Bütün Açık Bilim yazarlarına…

Daha Nice Yıllara, doğumgünümüz kutlu olsun!

Doğum Günün Kutlu Olsun

Soğuk bir sonbahar günü idi, gökyüzünde parıldayan güneşe rağmen. Gözlüklü, kırmızı yanaklı ve herkesin ilk olarak “çok bilgili” diye bahsettiği çocuk sınıfa girdi ve  sırasına oturduktan sonra çantasından hediye kağıdı ile paketlenmiş bir paket çıkarıp önündeki çocuğa uzattı. Şaşıran arkadaşı daha  ağzını açamadan “Doğum günün kutlu olsun” diye de ekledi gülerek. Hediyeyi alan çocuk şaşkınlıkla ve sevinçle paketi açtı. Kapakta bir elma ve “F=mg” formülü vardı; büyük puntolarla “Fizik Yasaları Üzerine” yazıyordu hemen altında ise küçük harflerle “Richard Feynman” yazıyordu. Kimdi ki bu Feynman, hiç duymamıştı o zamana kadar. Neyse, akşam “Hayat Ansiklopedisi”nden bakardı.  Kapağın içine yazılmış yazıyı okurken duygulandı, dönüp arkadaşına teşekkür edecekken koridordan gelen sesle önüne döndü hemen:

“Oğlum Dehşet geliyor, oturun”

Bornova Anadolu Lisesi’nin Dehşet lakaplı ama aslında  iyi yürekli fizik öğretmeni Dehşet Neşet’i kızdırmaya gelmezdi; yoksa bütün tahtayı temizletirdi ders boyunca. Kitabı usulca çantasına koydu, “Bilim ve Teknik” dergisinin yanına. Sene 1995 idi

Dünya Ne Kadar Küçük

1929 yılında Macar oyun yazarı Frigyes Karinthy “Zincirler (Láncszemek) “ adlı kısa oyununda “Altıncı derecden ayrılık” prensibini ortaya koydu Kurgu hikayedeki kahraman tüm dünyadaki insanları birbirine “araya en fazla 5 kişi koyarak” bağlayabileceğini iddia ediyordu. Frigyes ülkesinde meşhur bir yazar idi ama ortaya attığı kavram ancak 30 yıl sonra dünyada gündeme gelecekti. Denyesel bir psikolog olan Stanley Milgram yazarın oyunundan yola çıkarak kavramı test etmeye karar verdi ve bir kartpostal zinciri yarattı. Milgram bir kartpostaln üzerine o posta kartını almasını hedeflediği insanın sadece adı ve soyadını yazıp rastgele birine veriyordu ve ondan “hedef kişiyi tanıyabilecek birine” kartı göndermesini rica ediyordu. Hedef kiş kartı aldığında kartpostalın üzerindeki pulları sayarak kaç kişinin Milgram ile arasında olduğunu hesaplaybiliyordu. Yüzlerce kartpostal gönderildi ve hedef kişilere ulaşabilen kartların istatistiki analizi yapıldığında çıkan “aradaki kişi” sayısı sadece “5.5” idi!

Kavramın popüler kültüre yerleşmesi ise ünlü aktör Kevin Bacon sayesinde oldu. Kevin Bacon o kadar çok filmde oynamıştı ki bir röportajında “Hollywood’daki neredeyse her aktör ile oynamışımdır” dedi2. Aktörün bu yorumu üzerine Albright Koleji Öğrencileri hemen bir oyun üretti, Kevin Bacon ve dünyadaki herhangi bir aktörü birbirine bağlama oyunu. Oyun bir şekilde TV’de duyulunca ünlü oldu ve hatta önsözünü aktörün yazdığı bir kitap bile çıktı.

Popüler kültürde olduğu kadar altıncı dereceden ayrılık prensibi kendisine akademik dünyada da yer buldu. Dünyanın en çok makale yazan matematikçisi Paul Erdos’e ithafen “Erdos sayısı” ortaya atıldı, Erdos ve diğer makale yazrlarını birbirine bağlayan. Ne tesadüftür ki Paul Erdos, prensibi ortaya koyan Karinthy gibi Macardı. Dünya gerçekten küçüktü.

İlk Sayı Kadrosu Toplanıyor

Kitabı hediye eden çocuk Çağrı (Yalgın) bilime çok meraklıydı. Özellikle de, doktor olan annesinden dolayı herhalde, tıbba çok meraklıydı. Sadece tıbba değil dergi, yayın ve benzeri işlere de merak salmıştı. Hatta o doğumgününü kutladığı arkadaş ile hocalarına dergi satmaya çalışacak kadar bu işlerin içindeydi. Kazandığı Marmara Üniversitesinin ilk sınıfındayken gene o arkadaşına yazdığı mektupta o dönem takip ettiği dergilerden bahsediyordu. Okulunu bitirdikten sonra araştırma yapmak için yurtdışına gitti. Başarılarla dolu akademik hayatı onu en son Japonya’ya attı. Havalanına indiğinde daha bilmiyordu ama evleneceği ve iki güzel çocuğunun annesi olacak kadın da oradaydı. Çağrı Japonya’da akademik arştırmalarına devam ederken internette bir bilim forumunda da yöneticilik yapıyordu. Tevfik (Uyar) ile de orada tanıştı.

