor ve motive etmiyor; [bu bireylerin] çabaları ve becerileri ilgisiz uyaranlara yöneliyor[2].”
Reser, modern otistik bireylerde görülen güçlü takıntıların ve uğraşların tarih öncesi otistik bireylerin hayatta kalmasına yardımcı olabileceği fikrini aşağıdaki cümlelerle açıklıyor:
“İnsanlar ilgilerini çekmeyen şeylere alışırlar; motive edici, ödüllendirici ve içsel olarak ilginç buldukları şeyleri ise sistemli bir şekilde sınıflandırırlar. Tarih öncesi zamanda açlığın doyurulması sonucuna yol açan faaliyetler yüksek derecede ödüllendiriliyor olabilirdi. Bu nedenle yiyecek bulma ve yiyecekleri işleme stratejilerinin tarih öncesi otistik bireylerin ödül mekanizmasının en önemli değişkenleri olması muhtemeldir. Belki de günümüz otistik çocukları ebeveynlerinin sıkıcı ve anlamsız buldukları sosyal davranışlarını göz ardı ederken, tarih öncesinde yaşayan otistik çocuklar ebeveynlerinin avlanma ve yiyecek bulma faaliyetlerinden ilham alıyorlardı. Bugün yemekleri aileleri tarafından sağlandığından ötürü açlıklarını tatmin etme şansı olmayan ya da ebeveynlerini yiyecek ararken izleyemeyen otistik bireylerin ilgisi, blokları sıralamak, ışık anahtarlarını açıp-kapamak, oyuncakları sıralamak, akan su ile oynamak, elektrik süpürgelerini kovalamak ya da kapak toplamak gibi göze batan, asosyal faaliyetlere yönelmiştir. İçsel eğilimlerin bu şekilde yanlış yönlendirilmesi insan etolojisinde ‘vakum aktivite” olarak adlandırılır[2].”
Reser bu “vakum aktivitelerin” zaman zaman dahilik derecesine varacak yetenekler olarak kendilerini gösterdiklerini, geçmişte bu sıra dışı yeteneklerin sürekli tekrar ve çalışma ile yiyecek bulma tekniklerine denk gelebileceğini aktarıyor. Avcı-toplayıcı gruplar üzerinde çalışan diğer antropologların, atalarımızın mükemmel doğal yetenekleri olduğunu düşündüğünü belirten araştırmacı bu yeteneklerin otistik ya da otistik dâhilerde görülenlere benzer olduğunu vurguluyor.
Reser, günümüzde otizmin görülmeye devam etmesinin nedeninin geçmişteki başarısı olduğunu ve bu nedenle otizmin bir “hastalık” olarak görülmemesi gerektiğini, aksine nörolojik farklılık olarak görülmesi gerektiği sonucuna varıyor:
“[Otizm] utanılacak bir şey olarak düşünülmemeli, tam tersine bağımsızlığın, bireyselliğin ve kendine yetmenin bir ifadesi olarak görülmelidir[2].”
Sonuç
Bu fikirler ilk bakışta oldukça varsayımsal ve teorik olarak gözüküyorlar, ancak “pataloji” ya da “bozukluk” olarak nitelediğimiz otistik davranışlara farklı bir bakış açısı sunuyorlar. Bu davranışların “faydalı” hatta “avantajlı” olduğunu öne sürmeleri açısından üzerinde düşünülmesi ve çalışılması gereken hipotezler. Belki de modern sosyal kurallarımız ve beklentilerimiz ile otistik bireyleri “öteki”, “garip” ya da “hastalıklı” olarak görüyor olmamız bu bireylerin topluma katabileceği faydalardan mahrum kalmamıza yol açarken, otistik bireylerin yaşamlarını da zorlaştırıyor olabilir.
Meraklısına: Yaşamı filme çekilmiş olan otistik biliminsanı Temple Grandin tarafından TED.com’da yapılan konuşma.
[ted id=773 lang=tr]
Kaynaklar:
- The Stone Age Origins of Autism, Penny Spikins, 2013 (http://cdn.intechopen.com/pdfs/43239/InTech-The_stone_age_origins_of_autism.pdf)
- Conceptualizing the Autism Spectrum in Terms of Natural Selection and Behavioral Ecology: The Solitary Forager Hypothesis, Jared Edward Reser, Evolutionary Psychology, 2011. 9(2): 207-238 (http://www.epjournal.net/wp-content/uploads/EP092072382.pdf)
- Mental problems gave early humans an edge, Kate Ravilious, The New scientist, Kasım 2011
- Otizm Platformu (http://www.otizmplatformu.org)
[*] Otistik bireyler ile ilgili seviyesiz ve bilgisiz bir demeç, 22 Nisan 2013 Pazartesi günü İhlas Haber Ajansı (İHA) kaynaklı olarak anaakım medyada yayınlanmıştı.
Podcast: Play in new window | Download
Subscribe: RSS
Tüm yazılarınızı okuduğum gib bunu da sıkılmadan bir çırpıda okudum. Temple Grandin’i seyretmiş biri olarak sonundaki video da çok hoşuma gitti. Ellerinize sağlık.
Yazı için elinize sağlık. Aslında Otistik Spektrum Bozuklukları sadece atalarımızın işine yaramakla kalmadı, muhtemelen halen daha adaptif yönleri bulunmakta. Baron-Cohen’in empati yapma- sistemleştirme kuramına göre erkek zihni bir miktar sistemize kadın beyni de empati yapma lehine avantajlıdır. Otizm bu anlamda “ultra erkek beyni” olarak da tanımlanabiliyor. Prenatal stres otizm için risk kaynağı ve stresin gebelikte testosteronu arttırdığı biliniyor, bu yolla efetusun beyin gelişimini daha etkiliyor olabilir.
Önemli başka bir nokta da otistik spektrum bozuklukları olan çocukların ebeveynlerinin mühendis olma olasılığının daha fazla oluşu. Mühendislik diğer iş kollarına göre sistemize etme yeteneği açısından daha talepkar. Annenin mühendis olmasının çocukta otistik spektrum bozukluğu olma olasılığını daha arttırdığı gösterilmiş olmakla beraber her iki ebeveyn için de bu durum söz konusu.
Özetle ebeveynlerin sistemize eden beyin yapısı, mühendislik gibi gayet seçkin bir meslekle adaptif bir özelliğe dönmekle birlikte; eklenen başka faktörler, prenatal stres ya da her iki ebeveynde kodlanan özelliğin çocukta homozigor olmasıyla otistik spektrum bozuklukları şeklinde devam edebiliyor.
Farklı bir bakış açısı sunuyor. Sunduğu bir fanteziden öte değil. Bu iddiaların sahipleri otizmli/otistik bireylerle ne kadar çalışmış bilmiyorum. Günümüzün hümanist toplumu olmasa otizmliler maalesef tek başlarına hayatta kalacak potansiyele sahip değiller. Sosyal devletin bütün imkanlarına rağmen çok azı bir işte çalışabiliyor. Üstelik otizm çok geniş bir spektrumda yer alıyor. Evrimsel gelişim içinde kendi başına sorunların üstesinden gelemeyen, toplulukla iletişim kuramayan bireylerin var olması pek mümkün değil. Tersine okuma yaparak henüz 1900’lü yılların başında tanımlanmış Otizm’i alıp, tarihin başlangıcına yerleştirmek müthiş bir hayal gücünün ürünü.