Geçen sefer, yakın zamanlardaki obezite salgını hakkında konuşmuştum. Size Dr. Kessler’i hatırlatayım: Amerikan Gıda ve İlâç İdaresi’nin kurul üyesi idi. Obezite salgının en önemli sebeplerinden birinin, milyar dolarlık çok uluslu gıda endüstrisi olduğuna kanaat getirmişti. Bunlar 1980’lerde, gıdayı andıran aşırı lezzetli ve bağımlılık yaratıcı maddeleri üretebilmenin yöntemini kusursuzlaştırmışlardı.

Fakat nasıl oldu da bizleri et, meyve ve sebze gibi doğal gıdalardan vazgeçirebildiler ve bunun yerine vakumlanmış, ambalajlanmış ve açmak için resmen elektrikli testere gerektiren paketleri yeğlememizi sağladılar?

İlk başta damak tadı geliyor.

Tüketici çok fazla veya çok az tatlı, tuzlu veya yağlı ürünü sevmiyor. Şeker, tuz ve yağın ilahi bir tada sahip oldukları bir mutluluk noktası mevcut. Bu tatmin noktasını keşfetmek gıda kimyagerlerinin birkaç yılını aldı.

Aşırı lezzetli ürünlerin sevilmesinin diğer sebebi “ağız içinde yarattıkları his”. Trans yağların gıda endüstrisince en sevilen özelliği, istenen herhangi bir doku hissini kolayca verebilmeleri. Katı, gevrek, pul pul, hafif akışkan veya bunların farklı bileşimlerini yaratabilirsiniz.

Şeker, tuz ve yağ için, mükemmel tada sahip oldukları bir “mutluluk noktası” vardır. (Fotoğraf: Flickr)

Eski güzel günlerde, insanlar lokmalarını yutmadan önce 25 kere çiğnerlerdi – artık günümüzde bu sayı 10’a düştü. Daha az çiğnemek demek, daha hızlı yemek ve daha çok kalori almak demek. Ürünlerin içerisindeki fazladan yağın diğer bir avantajı da bir kayganlaştırıcı gibi davranıp yiyeceklerin midenize kaymasını kolaylaştırması.

Gıda endüstrisi trans yağları gerçekten seviyor.

Ancak ne yazık ki trans yağlar kalp-damar sistemine zarar veriyor. Gelişmiş ülkelerde bu yağlar yavaş yavaş yasaklanıyor. Ama gıda endüstrisi trans yağları kullanmaktan kendi rızasıyla oldukça nadiren vazgeçiyor.

Ama bitmedi. Dr. Kessler aşırı lezzetlii ürünlerin beyin kimyanızı değiştirerek sizi kendilerine bağımlı kıldığını söylüyor.

Aşırı tatmin edici ürünler bir ödül gibi etki gösterir. Aç olmasanız bile, doyduktan sonra da bunları yemeğe devam edersiniz. Bu gıdalar, neredeyse bir uyuşturucu olan kokain kadar “haz verici”dir. Eğer kokain kadar “haz verici” bir madde ile karşı karşıya iseniz, bağımlılık yapan bir maddeyle baş başa kalmışsınız demektir. Ürün ilginizi çeker, hafızanızda yer edinir, ruh halinizi değiştirir ve odağınız haline gelir. Bir sonraki öğününüzü düşünmeye başlarsınız.

Bedeniniz kilonuzu sabit tutmaya meyilli bir denge mekanizmasına sahiptir: Alınan enerjiyi verilen enerjiye karşı dengeler. Meselâ ağır bir öğle yemeği yediyseniz, normalde bunu hafif bir akşam yemeği yiyerek dengelersiniz — eğer aşırı lezzetli gıdalardan yemiyorsanız.

Dr. Kessler aşırı lezzetli ürünlerin, sürekli tüketildiğinde beyninizin devrelerini değiştirdiğini söylüyor. Beyniniz devamlı bu aşırı tatmin edici gıdaların hazzını düşünecek kadar hassaslaşıyor. İşte bu yüzden gıda endüstrisi besin yönü değil de duygusal yönü ağır basan reklamlar yaparak ürünlerini tanıtıyorlar.

