Felsefe tarihinin en bilinen akımlarından biri olan “pozitivizim” diğer bir ifadeyle “olguculuk” 19. yüzyılda belirginleşen ve günümüzde hala tartışılan bir felsefe sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu inceleme yazısıyla; bir dönemin önemli akımlarından biri olan pozitivizmin tarihsel gelişimini, bu akımın önemli temsilcilerini, akıma karşı geliştirilen karşıt görüşleri ele almak istiyoruz.
Pozitivizm; araştırmaları olgulara dayandıran, metafiziği reddeden, en güvenilir bilginin deneyler yoluyla elde edinilebileceğini savunan felsefe öğretisi ve akımıdır. Bir felsefe geleneği olarak eski yunan sofistlerine ve 3.yüzyıl düşünürü Sextus Empiricus’a kadar geriye gittiği de belirtilmektedir. Bu akımın temsilcisi bilim adamı Fransız Sosyolog ve Filozof Auguste Comte’dur. Bilimin olgulara dayalı verilerle olması gerektiği vurgusundan yola çıkan Comte pozitivizmi ömrü boyunca savunmuştur. Akımın temsilcisi Comte olsa da bu terimi ilk kullanan filozof Auguste Comte’un da hocası olan Claude Henri de Saint Simon ’dur.
Claude Henri de Saint Simon ve Pozitivizm
Fransız sosyalizminin kurucusu olan Henri de Saint Simon 1760-1825 yılları arasında yaşamış Fransız filozof ve iktisatçıdır. Bilimsel bilginin baskın olduğu bir toplum bilimi olması gerektiğini vurgulaması nedeniyle pozitivizmi ilk dile getiren filozof olduğu söylenebilir. Saint Simon’a göre batı toplumlarının geçirdiği teolojik, feodoral dönemlerden sonra endüstriyel çağ ile pozitivizm toplumlar için tek çözümdür. Aydınlanma ile birlikte pozitif bilim çağı başlamıştır ve uygarlıkların devamını sağlayacak olan toplumsal kuram, diğer bilimlerin (fizik, kimya…) yöntemlerini benimseyen ve olgulara dayalı olan bir kuram olacaktır. Toplumsal yaşam gözleme dayalı olmalı, ortaya çıkan bilgi somut verilerden oluşturulmalıdır.
Saint Simon’un savunduğu pozitivizim kavramını; Ortaçağ’daki kısıtlayıcı ve baskıcı teolojik yapıya tepki olarak da yorumlamak mümkündür. Ortaçağ’da mevcut olan teolojik sistem yüzünden bilimsellik ön planda olamamış, toplumsal yapıda da bozukluklar görülmüş, baskıların yarattığı kaos ortamı yeni fikirlerin ortaya çıkışına neden olmuştur. Pozitivizm de bu noktada metafizik ve teolojiyi reddederek toplumun en güvenilir bilgi ile gelişimini sağlayacak öğreti olarak Saint Simon tarafından öne sürülmüştür.
Auguste Comte ve Pozitivizm
Gerçek adı; Isidore Marie Auguste François Xavier Comte olan Auguste Comte 1798 -1857 yılları arasında Fransa’da yaşamıştır. Sosyolojinin kurucusu olarak bilinen Auguste Comte aynı zamanda matematikçi ve filozoftur. Pozitivizm denildiğinde akla ilk gelen isim olan Comte, Saint Simon’un öğrencisidir.
Comte’un pozitivizm akımını savunurken Fransız İhtilali’nin yarattığı karışık toplum yapısına çözüm arama ihtiyacı içerisinde olduğu söylenebilir. Toplumun yeniden düzenlenmesinde kullanılacak bilgi pozitif bilgi olmalıdır. Deney ve gözleme dayalı bilgiler belli bir sistem dâhilinde din, siyaset gibi alanlarda kullanılmalıdır. Olgular araştırılmalıdır ve olgular arasındaki sabit ilişkiler gözlemlenmelidir. Bilgiye ulaşma sadece deney ve gözlem yoluyla olmalıdır ve bilginin doğruluğu duyular ile kanıtlanmalıdır. Yani bilinmezliklere(numen), metafiziksel varsayımlara yer yoktur ve metafizik bu noktada pozitivizm alanından ayrılmaktadır.