Tevfik her zaman sorgulayıcı ve araştırmacıydı ve doğru bildiğini sonuna kadar savunan biriydi. Çok meraklıydı her türlü bilgiye. Bilginin mutlulukla bir ilgisi olduğunu ilkokulda okuduğu bir şiirden sonra kendisini öpüp kaçan kızla anlamıştı. Sadece şiir değil astronomiye çok meraklıydı, uzak gezegenler ve yıldızlar hep cezp etmişti onu. Ama mühendis te olmak istiyordu, içinde bir şeyler yaratma içgüdüsü de vardı hep. Sürekli kağıt üzerinde “icat çıkarıyor”du, hepsini de ayrı ayrı kategorilendiryordu. Yazma tutkusu da 15 yaşında Eskişehir’in yerel gazetesinin kapısını çalıp “ben gazetede bilim köşesi hazırlamak istiyorum” demesi ve kabul edilmesiyle başladı. Lisedeyken onu  iyi tanıyan matematik öğretmeni “sen uzayı seviyorsun, çok da farklı değil. Sen bence uçak mühendisliği yaz” dedi. Öğretmenini dinleyip İTÜ uçak mühendisliğine girdi. O dönem aynı dersanede sınıf arkadaşı olduğu Murat (Pınar) ise kimya mühendisliğini kazandı. Murat ile Tevfik  hemen anlaşmıştı, birbirleri ile sıkı dost oldular.

Murat iyi bir dinleyici olduğu kadar kuvvetli hafızası ile dinleyerek öğrendiklerini asla unutmazdı. Doğa, çevre ve sağlıklı yaşam tutkunu Murat, üniversitede ev hayatı sürerken çevreyi koruyan çözümler düşünüyordu. Aralarında klozetin sifonu içerisine içi su dolu şişeler koyarak hazneye daha az su dolmasını sağlamak da bulunan pek çok önlem düşünmüş, araştırmış, bulmuştu. Tevfik ile sıkı dostluğun ötesinde her  dergi/internet sitesi projesinde de beraber çalıştılar Açık Bilim dahil olmak üzere.

Tevfik İTÜ’de okurken yolları kesişti mi bilinmez ama Gökhan da (İnce) oradaydı, İtü Elektronik ve Haberleşme bölümünde okuyordu. Zeki, eğlenceli ve kendi deyimi ile “biraz çocuk ruhlu” idi. Oyuncakları çok seviyordu. Bilgisayarların ve elektronik devrelerin soğuk ve karanlık dünyasında kendine en uygun bölüm olarak “Robotik”i seçti, ne de olsa robotlar biraz da büyükler için oyuncak gibiydi. Robot denilince ilk akla gelen ülke Japonya’ya düştü yolu, sen 2008 idi. Japonya’ya hiç gitmemişti daha önce, acaba nasıl bir yerdi? İnternetten “Japonya’da yaşayan Türkler” grubuna mail attı. Hızla gelen cevap Çağrı Yalgın’dandı! Çağrı ile oraya gidince yüz yüze tanıştı ve dost oldular.

Çağrı ile Gökhan Japonya’da iken Tevfik İTÜ’den çıkıp başka bir üniversite’de işletme yüksek lisansı yapmaya başlamıştı. Bir gün okula giderken yanına oturan bir kız ile tanıştı, kızın adı Sinem (Doğan) idi ve ne tesadüf ki o da aynı yüksek lisans sınıfındaydı.

Küçüklüğünde ablası Laleli’deki “Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi”ne  kitap değiştirmeye gitiğinde hep peşine takılırdı Sinem. O kütüphanedeki kitap kokusu en sevdiği koku oldu. Kitap okumayı ve kütüphaneleri o kadar sevdi ki İstanbul Merkez Kütüphanesinde asistan öğrenci olarak çalıştı ve sosyolojinin yanında Bilgi Belge Yönetimi dalında çift anadal mezunu oldu.

