image9

“İyi çocuktur, hayatta demez öyle şey…”

“Çok cici kızdır, böyle yaptığını sanmıyorum”

“Senin gibi zeki birisi nasıl böyle bir şey yapar anlamıyorum?”

“Melek kadar güzelsin! Senden bana bir zarar gelmez…”

Bu gibi cümleleri günlük hayatınızda sıklıkla duymuş ve hatta sizler de sarfetmiş olabilirsiniz. Hatta ve hatta zaman zaman bu yargılarınızdan dolayı şaşkınlığa uğramış, hayretlere düşmüş de olabilirsiniz, çünkü insanlar onlardan hiç beklemediğiniz gibi davranmışlardır.

Bir kişinin karakteri hakkındaki yargımızın onun bazı diğer iyi özelliklerinden -özellikle de görüntüsünden- etkilenmesine hale etkisi veya ayla etkisi (ing. Halo effect) denir. İlk olarak psikolog Edward Thorndike tarafından tanımlanmış ve bu etki daha sonra pek çok deneyle kanıtlanmaya çalışılmıştır.

Biraz düşündüğümüzde hayatımızın pek çok alanında hale etkisinin altında olduğumuzu ve daha önce verdiğimiz pek çok kararın altında hale etkisinin yattığını görebiliriz. Elbette başkalarının kararlarının altında da! Zaman zaman birilerine sırf daha güzel, daha seksi, ya da cinsiyeti dolayısıyla kıyak geçildiğini düşünüyorsanız, bu sizin bir kuruntunuz olabileceği gibi, gerçeklik de barındırabilir.

Şekilcilik ve Estetik

Ipsos araştırma şirketinin 2012 yılının son çeyreğinde yapmış olduğu araştırmada 1200 kişiye "kimi örnek alıyorsunuz?" diye soruldu. İlk 20 isim yukarıda görünüyor. Sizce sadece yakışıklı ya da güzel olduğu için bu listeye giren var mıdır?
Ipsos araştırma şirketinin 2012 yılının son çeyreğinde yapmış olduğu araştırmada 1200 kişiye “kimi örnek alıyorsunuz?” diye soruldu. İlk 20 isim yukarıda görünüyor. Sizce sadece yakışıklı ya da güzel olduğu için bu listeye giren var mıdır?

Hale etkisini gösteren ilk örnek çalışma[1], içerikleri aynı olmasına rağmen farklı notlar alan sınav kağıtlarıyla ilgilidir. Bu araştırmada sınav kağıtları biri güzel, diğeri kötü el yazısıyla iki kopya olarak hazırlanmıştır ve değerlendirmesi için sınav okuyacak gruplara dağıtılmıştır. İçerikleri aynı olmasına karşın güzel yazılı kağıtların daha yüksek not aldığı görülmüştür. Burada güzel ve estetik olan kağıda yüksek not verme eğiliminin mi, yoksa “güzel yazanların daha zeki olabileceğini ve daha doğru yazabileceğini” düşünmenin mi etkisi olduğu tartışmalıdır, ancak her iki durumda da estetik bir avantajın içerikten bağımsız olarak daha iyi bir sonuç verdiğini görürüz.

David Landi ve Harold Sigall’ın 1974’te yaptığı diğer bir çalışma[2] ise daha çarpıcıdır. 60 adet lisans öğrencisinin denek olarak kullanıldığı çalışmada kız öğrenciler tarafından yazıldığı söylenen kompozisyonlara not vermeleri istenmiştir. Bu kompozisyonlardan 3’te birine oldukça çekici bir kadın/erkek fotoğrafı iliştirilmiş, 3’te birine çekici olmayan bir kadın fotoğrafı iliştirilmiş, kalanlarına ise kontrol amacıyla fotoğraf konmamıştır. Ayrıca bu kompozisyonların yarısı başarılı bir şekilde yazılmış, diğer yarısı ise kötü yazılmıştır.

İyi yazılmış kompozisyonlarda hale etkisi hafifçe hissedilmiştir: Çekici yazarların kağıtları 9 üzerinden ortalama 6,7 puan alırken çekici olmayan yazarların kağıtları ortalama 5,9 puan almıştır. (Kontrol grubu ortalama puanı 6,6).

