Külahlı kuleler, kırmızı çatılar,taş sokaklar ve sanat. Avrupa’nın bu tarihi şehri  iki bilimsel devrime ev sahipliği yaptı — ve bir devrimciye… Yıldızlar  bu şehrin gökyüzünde devrimcilere parladı… 

 


Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: “Üç”, dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
(Nâzım Hikmet)

19 Mayıs’ta Samsun’da başlayan destan Nâzım’ın dizelerinde hayat bulur ve son bulur Afyon Ovası’nda. Büyük şair kurtuluş destanını dizelerinde ölümsüzleştirirken Gazi Paşa’yı da “karanlıkta akan bir yıldız”a benzeterek ölümsüzleştirir. Yıllar sonra, ’68 Kasım’ında, 3 arkadaş “Samsun’dan Ankaraya Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenlerler. Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un bir kasım günü başlayan yürüyüşleri bir mayıs günü sona erecekti.

En uzun koşuysa elbet
Türkiye’de de devrim
o, onun en güzel yüz metresini koştu
(Can Yücel)

6 Mayıs 1972, saat sabahın biri. Yıldızlar parlarken gökyüzünde son 100 metreye girdi Deniz, yaka paça kaldırıldığı yataktan bağcıkları bile bağlanmamış postalları ile yürüyerek. Hükümleri verilmişti, Ankara 1 No.’lu Askeri Mahkemesinin 9.10.1971 tarih ve 971-13 esas karar sayılı hükmü ile daha fazla zarar vermemeliydiler artık ülkeye ve insanlığa. Oysa onlar son mektuplarında bile kendilerini değil, insanlığı düşünüyorlardı.

[Baba] Annemi teselli etmek sana düşüyor. kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.” (1)

Son ana giderken ne düşünüyordu, belki aklına sanki kendisi için yazılmış o şiir mi aklına gelmişti?

Delikanlım!.
               Senin kafanın içi
                               yıldızlı karanlıklar
                                                   kadar
                  güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
     Yıldızlar ve senin kafan
                       kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım!.
                Sen ki, ya bir köşe başında
                                     kan sızarak kaşından
                                                            gebereceksin,
                ya da bir darağacında can vereceksin.
                İyi bak yıldızlara
                             onları göremezsin belki bir daha…

Sehpaya çıktı, son sözlerini haykırdı ve savcının bir işareti ile asıldı. 6 Mayıs 1972 sabaha karşı, darağacında üç fidan sallandı; yıldızları bir daha göremediler.

 Prağ Şehri Yaldızlı Bir Dumandır

Yukardaki şiirin şairine 1956 senesinde Prag’da Narodni Caddesi’ndeki  “Kavarna Slavia”da , yani Kafe Slavia’da, rastlarız. Tarihi tiyatro binası “Narodni Divadlo”‘nun tam karşısındaki bu kafe Vltava nehrinin kenarındadır. Tiyatroya gelmiş şık hanımlara ve beylere servis yapan bu kafede sabahları kahve içmeyi sever şairimiz. Gene bu sabahlardan birinde penceresinden gözüken “Karluv Most”, yani “Charles Köprüsü”‘ne bakarak iki dize yazar:

Hele sabahları hele baharda
Prağ şehri yaldızlı bir dumandır

Prag'daki "Slavia" Kafesi

Yazarımız kafeden çıkıp nehir boyunca yürür; “Karluv Most”‘un köşesinde arnavut  taşlı Karlova sokağına sapar ve  o sokağın bitiminde de Jilska sokağına. Sokağın bitimi tarihi bir meydana açılır, tam köşesinde dev bir saat kulesinin olduğu. Şairimiz saat kulesine bakar ve ağzından şu dizeler dökülür:

(Şair) Hasretlerle delik deşik
Eski kentte duruyordu
Meydanlıkta, yapayalnız
Gotik bir duvar üstünde
Hanuş Ustanın saati
On ikiyi vuruyordu
Güneşli bir güne özlem