Tevfik ile Sinem tanıştığı zamanlarda Tevfik internet üzerindeki bir bilim forumunda yöneticilik yapıyordu ve orada Can Holyavkin ile tanıştı. Can’ın çocukluğu çok geniş bir Bilim ve Teknik arşivi olan bir evde geçmişti. Okuduğu her şeyi anlamıyordu ama bilim insanının beyaz sakalı, dağınık saçlı amcaların yaptığı sıkıcı bir şey olmadığını aksine insanı heyecanlandırabilecek bir yanı olduğunu anlamıştı. Önce astronomiye merak saldı her çocuk gibi, sonra biyolojiye kaydı merakı ve en sonunda moleküler biyolog oldu.

İleride o da bilim insanı olacaktı.

Tevfik’in o dönem yöneticilik yaptığı forumun diğer yöneticileri arasında Çağrı da vardı. Bir gün Tevfik, Çağrı’ya e-posta atarak onunla özel konuşmak istediğini söyledi. İkisi internet üzerinden konuşmaya başladılar ve ortaya çıktı ki Tevfik de Çağrı da bilim forumundakinden farklı bir şey yapmak istiyorlardı. Bilimi geniş kitlelere sevdirecek, popüler bilim yazılarının yer alacağı ve geniş katılımlı bir dergi hayal ediyorlardı. Tevfik aklına gelen her isim için alan adı alırken Çağrı “Açık Bilim” adını önerdi. Tevfik bir tek o alan adını almamıştı!

Dergi fikri kafalarında iyice şekillendiğinde etraflarından insan çağırmaya başladılar. Çağrı Gökhan’ı ve aynı forumdan Can’ı çağırdı; Tevfik Murat ve Sinem’i. O dönem dergiye katkıda bulunmak üzere Onur Göktepe, Serkan Kılıç ve Ömer Cansızoğlu da katıldı.

Kadro Büyüyor

Işıl daha küçükken bilime meraklıydı, dayısının Bilim ve Tekniklerini okuyordu halının üzerine hepsini yayıp. Küçükten doktor olmayı kafaya koymuştu. En sevdiği oyuncağı babasının Amerika’dan getirdiği mikroskoptu. Her şeyi büyütüp kendisine yeni dünyalar gösteren mikroskop ile saatlerce sıkılmadan zaman geçirebiliyordu. Öyle ki, elini kesip annesini çığlık çığlığa bıraktığında bile kendisi “lam getirin bana, mikroskopumda bakacağım” diye bağırıyordu. Büyüdü o küçük kız ve doktor oldu ama hayatın onu nereler savuracağını hal bilmiyordu. Doktorluk yaprken aynı zamanda amatörce bir müzik grubunda da çalar ve söylerken ilerde kocası ve hayattaki en iyi arkadaşı olacak Cüneyt (Özdaş) ile tanıştı. Yıllarca sadece dost kaldılar ama en sonunda anladılar ki birbirlerinin hem en iyi dostu hem de sevdiğiydiler. Işıl yıllar sonra bu durum için “huzur ve mutluluk kaynağı” diyecekti. İkisi evlendikten sonra Cüneyt’in işinden dolayı Amerika’ya göçtüler. Işıl orda boş kaldığı günlerde internet üzerindeki hurafelerle savaşıyordu sürekli. En sonunda bunu düzenli bir şekilde yapabileceği ve herkes duyurabileceği şekilde bir internet sitesi açtı ve adına “yalansavar” dedi. O site sayesinde hiçbirini daha önce Türkiye’de görmediği Bahadır (Ürkmez), İlkay (Uzun), Aysu (Uygur), Tuğsan (Topçuoğlu) ve Serdar (Başeğmez) ile tanıştı.

Ve bir gün Twitter üzerinden Serdar  “Sonunda adam gibi bir bilim yayını” diye bir tweet attı. Işıl heyecanla linke tıklayıp Açık Bilim’in ilk sayısına ulaştı ve okumayı bitirdiğinde Çağrı’ya mail attı: “Ben de katkıda bulunmak istiyorum” diye. Işıl da kadroya katılmıştı.

Derginin ilk sayılarında tanıtım için herkes çaba gösteriyordu, herkes her yer derginin linkini bırakıyordu. Çağrı aktif olarak Friendfeed’i kullanıyordu ve orda tanıştıklarından biri de Kaan idi.

Kaan daha küçükken hedeflerini büyük tutuyordu. İlkokul öğretmeni “Nereye gitmek istersiniz?” diye sınıfa sorduğunda en uzağı o hedeflemişti: Andromeda Galaksisi! Öğretmeni acır ve küçümser gözlerle baktı küçük Kaan’a, neyse büyüyünce vazgeçerdi nasılsa. Am vazgeçmedi Kaan ve herkes mühendislik yazarken üniversite tercihlerine o giti sadece fizik yazdı. Boğaziçi Fizik bölümünü bitirdi, bir de yüksek lisans yaptı orada. Fiziğin tanrılarına danışmak üzere istihareye yattı bir gün, tanrılar Houston dedi ve kendini Rice Üniversitesi’nde buldu. Orada teorik uzay fiziği çalıştı uzun süre ve sonra kimsenin anlamadığı ve anlamadıklarından dolayı geçer not verdikleri doktora tezini teslim edip Türkiye’ye döndü. Friendfeed üzerinden Çağrı ile tanıştı ve en sonunda Açık Bilim’e yazar olarak katıldı.

