Sineklerden esinlenen 4 kanatlı uçma bisikletleri, helikopterlerin 8 çizebilmeleri için yerçekiminden en iyi nasıl yararlanmaları gerektiğini hesaplayan projeler, uzay gemileri için elektron ve atom çekirdeği arasındaki merkezkaç kuvvetinden yararlanarak çalışacak motorlar, insan gücüyle uçan uçaklar, kaportası lastikten yapılmış jet motorlu arabalar, deniz uçaklarına benzeyen gemiler…
Bunlar Belçikalı Sanatçı Panamarenko’nun eserlerinden bazıları. 1940 doğumlu Panamarenko, asıl adıyla Henri Van Herwegen, sanat ve bilim arasında çok özel bir noktada yer alır. Sanatçı olduğu tartışılmamasına rağmen, onu üretken olduğu 1970’li yıllarda bol sayıda türemiş sanat akımlarından hiçbirine yerleştirebilmek mümkün değil. Bilimkurgu yazarlarının kağıt üzerinde ürettikleri teorilerin aksine pratik olarak bilim ve teknikle uğraştı. Hiçbirisi bir kez bile çalışmamış otomobiller, gemiler, uçmayan araçlar, balonlar, uçaklar ve helikopterler üretti. Detaylandırılmış projelerinde mühendis çizimleriyle, mantıklı ve tutarlı anlatımlarla ve formüllerle yeni ve değişik mekanizmalar öne sürdü.
Hiçbir zaman çalışan bir buluş yapamamış birinin, neden bir kaçık değil de yüzyılımızın en sıradışı sanatçılarından biri olarak kabul edildiğini, eserlerinin dünyanın belli başlı müzelerinde sergilendiğini sorabiliriz. Bunun sebebi ‘ikinci doğaya’ olan merakı ve ondan uzak durmak istememesi. Kendi sözleriyle aktarmak gerekirse: “Bir ağacın çiçek açtığını ve bir roketin uçtuğunu görüyoruz. Her ikisi de eşit derecede büyük gizemler.” Dünyada hazır bulduğumuz doğa ve ona duyulan hayranlık sanatın daha 40.000 yıl önce mağaralarda ilgilendiği bir konu. Panamarenko bu birincil doğanın yanında insan tarafından keşfedilen ikinci doğayı da incelemekte ve sanatsal bir konuya dönüştürmekte. İkincil doğayı, yani bilim ve onun getirdiği tekniği konusu yaparken de bir çok sanatçının yaptığı gibi bilimi ve tekniği uzaktan kuşkuyla, eleştirel, doğanın saf halini özleyen bir nostaljiyle değil de bilim insanlarının coşkularını paylaşan bir şekilde okuyarak ve anlamaya çalışarak izlemekte. Yaptığı icatlarla ilk bakışta Leonardo Da Vinci’ye benzetilse de aslında bu benzetme abartılı olur. Panamarenko’nun detaylı tasarımlarının, modellerinin ve prototiplerinin hiçbiri gerçek bir tasarımın özünde bulunan fonksiyonelliğe sahip değil. Strafor kanatlı bir uçuş bisikletinin kırılganlığını ve asla uçamayacağını ilk gördüğünüz anda anlasanız da, ikinci bakışta içiniz bisikletin koltuğuna atlayıp oradan uçarak yükselme isteğiyle dolabilir.
Panamarenko bilim literatürü ile yakından ilgilenmiş. Sadece bilimsel önbilgilerle ve uzun bir eğitimle öğrenilen olguları anlamak için uğraşmış. Bilim insanlarının dolaylı olarak aktardıkları gizemli terimler ve formüllerden korkmayıp, basit açıklamalarla yetinmeyip ikinci doğayı kavramak için uğraşmış. Onun ‘hayalci’ eserlerinin etkileyiciliği sadece matematik ve fiziği bir zanaat haline getirip onlarla bir sanatçı becerisiyle oynamasından, bir an için bile olsa gerçekten uçacak gibi gözükmelerini sağlamasından, yani sanatçıların sevdikleri şakacı bir aldatmacılıktan gelmiyor. Aslında ondaki bu hayalcilik, işlerini gören izleyicilerde alaycı bir yaklaşım ortaya çıkarabilir, yani geri tepebilirdi. Bunun olmamasının sebebi Panamarenko’nun eserlerine yansıyan insani yan. Birincisi az önce söylediğimiz gibi bilimi bilmek için çabalarken ürettiği teorilerin içindeki meraklı insancıllık, ikincisi ise hayallerine bu kadar bağlı olmasının insancıllığı. Fanteziyi ütopya olarak yani ulaşılamayacak, varolmayan bir ideal olarak yüceltmek yerine onu ulaşılabilir gerçekçi bir obje olarak bize sunması ve bunun da ötesinde 2005 yılında emekli olana kadar hiç vazgeçmeden insanın kendi gücüyle uçabileceğine inanması. Panamarenko’nun eserleri bize gerçekten kaçma fırsatı vaadeden sahte bir bilimkurgu (space opera) değil, tam tersine bize bilinmeyene doğru keşif gezileri düzenleme hevesi veren; gelişimi, değişimi istemeye ve gizli olasılıkları ortaya çıkarmaya cesaretlendiren gerçek bilimkurgu.
Sonuç olarak Panamarenko’nun işleri bilimkurgu türünün sadece film, hikaye ve çizgi-roman ortamlarıyla; bilimle sanat arasındaki ilişkinin de Leonardo Da Vinci ile sınırlı olmadığına somut kanıtlar.
Kaynaklar:
– Richard Cork, 2000, ‘Magnificient man’s flying machines, The Times, 02., p.37, Times3Arts
– Egidio Marzona, ‘Panamarenko’, (Edition Marzona: Bielefeld, 1975)
– Panamarenko Kollektifi web sayfası : http://www.panamarenko.be/
[box type=”shadow”] Konuk Yazar Hakkında
İstanbul Lisesi’ni bitirdikten sonra Almanya’nın Saabrücken kentindeki Saar Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim, performans ve yeni medya sanatları öğrenimi gördü. Halen aynı okulda animasyon ve oyun tasarımı dersleri vermekte. Lüksemburg, Stuttgart, Münih, Bükreş, İstanbul, Pekin ve Belgrad gibi şehirlerde açılan sergilerde resim, heykel ve animasyon alanında ürettiği işler sergilendi. Sanat tarihinden çok bilim tarihine meraklı.
[/box]
Bilim insanı ve mühendisin kafalarıyla sanatçı kafası aynı amaca hizmet ediyor sanki: yoktan var etmek. Mühendis ve bilim insanı çoğunlukla somut şeylerle uğraşmayı severken sanatçının öyle bir kaygısı yok. Mühendislik, bilim ve sanatın bir arada olduğu durumlara çok seyrek rastlanıyor. Panamarenko üçünü de kendi ürünlerinde sentezleyebilecek dehaya sahip anlaşılan.