Kanada’da, Sherbrooke Village Müzesi’nde sergilenen 1860’tan kalan ilaç şişeleri. Kaynak: Wikimedia, CC

Tıp tarihi, insanlık tarihi kadar eski ve bir o kadar da renkli. Tarihler boyunca, farklı uygarlıkların karşılaştıkları hastalıklar ve ölüm için birbirinden farklı sebeplere inandıkları, bu farklı sebeplere ilişkin birbirinden ilginç tedavi yöntemlerinden medet umduklarını biliyoruz.

Antik çağlardaki tıbba baktığımızda, hastalık nedenlerinin çoğunun doğaüstü güçlerle ilişkilendirildiğini, yapılan tedavi edici uygulamaların da bu güçleri memnun etmek amaçlı olduğunu, kötü ruhları kovmak gibi törensel öğeler içerdiğini görüyoruz. Adaklar, dualar, kan akıtmak, tütsüler ve kullanılan çeşitli sanrı yaratıcı ( halisünasyona neden olan) otlar bunların güzel örnekleri.

Yıllar geçtikçe, insanoğlu gözlem yaparak hastalıkların kökenine ait neden sonuç ilişkileri hakkında fikir sahibi olmaya başladı. Rönesans dönemi ile başlayan aydınlanma hareketi, bilimsel yöntemin gelişmesi ve 19. yüzyılda hastalık yapan mikropların keşfi gibi önemli buluşlar, zamanla tıbba yön veren mistisizm ve doğaüstü inanışları büyük ölçüde ortadan kaldırarak, kanıta dayalı tıp uygulamalarına öncülük etti.  Bugün, eskiden ölümcül olan veba gibi, verem gibi pek çok hastalığın bizler için artık tehdit oluşturmamasını bu gelişmelere borçluyuz.

Geleneksel inanca dayalı tıp uygulamalarından modern tıbba geçiş süreci içindeki en ilginç dönemlerden biri 18. ve 19. yüzyıl ve Viktorya dönemindeki tıp uygulamaları. Gelin kısaca, tıp tarihine tuhaflıklarıyla damgasını vurmuş bu dönemin uygulamalarına ve bu uygulamaların altındaki inanışlara bakalım.

Viktorya döneminde yaşayan doktorlar, bedenin anatomik yapısı hakkında kabaca bir fikre sahip olmalarına rağmen, organların işleyişi hakkındaki bilgileri oldukça yetersizdi.  Organların anatomik yapılarına aşina olsalar da, çoğu hekim, kökeni eski Yunan filozoflarına dek giden Humorizm adı verilen bir tıbbi teoriye inanmaktaydı.

Humorizm ya da Dört Sıvı Teorisine göre, insan vücudunda siyah safra (Yun. melan chole), sarı safra ( Yun. chole), balgam (Yun. phlegm) ve kan ( Yun. haima) adında dört adet sıvı mevcuttu. İnsan vücudundaki organların fonksiyonları, vücutta mevcut bulunduğuna inanılan bu dört sıvının dengesi sayesinde düzenleniyordu.  Bunlar arasındaki dengesizlik, organik veya psikolojik tüm hastalıkların ortaya çıkma nedeni olarak görülüyor, hatta insanların mizacını dahi bu sıvıların yönlendirdiği düşünülüyordu.  Örneğin kolera hastalığının, adından da anlaşılacağı gibi sarı safranın fazlalığından, depresyonun ise siyah safra fazlalığından ortaya çıktığına inanılmaktaydı. Depresyon yerine zaman zaman kullanılan  “melankoli” kelimesinin, siyah safra sıvısının Yunanca adı olmasına şaşırmamak lazım.

Tipik bir 19. yüzyıl ilaç sandığı. ( Kaynak: Historical Collections & Services, CMHSL.)

Humorizm teorisine inanışın devam etmesinin yanısıra, bu dönemde biyokimya, hormonal sistemler, sinir sistemi gibi disiplinlerin hemen hiç bilinmediğini de anımsatmakta fayda var. Kadınların, genital organları dışarıdan görünmediği için erkeklerin eksik birer formu olduğuna inanılıyor, sperm hücrelerinin içinde tüm organları yerinde küçük bir insancık olduğu sanılıyordu.

