ODTÜ fizik departmanında koridor başında bir oda, odanın kapısında bir seminer duyurusu: “Evrenimiz 14 milyar yaşında”.

Odanın sahibi aynı zamanda semineri verecek olan isim Bilge Demirköz. Odası kendisi gibi sade ve sıcak. Bilge Hoca yüzünden hiç eksik olmayan tebessümü ile karşılıyor beni.

Türkiye’de fizik denince akla gelen ilk isimlerden Bilge Demirköz ile fiziğe nasıl başladığını, eğitimini, CERN’e nasıl girdiğini, bilimi halka ve özellikle çocuklara sevdirmek için yaptıklarından ve CERN-Türkiye ilişkilerine uzun ve keyifli bir röportaj yaptık. Bu yazı röportajın ikinci bölümüdür. Birinci bölüme ulaşmak için tıklayınız.

AB- Lisans eğitiminizi MIT’de aldığınızı biliyoruz. Nasıl etkiledi sizi MIT?

Lisede okurken Amerika’da sadece 4 okula, MIT, Caltech, Harvard ve Stanford’a başvurmuştum. 17 Mart’ta  MIT’ye kabul almıştım lisedeyken. Hiç unutmuyorum 17 Mart’ta MIT’ye kabul edildiğim haberini almıştım.Çok yağmurlu bir gündü ve ben Türkiye’deki üniversite sınavlarına çalışıyordum zira hiçbir garantisi yoktu Amerika’dan kabul alacağımın.

Aileden ayrılmayı öğrenmek ve kendi başıma bir hayat kurmak için MIT büyük şanstı. Orda ayrıca başkaları ile beraber ayakta durmayı öğreniyorsunuz. Mesela problem setlerimizi oturup hep bir arada dayanışarak yapardık, beraber tartışırdık soruyu. Ama kopya olmazdı, kimse kimseye bakmazdı. Soruyu tartışırdık ama cevabı kendiniz yazarsınız.

AB- MIT’desiniz ve Columbia uzay mekiği kazası bir anda kariyerinizin gidişatını değiştirmiş.

Lisans ve master’dan sonra doktoraya başlamıştım MIT’de. Bizim orada üzerinde çalıştığımız proje uluslar arası uzay istasyonunun (ISS) üzerindeki AMS ile ilgili idi, dedektörün  yapımında çalıştım 4 yıl ( AMS ile ilgili ayrıntılı bilgi için: http://www.ams02.org ) . Columbia faciasındandan sonra uzay uçuşları durdurulmuştu  ama gene de  umutla bekledik 1,5 yıl. Sonra bir anda  NASA uzaya giden uçuşu iptal etti. Ben önce  ne yapacağımı bilemedim; çünkü MIT’de bir kural var, başladığın projeyi bitirmeden mezun olamıyorsun. Başka bir projeye başlamam lazımdı, ama o da zaman alacaktı. Ben de madem başka bir projeye başlayacağım bari başka bir üniversitede başlayayım diye düşündüm ve Oxford’a başvurdum. Oxford üniversitesinde  ATLAS’ın kalbi diyebilecğeimiz ve çok hızlı veri alabilen, 68 milyon kanal bilgisi olan dedektörün yapımında çalıştım önce. Sonra CERN’ün elemanı seçildim, 2,5 yıl CERN’ün kadrosunda çalıştım. O arada ATLAS dedektörünün tetiklemesinde de çalıştım.

AMS dedektörü Kaynak: ams.nasa.gov
AMS dedektörü
Kaynak: ams.nasa.gov

AB- CERN’e ilk kabul aldığınızı duydğunuz zaman ne hissettiniz?

Hiç unutmayacağım. 1 Aralıktı ve gene CERN’deydim kontrol odasında. Yanımda  çok sevdiğim iki arkadaşım vardı, onlara sarıldım . Sonra hemen Engin Arık’ı aradım ve teşekkür ettim. Çok sevdiğim bir insandı, tesadüfen CERN’de ofislerimiz de karşı karşıyaydı. O çok ısrar etmişti benim CERN’e girmem için.

Prof. Engin Arık  Kaynak: hurriyet.com.tr
Prof. Engin Arık
Kaynak: hurriyet.com.tr

 

AB– MIT ve Türkiye’deki öğrenciler arasındaki fark var mı sizce?