Aşırı lezzetli gıdalar duygusal hazla ilintilidir. Duygusal ödül, sizi yaptığınız hareketi, yani bu ürünü ağzınıza atma hareketini, tekrar ve tekrar yinelemeye teşvik eder. Tekrarlanan bu davranışla alışkanlık pekişir ve otomatikman yemeye sebebiyet verir. Artık keyif almadan yemeye başlarsınız.

“Giren enerji” ve “çıkan enerji” arasındaki denge mekanizmanız, bu kurnazca oyuna karşı savunmasızdır ve beyninizin ödül merkezinin coşkusu karşısında adeta dağılıp gider. Böylece bir kez daha aşırı lezzetli gıda ürünü yersiniz. Belli bir üründen uzak durmaya çalışırsanız da, kendinizi mahrum hissedersiniz – o kadar gözünüz döner ki o gıdanın ödül değeri daha da artar. Bu yüzden bir kez daha aşırı lezzetli gıda ürünü yersiniz. Anlık bir keyif yaşar, sonra daha çok kontrolden çıkarsınız. Bu döngü tekrar eder. Büyük gıda şirketleri daha zengin olurken, siz daha şişman ve daha hasta olursunuz.

Dr. Kessler zorlayıcı yeme döngüsünü kırmak için bazı kurallara uymanız gerektiğini düşünüyor.

Kurallar kontrolü tekrar ele geçirmenizi sağlar. Basit olanlarını uygulamanız da kolaydır, örneğin: “Cips veya tatlı yemeyeceğim”. Kurallar irademizi kullanma gereksinimini ortadan kaldırır. Kurallara uyduğunuz sürece, yeni tepkiler öğrenir ve kısa zamanda kendinizi yeni otomatik tepkiler geliştirmiş halde bulursunuz.

İşte size birkaç ipucu:

Bir — Kendinizi eğitin. Gıda etiketlerini okumayı ve içinde neler olduğunu anlamayı öğrenin, ki buna zerkedilmiş ve katmanlanmış malzemeler de dahil. Çoğu İngilizce konuşulan Batı ülkelerinde atıştırmakla bir öğün yemek arasında bir fark kalmadı. Bir şeyler atıştırdıysanız, bir sonraki öğünde daha az yemelisiniz.

İki — Meselâ, gidin bir yılınızı Fransa’da geçirin. Fransa’da gıda sadece öğünlerde yenir (ve kesinlikle sokakta yürürken değil). Fransızlar bir şeyler atıştırmazlar ve öğrenciler sınıflara yiyecek sokmazlar.

Üç — Daha küçük porsiyonlar yiyin.

Dört— Sizi yemeye zorlayan durumlara karşı tetikte olun. Gıdalarla değil, başka şeylerle ilgilenin. Kafanızdaki evet-hayır tartışmalarından kaçının, başka hedeflere odaklanın.

Beş — Yemek dışında etkinlikler planlayın, telefonda konuşmak, yürüyüşe çıkmak gibi.

Bu da benden size bir tavsiye: Spor yapmak sizi daha iyi hissettirir. Beyninizi biraz da sporla beslemeye ne dersiniz?

Çeviren: Gökhan İnce; Seslendiren: Tevfik Uyar; Müzik: Zamanusta (Kararlı Denge) – Telif hakkı: © Karl S. Kruszelnicki (DrKarl.com);  Bu bölümün özgün metni

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Dr. Karl

Dr Karl Kruszelnicki, Avustralya'nın önde gelen bilim yazarlarından. Matematik, biyomedikal mühendislik, tıp ve cerrahi eğitimi aldı, ayrıca astrofizik, bilişim ve felsefe okudu. Göbek pamukçuğu üzerine araştırmalarıyla 2002'de "Ig Nobel Ödülü"ne lâyık görüldü. 2008'de Avustralya'da "Yılın Kuşkucusu" seçildi. 1985 yılından bu yana Avustralya'nın devlet yayıncısı ABC'ye çok izlenen televizyon ve radyo yayınları hazırlıyor, haftada bir de BBC'de bir soru-cevap programına katılıyor.