Erken Vikitorya döneminde, henüz mikrop teorisi bilinmediğinden, bulaşıcı hastalıkların kişinin karakter özelliklerinden ve etraftaki iklimden, solunan hastalık yapıcı gazlardan köken aldığına inanılıyordu. Mesela, Buchan’ın 1848 tarihli Domestic Medicine adlı tıp kitabında, su çiçeği, kızamık ve kabakulak hastalıklarının nedenleri “baskı yapan ebeveynler, gece havası, hareketsizlik, kızgınlık, ayakların ıslak tutulması ve ısı değişimi” olarak sayılmıştı. İngiltere’de pek çok şehirde salgınlara neden olan kolera hastalığının sebepleri ise “bozulmuş meyveler, kötü hava, salatalık veya kavun yemek veya kontrol edilemeyen öfke sahibi olmak” şeklinde açıklanmıştı.

Bu dönemde, ölüm nedenleri de günümüzden oldukça farklıydı. Bulaşıcı hastalıkların önemli bir ölüm nedeni olmasının yanısıra, mesleki kazalar da oldukça yaygındı. Erkekler, henüz toksik etkileri bilinmeyen maddeleri kullanan endüstrilerde çalışmaya başlamışlardı ve cıva, kurşun gibi maddelerin zehirlenmelerine bağlı ölümler sıklıkla görülüyordu. Kadınlardaki en sık görülen ölüm nedeni ile doğum sırasında ortaya çıkan komplikasyonlara bağlı ölümlerdi.

Hastalıkların nedeninin tam bilinmediği, ancak batıl inançların etkisini de yavaştan kaybetmeye başladığı bu yıllarda uygulanan tedavi yöntemlerinin kısmen tıbbi, kısmen mistik, kısmen de gözü kara olduğunu söyleyebiliriz. Yeni keşfedilen kıtalardan gelen şifalı maddeler, yavaştan gelişen kimya endüstrisinin yaptığı yeni buluşlar doktorlara tuhaf bir cesaret vermişti. Bütün bunlara Humorizm teorisinden gelen dört sıvının dengelenmesi kavramlarının da eklenmesi sonucu oldukça tuhaf, zaman zaman gülünç ama çoğu zaman oldukça da tehlikeli tıbbi uygulamalar bu döneme damgasını vurdu.

Kan Akıtma

1860 yılında çekilmiş, kan akıtma yönteminin bugün elimizde olan en eski fotoğraflarından biri. ( Kaynak: Burns Arşivleri, Wikimedia Commons)

Kan akıtma, bu dönemde en sık kullanılan tedavi yöntemlerinden biriydi. Humorizm teorisini benimseyen hekimlerin sıklıkla başvurduğu kan akıtma işleminin hemen hemen her hastalığa iyi geldiği sanılıyordu: hazımsızlık, cüzzam, suçiçeği, verem, felç, gut, akne, astım, kanser, kolera, koma, sara, diyabet…. Hatta burun kanaması, aşırı adet kanaması gibi kan kaybıyla karakterize şikayetlerin tedavisinde de sıklıkla kan akıtma yöntemine başvuruluyordu. Ameliyatlardan önce, ameliyatın başarısını artırmak için hastanın kanı akıtılıyordu.

Kan akıtma yöntemleri çeşitliydi. Kimi zaman hastanın damarı kesici bir cisimle direkt olarak açılıp, ciddi oranlarda kan kaybetmesi sağlanıyordu. Bu tip cerrahi girişimlerin yanısıra, sülük kullanarak kan akıtılması da oldukça popülerdi. Avrupa’nin çeşitli ülkelerinde kayda değer bir sülük ticareti sürmekteydi, Fransa’dan İngiltere’ye pek çok ülke milyarlarca sülük ithal etmişti.

Bir diğer kan akıtma yöntemi, bizim hacamat adıyla bildiğimiz yöntemdi. Hastanın sırt bölgesine açılan kesiklerin üzerine vakum yapacak cam bardaklar yerleştirilerek, bu yaralardan çıkan kanın, bardaklara dolması sağlanıyordu. Bu şekilde, akan kanla birlikte hastalık yapan etkenlerin, kötü etkilerin de hastanın vücudundan çıkacağına inanılmaktaydı.

Hijyen uygulamalarının tam olarak bilinmediği bu çağlarda yapılan bu girişimlerin pekçok hastanın kan kaybı ve enfeksiyon nedeniyle ölümüne neden olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Ancak, gözü kara tıp uygulamaya meraklı doktorların benimsediği bu kan akıtma yöntemin neden olduğu çok meşhur bir ölüm var ki bahsetmemek olmaz.