Ancak iş kötü yazılmış kompozisyonlara gelince, çekici olmak burada baya işe yaramış olmalı: Çekici yazarların kağıtları 9 üzerinden ortalama 5,2 alırken, çekici olmayan yazarlarınki bu puanın neredeyse yarısı kadar, ortalama 2,7 puan almıştır. (Kontrol grubu ortalama puanı 4,7).

Eğitim sahasında sıkça rastlanılan bu duruma yargıda da rastlamak mümkündür. Bir saygı ifadesi olarak duruşmalara şık katılmak bir gelenektir ancak bu şıklığın hakimlerin kararına etkisi olup olmadığı ciddi bir tartışma konusudur.

ABD’de bizdeki ve Avrupa’da yaygın olan pek çok hukuk sistemininkinden farklı olarak halktan jüriler bulunmaktadır ve jürilerin kararı hüküm üzerinde oldukça etkilidir. Bu yüzden ABD mahkemeleri kimi zaman jüriyi etkilemeyi amaçlayan tiyatro sahnelerine dönüşebilir. Hakim kararları bireysel olduğundan Avrupa hukuk sistemlerinde böyle bir araştırmanın doğruluğu ve güvenirliği şüphe götürür ama ABD gibi bir kaç kişinin birlikte karar verdiği, jüriye dayalı sistemlerde bu sosyal etki daha rahat araştırılabilir.

1974’te ABD’deki davaları araştıran M.G. Efran, geçmişteki davalara yönelik ampirik bir çalışma yürüterek, jürinin sanığın çekiciliğinden etkilenip etkilenmediğini bulmak istemiştir ve jürinin çeşitli davalarda aynı suçtan yargılanan iki ayrı sanığa çekiciliklerine göre daha ılımlı ya da daha sert yargılara sahip olduğuna yönelik önemli kanıtlar tespit etmiştir[3]. Efran mahkeme ortamını simüle edip çeşitli deneyler gerçekleştirerek fiziksel görünümün kararları etkilediğini ortaya koymuştur [4].

Aslında Efran’ın çalışması, 1972’de güzel olanın “iyi” bulunmasıyla ilgili başka bir çalışmayı doğrulamıştır. Dion, Berscheid & Walster imzalı bu çalışma[5] kapsamında Minnesota Üniversitesi öğrencilerine verilen düşük, orta ve yüksek çekiciliğe sahip insan fotoğraflarına görüntülerine göre ellerindeki listede bulunan kişilik özelliklerinin atfedilmesi, genel olarak mutlu olup olmadıklarını belirlemeleri, iyi bir anne-baba olup olmayacaklarını ve işteki başarılarını tahmin etmeleri istenmiştir. Sonuçlar yardımseverlik, kararlılık, dürüstlük ve kibarlık gibi özelliklerin daha çok çekici fotoğrafa atfedildiğini gösterirken, çalışmada çekici olanların daha mutlu ve daha iyi anne-baba olabileceği tahmin edilmiştir. Ayrıca çekici olanların meslek tahminlerine bakıldığında onlara prestijli işlerin yakıştırıldığı görülmüştür.

Aşağıdaki bir belgeselden alınmış video kesiti, 1972 tarihli çalışmanın bulgularına paralel bulgular ortaya koyuyor ve hem kadınlarda hem de erkeklerde çekiciliğin nasıl bir hale etkisine yol açtığını gösteriyor. Videoda altyazı maalesef bulunmuyor, bu yüzden olan bitenin küçük bir açıklamasını da video altında sunuyorum:

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=UEho_4ejkNw&w=540&h=405]

Videonun birinci kısmında birisi özellikle çekici olmak için hazırlanmış, bir diğeri ise çekici olmaması için hazırlanmış iki kadın görüyoruz. Bu kadınlardan ikisinin ağır olan valizlerini merdivenden çıkarmaya ihtiyacı var. Video, çekici olan kadının çekici olmayan kadına göre çok daha çabuk yardım bulduğunu gösteriyor. Ayrıca çekici kadın kendisine yardım eden birinden borç para istediğinde adam düşünmeden ona borç veriyor. Bu durumun illa ki hale etkisini yansıttığını söylemek zor, zira kadına yardım edenlerin çekici ve seksi kadınla iletişim kurmayı avantajlı bulma ihtimalleri var. Burada cinsel bir çıkar güdülmediğini söyleyemeyiz.