 Şairin “Eski Kent” dediği Prag’daki “Staré Město” bölgesidir, çok değil 12 sene sonra Mayıs ayında Prag Baharı’nın yaşanacağı ve gene kısa bir sure sonra Sovyet tanklarının taş sokaklardaki baharı kışa çevireceği. Neyse, biz o zamanları Milan Kundera’ya bırakalım ve şairimizin şirine dönelim. Şair “gotik bir duvar üstünde” “Hanuş Usta’nın” saatinden bahsetmektedir. O saat meşhur “Astronomi Saati”dir Prag’daki, her turistin mutlaka görmek için ziyaret ettiği. 1410 yılında inşa edilmiştir ve en eski 3. astronomik saat olup, çalışır durumdaki en eskisi odur.

Astronomik Saat ve Terynkirche Kilisesi
Ama şairimiz yanılmaktadır, aslında Hanuş Usta yapmamıştır saati. Kadanlı Mikulas ve Prag Charles Üniversitesi’nden Jan Ondrejuv beraber tasarlamışlardır saati. Hanuş Usta 80 sene sonra saati büyük bir tamirden geçirmiştir sadece (2). Saat diyoruz ama aslında astronomik olayları göstermek için tasarlanmış bir düzenektir; Ay’ın, Güneş’in hareketini ve burçları gösterir. Çok hassas hesaplanmış çarklar döndükçe güneş, ay ve burçlar döner durur belli bir düzende.
 
Astronomik Saat
 
Astronomi kulesi o meydanın bir köşesinde göğe yükselirken tam karşısında iki kule görürüz. O kuleler  “Teynkirche” yani “Tyn” kilisesine aittir. Kilisenin içinde ise bir mezar vardır, Tycho Brahe’nin mezarı. Astronomi saatine doğru yatmış ebedi uykusundaki Tycho Brahe tüm zamanların en meşhur astronomlarındandır.
 
 

Teynrkirche Kilisesi

Brahe aslında Danimarkalıdır, şimdi İsveç’te yer alan Scania bölgesinde aristokrat bir ailenin oğlu olarak doğmuştur (3). Yüzünde iki şey göze çarpar hemen: Birincisi, gözlerinden biri diğerinden daha büyüktür. Diğeri  ise burnunun bir kısmı protezdir. Kuzeni ile duello ederken kılıcın parçaladığı burnunu düzgün gösterebilmek için parça bir protez takmaktadır; normalde bakır karışımı bir protez takarken özel günlerde altın-gümüş karışımı bir protez takar. Peki neden kuzeni ile duello etmiştir Tycho? Çünü Tycho’nun zamanında aristokrat ailelerin üyeleri aynı amanda savaşçı olarak yetiştirilmekteydi ve kendi aralarındaki anlaşmazlıkları duello ile çözmek bir gelenekti. Düelloya yol açan ise aralarındaki bir iddialaşmaydı. Tycho, dönemindeki her astronom gibi, aynı zamanda astroloji ile de ilgileniyordu ve 1566 yılındaki ay tutulmasından yola çıkarak Kanuni Sultan Süleyman’ın ne zaman öleceğini öngördü. Tycho astrolojinin ne kadar işe yaramaz olduğunu o zamandan ispat etmişti aslında; zira Kanuni Sultan Süleyman öngördüğü tarihten 6 ay once zaten ölmüştü (4). Bunu bilen kuzeni Tycho’yu alenen aşağıladı. Çabuk sinirlenen bir yapısı olan Tycho da  bu aşağılama karşısında kuzenini duelloya davet etti ve dövüşün sonunda burnunun bir kısmını kaybetti.