Temelde çok fark yok. Orada da çok zeki çocuklar var, burada da. Burada öğrenci dayanışması eksik. Birbirlerine çok daha fazla destek olmaları lazım. Mesela ben sabahları  çok iyi kalkamazdım ve karşımdaki odada kalanlar her  sabah beni uyandırırdı erkenden fizik dersine gidelim diye. Bu önemli bir şey. Derse devam etme oranı  MIT’de çok yüksektir, çünkü grup halinde gidersiniz derse ama burada devamlılıkların düşük olması beni çok şaşırtıyor. Çünkü MIT’de derse gitmek çok önemlidir, derse devamlılık yüzde yüze çok yakındır. MIT’nin pahalı olması da bir etken tabi, çocuklarda şöyle bir psikoloji var: “Annem babam benim burada okumam için çok para biriktirdi hayatları boyunca”. Orda çocuklar için “College fund – Üniversite bütçesi” dedikleri eğitim parası biriktiriyorlar bankalarda.  Biz burada çocuklara ev almak için para biriktiririz, ev alarak  yani maddi bir şey alarak destek oluruz; ama orada çocuğa eğitim alıyorlar. Orada paralı ama ben eğitimin paralı olmasına karşıyım; fakat  çocukların da bu aldıkları eğitimlerin kıymetini bilmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca burada çocuklar hep not için çalışıyor, öğrenmek için değil.  Yaptığım son sınavda bir tane bile formüle ihtiyaçları yoktu, her şeyi kendileri çıkarmak zorundaydı ve epey bir sarsıldı bazıları. Ezberlemenin hiç fayda etmediği bir sınav yaptık bilerek ve isteyerek. İlkokul, ortaokuldan beri hep testle gelen çocuklar üniversiteye geldiğinde buranın bilim yuvası olduğunu anlamakta bocalıyorlar.

Bir de MIT’deki öğrenciler her şeyi yaparım diyerek ve kendilerine güvenerek girerler üniversiteye. Bizde ise biraz törpülenmiş hayallerle karşılaşıyorum. Bu kapıdan kaç çocuk girmiştir “hocam ben hep şunu şunu yapmak istiyordum ama”  diyerek. Ne yazık ki hep bir “ama” var çocuklarda.

Bilge Demirköz 2004 Atina olimpiyatları meşalesini taşırken Kaynak: haberler.com
Bilge Demirköz 2004 Atina olimpiyatları meşalesini taşırken
Kaynak: haberler.com

AB- Türkiye’de temel bilimler okumak  pek tercih edilen bir şey değil diyebilir miyiz?

Evet, hatta birileri bir gün beni aşağılamak için “MIT’ye girmiş ama fizik kazanmış sadece”. Oysa MIT’ye önce girersin sonra bölümünü seçersin. Hatta ilk yıl 100 kişi falan fizik bölümüne girer, sonra ordan ikinci sene devam etmeyenler elektroniğe girer.

Benim gözlemim, elektronikte öğrencilerin %10’u fizikçi olmak isteyen ama aile baskısından dolayı elektronik bölümünü  seçmiş öğrenciler. “Çocuğum 530 puan almışsın, yazık olacak” diyorlar çocuklara. Bu çocuklar daha sonra çift ana dal yapmaya çalışıyorlar, her yıl da 2-3’ü fizikçi olarak mezun oluyorlar ve hatta doktoraya kadar ilerliyorlar. Benim araştırma grubumda iki öğrenci var böyle. Tabii çok da ağır bir şey çift ana dal yapmak, her yıl 5-6 kişi yan dal yapıyorlar.

Çocukların  üniversite sınavı psikolojisinden kurtulamadığını görüyorum. Sınavdan kaç puan aldıysan sanki o kadar adamsın gibi düşünülüyor, çok ayıp bir şey. Bilmiyorum Türkiye’deki bu sistemi nasıl değiştiririz? Ben MIT’ye girdiğimde ne ÖSS ne ÖYS’ye girmiştim, orada (MIT) hocalar yaratıcı olup olmadığınıza bakıyorlar. Ben mesela üstün zekalı çocuklar için açılan okullara da karşıyım, bu tür okulların o çocukları izole ettiğini düşünüyorum. Oysa yaratıcılık kısıtlamalardan doğar biraz, farklı insanlar görmesi lazım o çocukların

AB- Biraz da Türkiye ve CERN arasındaki ilişkiden bahsedebilir misiniz? Özellikle son dönem ki üyelik başvurusunun geri çekilmesi ile ilgili görüşlerinizi duymak isteriz.