Amerika Birleşik Devletlerinin kurucusu George Washington, 1799 yılında bir gün boğaz ağrısıyla uyandı. Birkaç gün içinde durumu ağırlaştı ve solunum sıkıntısı çekmeye başladı. Washington’un özel doktoru olan Dr. James Craik, solunum sıkıntısının küçük dilin şişerek boğazı tıkamasına bağlı olduğuna kanaat getirdi. Bu durumu tedavi etmek isteyen Dr. Craik, önce George Washington’a kurutulmuş böceklerden yapılmış bir ilaç verdi. İlaçtan sonuç alamayınca kan akıtma yöntemi ile tedaviye başladı. İzleyen gün içinde farklı zamanlarda George Washington’dan yaklaşık 2.5 litre kan akıtıldı.  (İnsan vücudundaki toplam kan hacminin 5 lt olduğunu anımsayalım.) Zaten hastalıkla boğuşan Washington, doktorunun tedavi amaçlı uyguladığı yönteme bağlı akut kan kaybının da etkisiyle 17 Aralık 1799’da vefat etti.

Dişiniz ağrıyorsa kokain verelim?

Kokain macunu: Çocukların diş ağrısı dönemi huzursuzlukları için birebir! ( Kaynak: Wikimedia)
1885’ten bir reklam. Kokain macunu: Çocukların diş ağrısı dönemi huzursuzlukları için birebir! ( Kaynak: Wikimedia)

Viktorya döneminde gördüğümüz absürd uygulamalardan bir diğeri de bugün ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğimiz bazı maddelerin şuruplarda ve diğer kozmetiklerde yaygın olarak kullanılıyor olması.

Bu dönem, kokain, eroin gibi maddelerin yeni keşfedildiği, nasıl etki ettiklerinin pek anlaşılmadığı, ve bağımlılık yapma etkileri ile diğer ciddi yan etkilerinin bilinmediği bir dönemdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kimya bilimi henüz emekleme aşamasındaydı. Hal böyle olunca, yaramaz ve huzursuz bebeklerin ağlamasını azaltan, onları mışıl mışıl uyutan şurup ve ilaçlara rağbet büyüktü.

Piyasada, çocukların diş ağrıları için kullanılan kokain içeren diş çıkarma şuruplarından, çocukların yaramazlık yapmaması için kullanılan eroin, morfin, afyon karışımı şuruplara dek muhtelif ilaç mevcuttu. O dönemki çocukların biraz sessiz ve yavaş olmasına şaşırmamak lazım sanırım.

Öksürük probleminiz mi var? 

Bayer’in 1895’te Morfin’e alternatif olması için, bağımlılık yapmadığı iddiasıyla piyasaya sürdüğü yeni ilaç: Eroin! ( Kaynak: Wikimedia)

Afyon ‘dan elde edilen morfin, çok uzun bir zamandır hem ağrı kesici, hem de kronik öksürük tedavisinde kullanılıyordu. Ancak son yıllarda morfinin bağımlılık yaptığını fark eden bilim adamları yeni alternatifler aramaktaydılar. Alman ilaç firması Bayer, 1895 yılında morfinin yerini alacak yeni bir mucize ilaç bulduğunu duyurdu. İlaç ismini, kullanan kişide korkusuz ve kahramanca hisler uyandırdığı için eski Yunanca’da kahraman anlamına gelen “heros” kelimesinden alınmıştı: Eroin ( İng. Heroin).

Kısa bir zaman içinde, eroinin aranan mucize öksürük baskılayıcı ilaç olmadığı, iddia edildiğinin aksine çok ama çok ciddi bağımlılık yaptığı anlaşılacaktı. Ancak bu durum anlaşılıp müdahele edilene dek, eroin, eczanelerde öksürük ilacı olarak serbestçe satıldı. Yasaklandığında sene 1910 idi.

Sigaranın Dumanı

Lavman uygulamaları (anüsten barsaklara herhangi bir sıvı verilmesi ile barsakların yıkanması) bu dönemde oldukça yaygındı. Zira, barsaklara verilen madde ile vücuttaki dört ana sıvının dengeleneceği, kötü ve hastalık yapan maddelerin lavmanda kullanılan madde aracılığıyla vücudu terkedeceğine inanılıyordu. Lavmanın yanısıra, hastaları kusturmak amaçlı ipeka şurubu, bitki özleri gibi maddeler de sıklıkla kullanılıyorlardı.  Bu uygulamaların çoğu hastaların aşırı sıvı ve elektrolit kaybetmesine neden oluyor, daha da hastalanmalarına, hatta ölmelerine yol açıyordu.