Tycho, kötü bir dövüşçü ama mükemmel bir astronomdu. Danimarka krallığında etkin bir yere sahip  ailesi, geleneğe uyarak, onun avukat olmasını istiyor ve bunun  için eğitimini destekliyorlardı. Tycho ise gizli gizli astronomi  çalışıyor ve kendini sürekli bu konuda geliştiriyordu. Velisi olan amcasının ölümü ile kalan miras ile mali bağımsızlığına kavuşan Tycho kendini tamamen astronomiye verdi. (5) Gözlemleri için destek gerekiyordu. Aristokrat bir aileden geldiği için Kralın himayesine girmesi zor olmadı. Danimarka kralı II. Frederik kendisine Hven adasını gözlemlerini yapabilmesi için hediye etti (6). Tycho burada yaklaşık 20 sene gözlem yaptı. Gözlemleri zamanındakilerden yaklaşık 5 kat daha keskindi. Zamanının astronomlarının gözlemleri yaklaşık 10 dakikalık hata içerirken, Tycho’nun gözlemleri 30 saniyelik hassasiyetteydi. Bunun en önemli sebebi Tycho’nun kendi aletlerini kendinin yapması ve mümkün olduğunca büyük yapmasıydı. İlk yaptığı sektantlardan birini 50 işçi yerine oturtabilmişti. (7). Kendi yaptığı her aletten 4 set vardı ve böylece yıldızların ve gezegenlerin açısal konumları hesap edilirken hataların minimuma indirilmesi sağlanıyordu (8). 1572 yılında Tycho kayda geçen ilk süpernovayı gözlemledi, yani bir yıldızın ölümünü. O zamanlar süpernovalar bilinmediği için gökyüzündeki bu yeni parlaklığı Tycho yeni bir yıldız zannetmişti. Ölen bir yıldızın son muhteşem parlamasını ve uzun sure gözlemledi; bir yıl sonra parlaklığı geçince gözlemlerini “De Stella Nova” adlı eserinde topladı ve bu kitap sayesinde meşhur oldu (9).

Tycho’nun gözlemleri ilerledikçe ve verileri arttıkça kendi “evren modeli”ni de geliştirmeye koyuldu. O vakitler geçerli iki modelin ilki “Dünya merkezli” evren modeli diğeri ise Kopernik’in geliştirdiği “Güneş merkezli” evren modeli idi. Tycho’nun gözlemleri Kopernik’inkini desteklemekteydi ancak Tycho aldığı eğitim ve dindar yapısı gereği Güneş merkezli bir evren modelini içine sindiremiyordu. Hem gözlemlerine uyacak hem de dünyayı merkeze koyacak kendi evren modelini geliştirdi ve “De Mundi Aetherei Recentioribus Phaenomenis” adlı kitabında yayınladı (10).

Kitabın yayınlandığı sene, Kral Frederick öldükten sonra başa geçen Kral IV. Christian Tycho’nun gözlemlerini ve oldukça şatafatlı yaşamını desteklemeyi reddedince Tycho 1597 yılında Danimarka’yı terk etti. İki yıl boyunca Avrupayı dolaşan Tycho 1599 yılında Prag’a yerleşti ve İmparator I.I Rudolph tarafından imparatorluk matematikçisi olarak atandı (11). Tycho bütün gözlemlerini de yanında getirmişti fakat kıskanç yapısı gereği verilerini bir kişi hariç, onla da sınırlı bir şekilde, kimse ile paylaşmıyordu.  Ama kader ağlarını örecek ve kendi iradesi dışında hem çalışmalarını paylaşmak zorunda kalacak hem de gözlemleri sayesinde, kendi inanmasa da, Güneş merkezli evren modeli sağlamlaşacaktı.

Prag’daki henüz 15. ayında Tycho katıldığı bir davetten sonra ağır hastalandı ve 11 gün ateşler içinde kıvrandıktan  sonra öldü. Efsaneye göre katıldığı bir davette tuvalete gitmek için masadan kalmayı kabalık olan addeden Tycho davet bitene kadar masayı terketmemiş ve böbreklerine  geri dönülmez bir şekilde zarar vermişti. İçmeyi çok seven bir adam olan Tycho bütün içtiklerinin üzerine bir de kendi idrarı ile zehirlenmişti.

4 Kasım 1601’de Tycho’nun cenaze töreni Prag halkı ve soyluların katılımı ile ona yakışır şekilde Teynkirche kilisesinde yapıldı. Kilisededeki törende kralın ve soyluların huzurunda arkadaşı Jessenius bir konuşma yaptı ve  şöyle dedi: “Bu büyük adam, astronomiyi tekrar kuran,  kaderden kaçamadı ve işte burda cansız yatmakta(12).