13-14 Aralık’ta CERN konseyinin 165. toplantısında şöyle bir madde var. Tek bulabildiğim resmi duyuru bu: “Türk hükümetinin almış olduğu karar dahilinde CERN başvurusunu geri çekmesi ve onun yerine yardımcı üyelik için başvurması” tartışılmış. Demek ki bizim hükümetimizden CERN’e mektup gitmiş bu konuda.

CERN’ün bütçesinin çok büyük olduğu iddia ediliyor Bütçesi 1 milyar İsviçre Frangı, yaklaşık 1.8 milyar TL. Çok ciddi bir rakam değil aslında. Karşılaştırma için örnek vermek gerekirse  Münih Üniversitesi’nin yıllık masrafı da 1 milyar İsviçre Frangı. Yani iyi bir Avrupa üniversitesi ile aynı bütçede CERN.

AB- CERN’ün faydası ne olacak peki bize?

Peki, CERN’ün faydası ne? 100 yıl geriye gidelim, elektronun bulunduğu zamana. Şimdi elektron ilk bulunduğu zaman bunun faydasını hemen bulabilir miydiniz? Önce elektrik olarak işe yaradı, daha sonra başka alanlarda. Bu bir süreç, keşif yapıldığında hemen anlaşılmayabiliyor faydası. 100 yıl sonra nasıl bir kazanımı olacağını bilemiyoruz ama kesin olacağını biliyoruz. Mesela anti madde hayatımıza girmiş durumda, mesela PET cihazları pozitron ile çalışıyor yani anti madde. Ve daha az zararlı bir tomografi tekniğidir PET, bu kadar güzel bir şey olabilir mi?

David Hilbert’ün bir sözü var: “Geleceği görmek özellikle zordur”. CERN’de bile bazen orijinal ve yaratıcı fikirler hemen ilgi çekmeyebiliyor. Hatta  world wide web (www) ilk önerildiğinde “İlgi çekici ama muğlak” denmiş.

Bana öğrenciler hep şunu sorar: “Hocam bir sürü şey başarmışsınız, nasıl yaptınız?”. Benim cevabım hep şu olmuştur: “Çok basit, siz benim hep başarılarımı görüyorsunuz bir de siz benim başarısızlıklarımı görün”. Sürekli denemek lazım, deneye deneye öğreniyoruz.

CERN mesela büyük hadron çarpıştırıcısını yaparken önünde iki teknoloji vardı seçebileceği: “iletken teknoloji” veya “süperiletken teknoloji”. CERN diyor ki “biz gelecekçilik istiyoruz, geleceğin teknolojisini oluşturmak istiyoruz” ve bunun için süperiletken teknolojisinde karar kılıyorlar. Bu çok büyük bir karar var. O zamana kadar yapılmış en büyük süperiletken kablo birkaç metre, oysa CERN’deki 0 26 km çapındaki hızlandırıcıdaki tek bir kablo 140 km gidiyor. Yüksek ısıdaki süperiletkenler olmadığı için o zaman sıvı helyum ile çalışacak süperiletkenler geliştiriliyor. O zaman hesaplıyorlar 140 ton helyuma ihtiyaçları var, onun maliyetini hesaplıyorlar. O süper iletken teknolojisini geliştirmeleri 5-6 yıllarını alıyor ve geliştirdikleri bu teknolojiyi 3 firmaya ihraç ediyorlar. Bunlar daha önce hiç bu konuda çalışmamış firmalar. CERN’ün istediği şirketler bu tür teknolojilere sahip olmasa bile bu teknolojiyi alıp kullanabilecek ve kendilerine fayda çıkaracak şirketler arıyorlar. Bu teknolojiyi bu 3 firmaya ihraç ediyorlar ve bu firmalar mıknatısları üretip getirdikten sonra belli bir sürede bir bakıyorlar ki kullanacakları helyumun fiyatı 10’a katlamış. Neden? Çünkü CERN bu firmalara bu teknolojiyi verdikten sonra soğuk helyum için de karyojenik firmalara teknoloji ihraç ediyor. O dönem o kadar soğuk  helyum gazının içinden geçeceği vana 3000 dolarken CERN’ün ar-gesi sayesinde  300 dolara yani onda birine iniyor. Sonunda vanalar o kadar ucuzluyor ki eski mıknatıs teknolojisi ile yapılan MR makinaları süper iletken teknolojisi ile yapılıyor ve o sırada tabi helyum ihtiyacı artıyor ve helyum fiyatları artıyor. Düşünün bunlar daha büyük hadron çarpıştırıcısı daha inşa halinde iken oldu.