1766’ya ait bir İsviçre tıp kitabından tütün lavman cihazı resmi. ( Kaynak: Wikimedia)

Ancak bu lavmanlar arasında belki de en ilginci sigara dumanı lavmanı idi. Tütün, Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya yeni yeni gelmişti ve çok popüler olmaya başlamıştı. Pek çok hastalığın tedavisinde kullanılıyordu. Lavman formu da, özellikle karın ağrısı, boğulma veya nefes durmalarında kullanılmaya başlamıştı.

Nefesi duran kişi yere yatırılıyor, tütün lavmanı yapmak için özel olarak tasarlanmış bir cihazla, yakılan tütünden çıkan duman ve sıvı karışımı makat yoluyla hastaya veriliyordu. Çoğu hekim, bu uygulamanın kişinin soluk alışını düzelteceği ve barsak ağrılarına iyi geleceğine inanmaktaydı.

19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, nikotinin zehirli olduğu farkedildikten sonra bu uygulamaya son verildi.

Kalan sağlar bizimdir

Bu uygulamalar sayesinde pek çok hastanın, kolayca iyileşen hastalıkları olmasına rağmen sadece gözü kara hekimlerce tedavi edildikleri için telef olduklarını tahmin etmek çok zor değil. Neyse ki, ilerleyen yıllarda hastalık yapan mikroplar teorilerinin gelişmesi, fizyoloji, biyokimya ve diğer bilim dallarındaki bilgi dağarcığımızın artmasıyla modern tıbbın ve kanıta dayalı tıp uygulamalarının temelleri atıldı. Viktorya çağında uygulanan etkisiz ve hatta zararlı tedavilerin pek çoğunun bugün modern tıp uygulamarında artık yeri yok.

Ancak şunu da belirtmek gerekli ki, bu ve benzer uygulamaların  etkin olduğuna inanan ve bunu hasta kişilere uygulamaya devam eden kimseler az sayıda olsalar da, hala mevcutlar.

19. yüzyılın tozlu sayfalarına gömülmüş bu yöntemleri uygulayan kimselere karşı şüpheci yaklaşmanız ve George Washington’un acı sonunu anımsamanız sağlığınız açısından faydalı olacaktır.

Kaynaklar:

  1. Medicine at the Turn of the Nineteenth Century. University of Virgina web sitesi.
  2. Medicine in 1860s Victoria. University of Victoria web sitesi.
  3. Trick or Treatment. Simon Singh & Prof. Dr. Edzard Ernst.
  4. Opium throughout history. PBS Frontline.
  5.  Tools of the Trade, Tobacco smoke enemas. The Lancet

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • O dönemde yaşayan birinin hastalandığında kendi kendine iyileşmesini veya ölümünü beklemesi daha doğru olurmuş demekki.

    Güzel yazınız için çok teşekkür ederim. ellerinize sağlık Işıl Hanım.

  • Tıbbi sülükler üzerine araştırmalar günümüzde hala mevcuttur. Salgıladığı sıvılar nedeniyle insan sağlığı için oldukça önemli canlılardır. Şahsım olarak ben de bu canlılar üzerinde çalışıyorum. Acilen kültüre alınmalı ve daha fazla üzerinde çalışılmalıdır.

  • Sülükler yararlı olabilir, kan aktığında kan yenilenir ve temizlenmiş olur. Ancak kanımızı sülüklere vermek yerine kan bağışı yapmamız daha doğru olmaz mı?

  • Sigaranın zararlarının toplum tarafından tam olarak anlaşılması (aslında hala tam anlaşılmadı diyebiliriz, ancak en azından yararlı diyen de yok) çok daha uzun sürdü. 1930’lu yıllarda bile, sigara sporcular arasında “nefes açıcı” olarak bilinirdi. Şu adresteki resme bakabilirsiniz: 1920’li yıllardaki Fransa turlarından birinde bisikletçiler tırmanış öncesi sigaralarını paylaşıp tırmanışa hazırlanıyorlar :)

    http://cycling-passion.com/2012/12/22/cycling-related-gift-ideas/smoking-in-peloton/

    • Ne yazık ki evet. Hacamatın işleminin kanıtlanmış hiç bir yararı olmaması, hatta pek çok bilinen zararı olmasına rağmen insanlar hala bu tarihi yöntemden medet umuyor. Ne yazık ki kanıta dayalı karar vermek yerine, söylentilerden hareket ettiğimiz sürece, 19. yüzyıldan öteye gidemeyiz.