 Tycho gökteki yıldızları, güneşi ve ayı gözlemleyerek geçirdiği ömrünün sonundaki ebedi uykusuna ,tam da ona yakışır şekilde , Astronomik Saatin karşısında dalıyordu.

Ternykirche Kilisesi ve Prag çatıları

 Cenaze merasimi daha bitmeden civardaki hemen yakındaki Karlova caddesindeki evinde bir adam Tycho’nun evinden aldığı ciltleri sıraya diziyordu. Bu adam Johannes Kepler idi.  Hayatı apayrı bir yazının konusu olacak kadar ilginç Kepler ilk gözlemini 6 yaşındayken yapmıştı ve döneminin en iyi astronomlarındandı hem de . Tycho ününün doruğundayken onu yanına asistan olarak çağırmış, Kepler de sevinerek Prag’a Tycho’nun yanına gitmişti. İlk başlarda gözlemlerini kolay kolay paylaşmayan Tycho yeni asistanının zekâsından etkilenip gözlemlerini kimseye açmadığı kadar ona açtı, ancak bir şartla: Tycho’nun rakibi Ursus’un evren modelini çürütmek için kullanılacaktı verileri Kepler tarafından. Kepler, istemese de pek, bu göreve başladıktan çok kısa bir sure sonra Tycho yukarıda yazdığımız acı dolu  süreç sonunda öldü.  Kepler zamanının bütün astronomların hayaline, Tycho Brahe’nin ömür boyu yaptığı hassas gözlem verilerine kavuşmuştu. (Meraklısına not: Kepler’in bu verilere ulaşmak için cinayet işlediği iddiası, henüz kesin olarak kanıtlanmasa da, çok ciddi kanıtlarla desteklenmektedir. Bu da ayrı bir yazımızın konusu olacaktır)

Verileri ele alan Kepler’in ilk hedefi Mars problemini çözmekti. Mars neden belli dönemlerde ileri, belli dönemlerde geriye gidiyormuş gibi görünüyordu? Diğer gezegenlerin Dünya etrafında döndüğünü varsayan model bunu açıklayabilmek için garip düzeltmelere başvurunca “mükemmel”likten sapıyorlardı. İşte Kepler eldeki veriler ile önce bu problemi çözmeye karar verdi. İlk doğru varsayımı gezegenlerin Güneş etrafında döndüğü idi. Eh, elde Tycho’nun onlarca yıllık verisi de varken çok rahat ve kısa sürede, meseka 8 günde, çözebilirdi problemi. Kepler Mars problemini çözdü, ama 8 günde değil tam 8 senede. Sekiz sene sonra Kepler sadece Mars problemini çözmekle kalmamış aynı zamanda gezegenlerin hareketini açıklayan 3 yasasını da ortaya koyan “Astronomia Nova”sını (1609) yayımladı.. Kitap bilimsel bir devrimin manifestosuydu ve gezegenlerin Güneş etrafında döndüğüne dair kesin kanıt vardı artık.  Tycho Brahe’nin verilerinden yola çıkan Kepler ortaya koyduğu 3 yasa ile bütün evrendeki cisimlerin hareketini modelleyebiliyordu.Aristo zamanından beri süregelen dünya merkezli evren görüşü Prag’da yıkılmıştı. Evrenimizi anlamaya bir adım daha yaklaşmıştık.

Karlova Caddesi Üzerindeki Kepler Müzesi'nin Bahçesi

  “Bu Kepler, sensin”

Tycho öldükten yaklaşık 300 yıl sonra, sene 1915, gene Prag’dayız. Bir köşesinde Astronomik Saat Kulesi, diğer köşesinde Terynkirche kilisesi olan meydanın bir diğer köşesi şehrin “yahudi  mahallesi”ndedir. Prag’daki yahudi topluluğunun önemli figürlerinden biri  de entelektüel çevrelere düzenlediği partilerler meşhur Berta Fanta’dır. Düzenlediği partilere davetli olanlar arasında Prag’ın entelektüelleri davetlidir: Rudolf Steiner, Franz Kafka ve Max Brod gibi isimler (13). Max Brod o sene “Tycho Brahe’nin Kurtuluşu” adlı eserini yazmıştı ve Kepler karakterini “kendini bilimsel çalışmaya adamış ve geleneksel düşünceyi bir kenara atmak için yanıp tutuşan” biri olarak çizmişti (14). Eserdeki Kepler kişisel dünyasında mesafeli ve dalgın havasıyla kendini hislerin sapkınlığından koruyordu. “Duygular ve sevgi ona uzaktı” diye yazmıştı Max Brod.