Ayrıca, bütün medikal görüntüleme cihazları CERN’den çıkma. Parçacık fiziğinin başından alacak olursanız X-ışınları ile görüntüleme yani röntgen, katot tüpleri sayesinde tüplü televizyonlar ve LCD televizyonlar. Kuantum mekaniği günlük hayatımızın içinde, bilgisayarlarımızda ve her yerde.

Özetleyecek olursak, CERN’ün Türkiye’ye faydaları:

  1. Eğitim: Lise programı var, değişim programları var, Engin Arık fonu var benim yürütttüğüm. Şu an bu fon sayesinde yazları toplam 42 öğrenci CERN’de çalıştı. Şu anda yaklaşık 100-120 Türk var çalışan. Yaz okuluna kabul edilenlerin yarısı elektronikten geliyor mesela. Teknisyenler için kurs açıyor CERN mesela, süperiletkenlik, fiberoptik ve diğer benzeri teknolojiler hakkında kurs açıyorlar.
  2. Endüstri için: Türkiye’den bir firma gidip fiber optik teknolojisini almak istiyor. Dünyada bu teknolojinin en iyi olduğu yer CERN, saniyede 1 gigabit bilgi akıyor. Dünyanın bilgi ağı CERN. CERN’den bir yılda çıkan bilgi internetteki bütün bilgiden daha fazla. İşte bu teknolojiyi ithal edebiliriz. İhale açıyor CERN, bu ihalelere katılabilir Türk firmaları teknoloji transfer için, ama şu andaki konumumuzla yapamıyoruz.
  3. Bilim: Bunu açıklamaya bile gerek yok bence,  bizim gelecek kuşaklara bırakabileceğimiz mirasımız: bilim, spor ve sanat.
  4. Uluslararası ilişkiler:  CERN bütün dünyanın toparlandığı, barış için bilim yapan bir proje. İkinci Dünya savaşından sonra dağılan Avrupa’yı bir araya getiriyor. Bir Fransız ile bir Alman’ı aynı masaya oturtabiliyorsunuz savaştan sonra. Soğuk savaş döneminde Ruslar’ın Sovyetler’den çıkıp gidebildiği tek merkez. CERN’ün E’si geçen sene Europe’dan (Avrupa)  Everywhere’e (Her yer)  değiştirildi. Brezilya da başvurdu mesela bunun üzerine.

Biz şu ana kadar eğitim faaliyetlerinden yararlanamıyorduk, hiçbir şekilde ihale alamıyorduk. Ancak üye ülkelerden hiç ihale alamayacak olan olursa size geliyorlar, şu ana kadar Türkiye’den iki firma ihale alabildik.

Şu anki statü ile biz deneylerin üyesi olabiliyoruz, AMS’in üyesiyiz ekip olarak mesela. Ama işin endüstri ve teknoloji transferi tarafını gördüğüm için heyecanlanıyorum. Yardımcı üyelikle ne yapabileceğiz peki? Çok da emin olmamakla birlikte biraz da olsa teknoloji transferi yapabileceğiz, ama ipler üye ülkelerin elinde olacak. Ama yine de bir adımdır bu üyelik. Umarım ki rüştümüzü kanıtlamak için bir fırsat olsun bu üyelik ve bu sayede hükümet tam üyelik için adım atsın.

CERN aslında Türk sanayi ve şirketlerini yakından takip ediyor çünkü üye olursak ne yapabileceğimizi bilmek istiyorlar.  Tam üyelik için 2-5 yıl gerekecek müzakerenlerin bttiği günden itibaren, bir an önce bu sürece girmemiz gerek. Vereceğimiz paranın da alacağımız ihalelerle %60’ına kadarını geri alabiliyoruz. Ama daha önemlisi o aldığımız ihaleler sayesinde ithal edeceğimiz teknoloji olacak. İşte bunları düşünmek lazım. Ben ümitliyim, sanayi bakanımız hep gelecekçilikten bahsediyor. Ben de bu yardımcı üyelikten sonra bunun faydası görüldükten sonra tam üyeliğe başvurulacağını düşünüyoruz.