Kaan ve Tevfik gibi astronomi meraklısı Cihan da kadroya internet üzerinden katıldı. Cihan daha küçükken hava sıcaklıklarını ölçüp haberlerde bildirilenle karşılaştıran, Bilim Çocuk dergisi okuyan ve sürekli deneyler yapan bir ufak bilim insanıydı. Bu merakı onu astronomi okumaya itti ve Ekşi Sözlük üzerinden gördüğü dergimize başvurup her ay en çok okunan bölümlerden biri olan “Gökyüzü rehberi”ni yazmaya başladı.

Yazmaya Devam…

Peki ben? Ben de dergideki her yazar gibi çocukluktan meraklıydım bilime ve o dönem çıkan Bilim ve Teknik ile yetinmek zorundaydım her ay. Dergiyi okumayı bitirince evdeki ansiklopedileri hatmetmeye devam ederdim.  Yıllar sonra Tübitak kitapları ile çeşitlendi kütüphanem ve bir gün okul sırasında oturuken arkamdan bir el dokunup bana bir hediye uzattı doğumgünümü kutlayarak.Richard Feynman’ın “Fizik Yasaları Üzerine” adlı kitabını hediye etmişti Çağrı bana. Mühendis oldum, kitabın kapağındaki “F=mg” formülü hayatımın merkezinde oldu öğrenim hayatı boyunca. Hayat beni Çağrı ile farklı yollara savurdu am bağımızı hiç koparmadık. Yıllar sonra Çağrı Türkiye’yi ziyaret ettiğinde bana “bir bilim dergisi” çıkarmayı düşündüklerinden bahsetti. “Sen de okuduğun kitapları yazarsın” dedi Çağrı bana ve yazdım da. İlk yazdığım yazı da Feynman’ın kitabı üzerine idi.

Aslında hepimizin öyküsü üç aşağı beş yukarı aynı. Küçükten bilime merak salmış, çocuksu merakını asla kaybetmemiş ve anlatacak çok şeyi olan insanlarız. Biz küçükken okuduklarımız bizleri bilim insanı, araştırmacı, bilim meraklısı vb. yaptı. Bizlerin arasında altıncı derceden ayrılık yok, bizler birbirimize aramızda “bilim” ile bağlıyız. Ve biliyoruz ki dergimizi okuyanlar arasında bizim yaşadıklarımızın aynısını yaşayan çocuklar var. Her ay oturup yazı yazdığımızda aslında onlar için yazıyoruz. Kimi bilim insanı olacak belki, kimi mühendis, kimi araştırmacı, kimi doktor, kimi belki astronot olacak ve belki biri bir gün bu ülkeye bilim dalında Nobel ödülü getirecek. Biz  onların meraklarını canlı tutmak ve dünyayı daha iyi tanımaları için yazıyoruz.

Biz yazmaya devam edeceğiz çocuk, sen de okumaya devam et. Olur mu?

Kaynakça

  1. Yazarlarla yapılan çeşitli sohbetler, yazışmalar ve yazarın kendi hayatından
  2. http://www.barabasilab.com/LinkedBook/chapters/3Ch_SixDegreesofSeparation.pdf
  3. http://www.dipnot.tv/25607/Neden-iki-galaksinin-carpismasi-iki-unlunun-evlenmesi-kadar-ilgi-cekici-degildir.aspx

Referanslar

  1. http://en.wikipedia.org/wiki/Frigyes_Karinthy
  2. http://en.wikipedia.org/wiki/Six_Degrees_of_Kevin_Bacon

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Ben de çocukluğumdan beri Tübitak Bilim&Teknik okuyorum ama sizin kadar şanslı değildim(ya da itiraf edeyim hadi yeterince azimli de değildim). İnandığınız ve sevdiğiniz bir şeyin peşinden gitmeniz, bir yandan günlük yaşamınızı idame ettirirken diğer yandan vakit ayırıp bu güne kadar öğrendiklerinizi de bu bilim sitesi vasıtası ile bizlerle paylaşmanz harika bir davranış. İnşallah daha uzun yıllar bu kadronun bu şekilde devam etmesini ve bizleri aydınlatmaya devam etmenizi umuyorum. Son paragraftaki temenninizede içtenlikle katılıyorum. Allah sizlerden birinin Nobel ödülü almasını veya en azından uzaya gitmesini nasip etsin.
    Saygılar.

Kerem Kaynar

birisi...