Eseri okuyanlardan biri de bilim adamı Walther Nernst idi. Bir gece gene Berta’nın evinde seçkin davetlilere keman çalan bir arkadaşını dinlemeye gitmişti. Keman dinletisinden sonra kemanı çalan kişiye hitaben, romanı kastederek, “Bu Kepler, sensin” demişti (15). Kimdi peki bu keman çalan Kepler? Walher Nernst’in seslendiği kişi Albert Einstein’dı.

Kafka Müzesinden Berta Fanta ve çevresini gösteren bir tablo

Einstein Prag’a 1911 nisanında gelmişti, Prag üniversitesinin Almanca eğitim veren bölümünde profesör olarak çalışıyordu. Özel görelilik teorisi sayesinde ünü o sıralarda hızla yayılan Einstein’ı kendi ülkelerine çekmek için İsveç ve Avusturya-Macaristan arasında bir mücadele vardı. Mücadeleye müdahale ünlü Max Planck’tan geldi. Planck,Viyana’daki eğitim bakanlığına Einstein için özel referans mektubu yazmıştı ve mektubunda Einstein’in özel görelilik teorisınden “dünyamızın fiziksel algılamasında yalnızca Kopernik’in yol açtığı devrimle karşılaştırılabilecek bir devrim yaratmıştır” diyerek söz etmişti.

Einstein’in özel göreliliği gerçekten devrim niteliğindeydi ancak Einstein bunu daha da geliştirmenin, kütle çekimini de kapsayacak şekilde genişletmenin yolunu arıyordu. Prag şehrinde genel göreliliğe giden yolda 11 makale yazdı Einstein. Bunlardan genel göreliliğe en çok katkı sağlayanı “ışığın ilerlemesinde kütleçekim etkisi” adlı makalesi idi (16). Einstein’in hesaplamalarına gore ışığın yörüngesi yıldızların yanından geçerken kütleçekim etkisi yüzünden bükülmeli idi. Yani doğrusal ilerlemesi beklenen ışık bir yıldızın yanından geçerken belli bir derece ile eğilmeli idi. Teorisini 1917 yılında  “Genel Görelilik Teorisinde Kozmolojik Yaklaşımlar” adı ile yayınladı. (17).

İşte Prag ona bu teorisini genişletebilmek için düşünme ve çalışma fırsatı sunuyordu. Genel görelilik daha sonra Çekçe basıldığında kitabın önsözüne şöyle yazacaktı:

“Genel Görelilik teorisinin ana kavramlarının sergilendiği bu kitabın teoriye temel olan düşüncelerimin şekillendiği ülkenin dilinde basılmasından memnunum.” (18)

Devrim niteliğindeki bu çalışma büyük yankı uyandırdı, dünyanın bir çok ülkesinden deneysel fizikçiler teoriyi test etmek için çalışmalara başladılar. Işık gerçekten kütleli gökcisimlerinin yanından geçerken bükülüyorsa bunu gözlemlemenin en iyi yolu bir Güneş tutulması esnasında Güneş’in arkasında kalan yıldızların konumunu gözlemlemekti. Bambaşka bir yazının konusu olacak kadar uzun ve heyecanlı mücadeleyi Arthur Eddington ve ekibi kazandı. Gene bir mayıs günü, 29 Mayıs 1919’daki Güneş tutulması esnasında ışığın sapmasını Einstein’in hesapladığı ölçüde gözlemlediler. Einstein haklıydı, genel görelilik ilk sınavını başarıyla vermişti (19).