Bilge Demirköz Ankara'daki CERN sergisine öğrencilerle. Kaynak: http://tedconfblog.files.wordpress.com
Bilge Demirköz Ankara’daki CERN sergisine öğrencilerle.
Kaynak: http://tedconfblog.files.wordpress.com

AB- CERN’deki göreviniz tam olarak nedir?

ATLAS deneyinde dataları aldıktan sonra analizlere başladık. Şimdi CERN’de sürekli olmayı gerektirecek zamanı geçtikten sonra Türkiye’ye döndüm. Türkiye’ye Şubat’ta döndüm, mayıs ayında bizim AMS deneyinin uzaya gideceği ortaya çıktı. Hatta beni de tekrar çağırdılar. Uzaya şu ana kadar Hubble ile baktık, X-Ray ile baktık ama kimse şu ana kadar parçacık olarak bakmadı. Uzaydan gelen yüksek enerjili parçacıklardan fizik yapmaya çalışmadı. İşte bu projede astronomlar ile parçacık fizikçiler beraber çalışıyoruz ve soruyoruz: Karanlık madde nedir? Evren’deki maddenin çoğu karanlık madde.

Bir de anti madde arayışımız var. Burada tabi pozitrondan bahsetmiyorum, anti karbon anti hidrojen çekirdeği var mı? Düşünsenize evrenin bir kısmı anti evren olacak, bir yerde belki anti bizler varız. Peki nasıl anlıyoruz? Parçacıklar gelirken manyetik alanlar yüzünden kıvrılıyor ve yönsel bilgiyi kaybediyoruz. Ama yine de eğer 20 yıl boyunca parçacıkları izlersiniz, AMS’in yaptığı şey bu, içinde bir tane anti karbon çekirdeği görsek ki bunu güneş veya yıldızlar üretemiyor, anti yıldız olmak zorunda. Bir anti yıldız varsa, 14 milyar yıllık evrende onun var olmasının tek şansı bir galaksi içinde olmuş olması. Yani aynı evrenin içinde anti yıldızları barındıran galaksiler var. Mesela Hubble’in çektiği en derin fotorğaflardaki bazı galaksi kümeleri anti galaksi olabilir. Bunu bir keşfetsek evren hakkındaki fikrimiz değişecek. Aaa, orda bir galaksi dediğimiz aslında anti galaksi. Bu konuda pek bir hesaplama da yok, belki hesaplama yapmaya başlayacağız. Evrenin genişleme ve yaşı konusundaki hesaplarda anti madde yok, belki onların değişmesi gerekecek. Mesela CERN’ün yapmaya çalıştığı şeylerden biri de bu, şu ana kadar kütle çekimini ölçtük. Anti maddenin bir kütlesi var. Kütle iki çeşit fizikte, birisi inertial kütle diğeri yerçekim kütlesi. Newton yasalarındaki f=ma’daki inertial kütle ile kütleçekimi formülündeki kütle aynı ise bu tamamen şans eseri, çünkü bunların aynı olması için hiçbir neden yok. Şu ana kadar yaptığımız deneylere göre bunlar aynı ama hiçbir fiziksel neden yok. Şöyle bir fikir var, madde ile madde birbirini çekiyor. Büyük ihtimalle antimadde ile antimadde birbirini çekiyordur. Madde ile antimadde birbirini itiyor olabilir. İşte CERN bu yüzden antimadde üretmeye çalışıyor ki madde ile antimadde’nin birbirini itip itmediğini görelim.

AB- Son olarak, fizik tarihinde birinden ders almak isteseydiniz kim olurdu?: Kesinlikle Richard Feynman

AB- Birlikte çalışmak isteseniz: Rutherford’un Cambridge’deki laboratuvarında bulunmak isterdim. O laboratuvardaki her öğrencinin Nobel’i var, muazzam bir yer.

Bilge hanıma bu güzel röportaj için tekrar teşekkür eder ve çalışmalarında başarılar dileriz

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kerem Kaynar

birisi...