Ancak videonun ikinci kısmı hale etkisine daha iyi bir kanıt teşkil ediyor: Yaşları ve kıyafetleri aynı olmasına karşın birisi oldukça uzun, diğeri ise oldukça kısa olan iki erkek birey hakkında sokaktaki insanların fikirleri alınıyor. Sorulara yanıt veren insanlar, uzun erkeğin mesleğini tahmin etmeleri istendiğinde doktor, finansçı gibi tahminlerde bulunuyorlar ve tahmini yıllık kazancı sorulduğunda verilen yanıtların ortalaması $220,000’e karşılık geliyor. Kısa adam için ise tablo bu kadar iç açıcı değil. Meslek tahminleri daha çok emeğe dayalı meslekler olarak değişiklik gösterirken, ortalama yıllık kazanç tahmini ise $20,000’e düşüyor.

Aşağıdaki video ise Türkçe altyazılı. Bu videoda da bir kadının çeşitli erkeklerden talep ettiği ücretsiz ürün ya da hizmetlerin onun bakımlı olup olmamasına göre nasıl yanıt bulduğu ortaya koyulmaya çalışılıyor. (Ancak videoda konu edinilen isteklerin bir kısmında kadınla fiziksel tanışmanın manipülasyona sebep olduğundan şüphe edebiliriz, çünkü talepte bulunulan kişilerin tamamı erkek olduğu için çekici bir kadına yardım etmede cinsellik temelli bir fayda elde etmeyi amaçlıyor olabilirler.)

 

 

Bilimsel çalışmaları ve kanıtları bir kenara bırakıp günlük hayatımıza baktığımızda da farklı bir tabloyla karşılaşmayız.

Örneğin çok güzel bir sevgilinin ya da aşık olunan kadının “melek gibi” diye tanımlanması aslında önemli bir hale etkisi örneğidir. Bildiğiniz üzere melekler dini literatürde, kötülük yapma kabiliyetleri olmayan, günahsız varlıklar olarak tanımlanırlar. Güzelliğin günahsızlık, masumiyet ya da iyilikle herhangi bir korelasyonu bulunmamasına rağmen böyle düşünmeye eğilimli olduğumuzu bu deyimden rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Ayrıca Robert M. Kaplan’ın 1978’de işaret ettiği [4] özel bir durumu da belirtmek gerek: Denekler kadın olduğunda ve değerlendirilen örnekler erkek olduğunda hale etkisi yukarıda ifade ettiğimiz gibi ortaya çıkıyor. Yani çekici olanlar daha olumlu değerlendiriliyorlar. Ancak hem denekler kadın, hem de değerlendirilenler kadın olduğunda etki tersine dönüyor ve espirili bir hal alıyor: Kadın değerlendiricler, çekici kadınlara daha olumsuz puanlar veriyorlar. Burada da bir tür rekabet algısı devreye giriyor olmalı.

“İsim yapmak”

Hale etkisinin güzel görünenin iyi olduğu kanaati sağlamasının yanısıra bir etkisi daha var: Tarafsız değerlendirmeye ket vurması.

Türkiye’de, bilhassa üniversite tercihleri söz konusu olduğunda bir takım üniversitelerin anne, bana, öğretmenler ya da rehberlik servislerince  “en azından ismi var” diye önerildiğini duyarsınız…

Bir üniversitenin meşhur olmasının o üniversitenin her bölümünde iyi ve kaliteli bir eğitim verildiği anlamına gelmediği aşikardır, ancak bu tavsiyenin arkasında piyasada personel alımı söz konusu olduğunda kişilerin hale etkisi altında kalması bulunduğunu öne sürebiliriz. Bu durum ülkemize has değildir. Ya da en azından söz konusu bilimsel literatür olduğunda ABD’de de benzer etkilere rastlandığı ispatlanmıştır:

Bilindiği üzere hakemli dergiler, kendilerine gönderilen makaleleri konusunda uzman iki-üç hakeme yollarlar ve makaleyi basıp basmamaya bu hakemlerin raporları doğrultusunda karar verirler. 1982’de iki psikolog hakemli dergilerin işleyiş şeklindeki hale etkisini ortaya çıkarmak için bir tezgah kurdular. Önce hakemli dergilerden Harvard ya da Princeton gibi en itibarlı psikoloji bölümlerinin üyeleri tarafından yazılmış makaleleri çıkardılar. Bu makalelerden seçtikleri bir kısmını kopyalayıp, üzerlerine sahte isimler koyduktan sonra, üniversite isimlerini de bilinmeyen, adı da oldukça şaibeli görünen merkez isimleriyle değiştirdiler (Tri-Valley İnsan Potansiyeli Merkezi gibi). Makalelerde ana fikri değiştirmeyecek, ama daha önce yayınlandığının anlaşılabileceği küçük değişikliklerde bulundular, ama hipotez ya da sonucu asla değiştirmediler.

Sonuç şöyle oldu: 12 dergiden sadece 3’ü makaleyi daha önce bastıklarını fark ederken, kalan 9 dergiden 8’i makaleleri reddetti. Dahası bu 8 derginin 16 hakemi ve 8 editörü makalenin yayınlanmaya uygun olmadığını belirtti [1].

Buna benzer bir tezgâha da edebiyat alanından örnek verelim:

Polonya asıllı ABD’li yazar Jerzy Kosinski’nin 1968’de yazdığı Adımlar adlı romanı büyük bir başarı yakaladı ve 1969 yılında kurgu dalında Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’nü aldı. Yani kitabın edebî başarısı büyük ölçüde tescillendi.

Ancak, kitabın bu ödüle layık görülmesinden sekiz yıl sonra, 1975 yılında bir şakacı, kitabı yeniden yazdı ve dosyayı başlıksız halde, sahte bir isimle, kitabın yayıncısı olan Random House da dahil ABD’deki on dört yayınevine ve on üç edebiyat ajansına gönderdi. Gönderilen yirmi yedi kurumdan -kitabın yayıncısı olan Random House da dahil- birisi dahi kitabın zaten yayınlanmış olduğunu farketmediği gibi, hepsi de dosyayı başarısız bularak reddetti [1].

Ancak “isim yapmış olma” temelli hale etkisini Bir Bilsen Safsatası [6] dediğimiz safsatadan iyi ayırmak gerekiyor. Bir bilen safsatası, herhangi bir konunun uzmanının o konu hakkında söylediklerinin doğru olduğuna inanma eğilimi olarak tanımlanır. Oysa yukarıdaki örneklerle vurgulamak istediğimiz etki, “başarılı bir yazar” ya da “başarı düzeyi yüksek bir üniversite” olmanın değerlendirilen diğer özellikler üzerindeki rasyonel olmayan, yani mantıklı olmayıp yanlış değerlendirmelerin sonucu olan etkileridir.

Geniş anlamda hale etkisi

Sansasyonel şarkıcı Ajdar Anık, zaman zaman iyi bir şarkıcı olduğu fikrini savunmak için "Ben mühendisim" demektedir.
Sansasyonel şarkıcı Ajdar Anık, zaman zaman iyi bir şarkıcı olduğu fikrini savunmak için “Ben mühendisim” demektedir.

Hale etkisi temelde estetik ve şekilcilik düzeyinde tanımlansa da genel olarak olumlu ve görünen bir niteliğin diğer niteliklere yönelik yargılarımıza bulaşması olarak da tanımlanır.

Öğretmenlerin derslerinde başarılı bir öğrencinin kötü alışkanlıklara sahip olmasına inanmakta çektiği güçlük, başarılı şarkıcıların kokain ticaretine bulaştığını duyduğumuzda yaşadığımız hayret ya da özellikle iş yerlerinde başarılı çalışanların etiğe aykırı davranışlarda bulunmayacağına dair olan inançlarımız yayılma etkisine örnektir.