Kepler Prag’da güneş sistemimizle ilgili düzeni kavramış ve tüm evrendeki gökcisimlerinin hareketini açıklayacak ünlü üç kanunu yazmıştı. Einstein da Prag’da geçirdiği kısa sure içerisinde Kepler’in astronomi’de yaptığı devrime eşdeğer bir devrimin ilk adımlarını atarak evrenimizi tüm boyutları ile algılayacak kapıyı aralamıştı.

 “Külahlı Kuleler Pırağ Şehrinde”

Peki şairimize ne oldu? En son onu “Hanuş Usta”nın saatinin orda güneşli bir güne ve memleketine özlem duyarken bırakmıştık. Şair ne yazık ki çok sevdiği memleketine  dönemedi ; oğluna ve memleketine  hasret duyarak şiirler yazmaya devam etti:

Külahlı kuleler Pırağ şehrinde,
Ağarınca akşamın üzerinde
Düşe giren dünyalar aydınlanır
İstanbul’da bir Memet var
Altısına bastı bu yıl.
(Nâzım Hikmet)

 

Kaynaklar

1. Deniz Gezmiş’in son mektubundan
2. www.prague.net/astronomical-clock
3. Gilder, Joshua & Ann-Lee. “Heavenly Intrıgue” S32

4. Singh,Simon. “ Big Bang’in Romanı” S51

5. Gilder, Joshua & Ann-Lee. “Heavenly Intrıgue” S45
6. www.nndb.com/people/559/000024487
7. Tychobrahe.com
8. Singh,Simon. “ Big Bang’in Romanı”S, Simon, S53
9. Tychobrahe.com
10.Singh,Simon. “ Big Bang’in Romanı”, s55
11. www.geocentricity.com/shop/about_tycho.html
12. Gilder, Joshua & Ann-Lee. “Heavenly Intrıgue” S6

13. www.yivoencyclopedia.org/article.aspx/Fanta_Berta
14. Isaacson,Walter, Einstein, S168
15. Isaacson,Walter, Einstein, s168
16. http://www.einstein-website.de/z_biography/prague.html
17. Isaacson,Walter, Einsteins255
18. http://www.einstein-website.de/z_biography/prague.html
19. http://en.wikipedia.org/wiki/Arthur_Eddington

 

Fotoğraflar

Tüm fotoğraflar yazarın kişisel arşivindendir

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Çocukluğumdaki oyuncak olanları saymazsak, mutfak robotu en samimi ve yakın ilişki içinde olduğum robot, sonraları geliştirilenleri hep gazetelerden okudum. bu kadar bilgiyi resimdeki robotun biliyor olmasına şaşırmam ! Beni şaşırtan şiirden anlıyor olması, yoksa henüz gazete manşetlerine geçmemiş gizli bir proje mi bunları yazan robot ? Biri beni aydınlatsın lütfen, tabi ki ampulle aydınlatmadan bahsetmiyorum, yoksa ampule baka baka ayılamayacak kadar karardım mı ? Her neyse bu robot nasıl bişeydir de böyle güzel yazı yazar, aferim ona :)

  • Yazı, pek çok noktasından bana dokundu.. Fotoğraflar ile birlikte kendimi Prag’da hissettim.. Teşekkürler bu yolculuk için..


  • aklında ülken sekiz bin metre yukarlarda
    Lejyonerler Köprüsü’ndesin belki Prag’da
    Vıltava suyunun köpüklerinde gözün
    ama aklın İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda

    Özdemir İnce

  • Popüler Bilim yazısı yazmak ateş üstünde yürümeye banzer.Herkesi hayretler içinde bırakabilir ya da yanıklar içinde kendini bir acilde bulabilirsin.İnanıyorum ki yazıyı okuyan pek çok kişi şiir ve bilim tarihinin uyum içinde bir arada bulunmasına hayret etmiştir.Ben sadece hayret etmedim,popüler bilim tarihi yazılarına merak sardım.Yeni bir merak konusu edinmeme sebep olan yazara teşekkür ediyorum.

Kerem Kaynar

birisi...