  • yazınızı çok beğendim gerçekten çok eğlenceli olmuş. ve yorumum gerçekten devede kulak kalacak ama yazınızda nikotinin zararlı olduğundan bahsetmişsiniz. doğrusunun aslen vücuda zararlı değil ama sigara içme davranışı ve bağımlılığını tetiklediği olması gerekli, yoksa piyasadaki nikotin bantları/sakızları bile bile zehirlenmek için üretilmemiştir. hoş sigarayı bırakmaya yardımcı olup olmadığı da tartışmalı ama o da ayrı bir konu. yine de tabi ki yazınızdan aldığım keyfi bu yorumla lekelemek istemem umarım imkanınız oldukça yazmaya devam edersiniz.

  • Körü körüne inanç neyle ilgili olursa olsun olumsuz bir şeydir. Bilimsel şüphecilik her zaman korunmalıdır. Bilimsel olarak sülüğün sadece kan emmediği, 150’den fazla enzim salgıladığı elektroforez yöntemiyle gösterilmiştir. Bu enzimlerden yaklaşık 40 kadarı tüm biyolojik etkileriyle çalışılmış ve diğer enzimlerin biyolojik etkileri de çalışılmaya devam etmektedir. Bu bilgiler de gözönüne alınsın diye belirtmek istedim.

    • Hem tıp eğitimi alıp hem de bizzat biyolojik araştırma yaptığımdan, bahsettiğiniz PubMed sitesini her gün defalarca kullanıyorum. Bu site araştırma makalelerinin bir dizinidir, bilimsel tartışmalarda bu siteye değil, bu site yoluyla bulunan makalelere atıf yapılır. Makaleden bahsedilirken makalede kullanılan yöntemler ve ulaşılan sonuçların konuyla bağlantısı da kısaca anlatılır. Dolayısıyla Işıl’ın sorusuna, bahsettiğiniz konuda delil sayılacak araştırmalardan ve bunları tarif eden makalelerden bahsederek cevap vermeniz beklenirdi, “PubMed”e bakın cevabı ancak bir geçiştirmeden ibaret olabilir.

  • Öncelikle Işıl Hanım’ın konu hakındaki son yargıya varmış, sülüğün eski ve mesnetsiz bir tedavi yöntemi olduğuna karar vermiş hali bilimsel bir tavır değil. Ben de ilk yazımda bilimsel şüphecilik üzerine vurgu yaptım ve Işıl Hanım’ın tavrını eleştirdim. Işıl Hanım bir zahmet dediğim gibi Pubmed sayfasından araştırırsa şaşırtıcı miktarda makale bulacak. Kusura bakmayın, Işıl Hanım’ı ikna etmek gibi bir amacım yok. Yazdığım da burda yorum yapma hakkı verilen herkesin yapabileceği bir eleştiri idi. Yoksa bilimsel bir makale yazmıyorum ki referanslarımı eksik etmeyeyim. Eğer daha samimi bir öğrenme arzusu ile soru sorulsaydı benim de cevabım farklı olabilirdi. Ama sizin derin açıklamalarınızdan da çok şey öğrendim açıkcası. Teşekkür ederim.

    • Mustafa Bey,
      Pubmed bildiğiniz gibi yazılmış tüm makalelerin indeksi olan bir oluşumdur ve bir makalenin pubmed’de bulunabiliyor olması o makalenin içeriğinin güvenilirliğinin bir göstergesi değildir. Bir nevi makale google’ı yani.
      Bu nedenle bahsettiğiniz iddiayı hangi çalışmaya dayandırdığınızı özellikle sordum, zira sülük tedavisinin faydalı olduğunu ve bunun bilimsel olarak kanıtlandığını yazmışsınız.

      Bu, oldukça derinlemesine araştırdığım ve hakkında elle tutulur herhangi bir kanıt olmayan bir tedavi yöntemi. Sizden referans istememin nedeni, atladığım bir veri olup olmadığını görmek ve varsa gerekli düzeltmeyi yapmak içindi. Ancak görüyorum ki bu iddiayı destekleyecek veri paylaşmayı düşünmüyorsunuz. Bu durumda benim de herhangi bir düzeltme yapmam söz konusu değil. İlginize teşekkürler.

Işıl Arıcan

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra ABD'de Sağlık Yönetimi üzerine yüksek lisans ve ardından gene ABD'de tıbbi bilişim ve proje yönetimi üzerine danışmanlık yaptı. Halen Stanford Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nde Bilgi İşlem Direktörü olarak çalışıyor. Çeşitli bilim dışı iddiaları ve hurafeleri inceleyen Yalansavar isimli blogun kurucusu ve yazarıdır.