Bir başka örnek ise tarihteki başarılı liderlerin ve karizmatik kişiliklerin bazı başka konularda hatalı karar vermiş olduklarını kabul etmekteki zorluktur.

Arzularımızın da böyle bir yayılma etkisine destek çıktığını söylemek gerekir. Örneğin bir otomobil alacaksınız ve hayatlinizde X markasının Y modeli var. Bu model hakkında araştırma yaparken ya da otogaleriye gidip gözlemlediğinizde arzu ettiğiniz özelliği karşıladığı için (yüksek hız, yüksek güvenlik vb.) otomobilin diğer her konuda da iyi olduğunu düşünmeye yatkınızdır. Oysa bir otomobil çok iyi bir güvenlik sistemine sahip olmasına karşın sorunlu bir şanzımana sahip olabilir. Ya da bir otomobil sadece çok güzel gözüktüğü için onun verimli ve iyi bir makina olduğunu söylemek imkanlı değildir.

Ye kürküm ye…

Ne kadar kusursuz düşünmeye çalışsak da yargılarımızın ve davranışlarımızın arkasında her zaman mantığın bulunduğunu iddia edemeyiz. Thorndike’nin ortaya koyduğu hale etkisi mantıksız ve rasyonel olmayan davranışlarımızdan sadece birisidir.

Çağımızda ortaya çıkan lüks tüketim arzusunun arkasında da “iyi olarak değerlendirilme” arzusunun yattığını söylemek zor olmasa gerek. Kullandığımız arabaların, giydiğimiz markaların bir statü göstergesi olarak algılanmasının yanısıra, çevredekilerin bize olan davranışlarından olumlu bir geri besleme almadığımızı söyleyemeyiz. Hatta bu durum halk edebiyatına da oldukça net bir şekilde yansımıştır.

Yazımızı Nasreddin Hoca’nın “Ye kürküm ye” adlı, güzel bir hale etkisi eleştirisiyle bitirelim:

Nasreddin Hoca’yı bir şölene, ziyafete çağırmışlar. Hoca günlük kıyafeti ile gitmiş. Kendisiyle pek ilgilenen olmamış. Hemen evine gidip, en yeni ve gösterişli elbiselerini, üzerine de kürkünü giymiş. Davet edildiği ziyafet konağına tekrar gelmiş.

Daha kendisini kapıda görür görmez, büyük bir hürmet göstermişler. Yukarıya çıkarıp salonda baş köşeye oturtmuşlar. En iyi yemekleri evvelâ ona ikram etmişler. Hoca her ikram edilen şey önüne konduğunda, kürkünü yakasından özenle tutup, “ye kürküm ye” diyormuş. Bu hareketi salondakilerin dikkatini çekince “Hocam, bu nasıl iş, hiç kürk yemek yer mi?” diye sormuşlar.

– “Ne yapalım, davet sahibi bunları kürküme ikram ediyor. Sonradan kürkümle aramda bir sorun çıkmasın diye ben de kürkümü uyarıyorum,” demiş.

Kaynaklar:

[1] Stuart Sutherland, İrrasyonel. Domingo Yayınları. 2009.
[2] Landy, D.; Sigall, H.. “Task Evaluation as a Function of the Performers’ Physical Attractiveness”. Journal of Personality and Social Psychology 29 (3): 299-304.
[3] Wikipedia, “Halo Effect” maddesi.
[4] Efran, M. G.. “The Effect of Physical Appearance on the Judgment of Guilt, Interpersonal Attraction, and Severity of Recommended Punishment in Simulated Jury Task”. Journal of Research in Personality 8: 45-54.
[5] Dion, Karen; Ellen Berscheid, Elaine Walster. “What is Beautiful is Good“. Journal of Personality and Social Psychology 3 (24): 285-290. (Aktaran: [3])
[6] Ürkmez, Bahadır. “Bir Bilen Safsatası”. Yalansavar.org – 9 Temmuz 2012.

î

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tevfik Uyar

Uçak Mühendisi ve Sosyologtur. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını yönetim psikolojisi üzerine gerçekleştiren Uyar, biri popüler bilim, diğerleri bilimkurgu türünde üç adet kitap kaleme almış, üç adet kitabın çevirisini yapmıştır.