Comte yaşadığı dönemi bilgi çağı olarak nitelendirmiştir. İnsanlık yüzyıllar boyunca çeşitli aşamalardan geçerek bilgi çağı dönemine ulaşabilmiştir. Bilgi; insan düşünüşündeki farlılıklar sayesinde evrim geçirmiştir. Comte insanlığın geçirdiği süreci “Üç Hal Yasası” ismini verdiği bir yasa ile açıklamaktadır. Bu yasa şu şekildedir:
1. Teolojik dönem: Dinsel doktorinlere bağlı kalınan dönemdir. Bu dönem üç basamak olarak gelişmiştir.
1. basamakta; insan çevresindeki herhangi bir materyale anlamlar yüklemiş, onu akıllı olarak nitelendirmiştir. Bunu “Putperestlik” olarak da nitelendirebiliriz.
2. basamakta; insan yaşadığı olayların kendisinin göremediği güçler tarafından gerçekleştirildiği inancını benimsemiştir. Yani “Politeizim(Çok tanrıcılık)” ortaya çıkmıştır.
3.basamakta ise; gücün tek bir varlığa ait olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. “Tek tanrı” inancı yerleşmiştir.
2. Metafizik dönem: Bu dönem soyut gücün ön planda olduğu dönemdir. Soyut güçten kastedilen; evreni yöneten insanlardan bağımsız bambaşka bir güçtür.
3. Pozitif (olgusal) dönem: Bu dönem Ortaçağ sonunda başlayan bilimin ön plana çıktığı dönemdir. Olgusal bilgi mutlak doğru bilgidir, felsefe de böyle bir dönemde olgusal bilgi üzerinde şekillendirilmelidir. Düşünce yapısı teolojik ve metafizikten ayrılarak olgulara dayalı olmalıdır. Pozitivist anlayış felsefe içerisinde metafiziğin yerini almalı, diğer felsefelerden ayrılarak yapıcı bir felsefe yani bilim felsefesi oluşturulmalıdır.
Comte’a göre bilim görünmezleri, örnek olarak; ruhu açıklayamaz, sadece betimleyebilir. Bu noktada olgusalcılık kavramı içerisinde yine de bilinmezlikler yer almaktadır.
Comte gözleme dayalı olarak toplum yapısının uğradığı değişiklikleri açıklamaya çalışmıştır. Bu açıklamayı “Bilimlerin Hiyerarşisi” başlığı altında yapmıştır.
Bilimlerin Hiyerarşisi’ne göre sıralama şu şekildedir;
1. Matematik
2. Geometri
3. Fizik
4. Kimya
5. Biyoloji
6. Sosyoloji
Bu sıralamada şöyle bir mantık vardır; her bilim kendinden önceki bilimi kapsamış ve matematikten sosyolojiye ulaşılmıştır. Bu durumda sosyolojinin kendinden önceki tüm bilimleri kapsadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Comte bilimleri “Soyut Bilimler” ve “Somut Bilimler” olmak üzere ikiye ayırmıştır. Hiyerarşik düzende ifade ettiği bu bilimleri soyut bilimler olarak nitelendiren Comte bunlara karşılık gelen somut bilimler de olduğunu vurgulamıştır. Bu somut bilim ve soyut bilim arasındaki ilişkiye bir örnek olarak; Biyoloji (Soyut bilim) ve Botanik (Somut Bilim) verilebilir. Soyut bilim olarak nitelendirdiği bilimler olguların yasalarıyla ilgilenmekte, somut bilimler ise bu yasalara tabi olan varlıklarla ilgilenmektedir. Toplum da yine ikiye ayrılmaktadır; “Statik Toplum” ve “Dinamik Toplum”. Statik toplum yasalarla ilgilenirken yani soyut bilimi temsil ederken, dinamik toplum bu yasaların toplum üzerindeki etkilerini incelemekte ve somut bilimi temsil etmektedir.
Comte toplum üzerine yaptığı çalışmalarda tümevarım yöntemini kullanarak bilgiye ulaşmaya çalışmıştır. Yani olgulardan yola çıkarak genelleme yapma çabası içerisinde olmuştur. Toplum sisteminin temeli olan bireyin öznellikten sıyrılarak toplumsal bütünlüğe ulaşma amacı beş düşünsel görev ile mümkündür. Bunlar;
1. Bütünleme
2. Çözümleme
3. Genelleme
4. Sistemleştirme
5. İlişki kurmadır.
Comte bu görevlerinin tümünü “Beyin Kuramı” olarak nitelendirmiş ve bu kuramın toplumsal mekanizma içerisinde olması gerektiği sonucuna varmıştır. Yeni bir sistem olarak ortaya attığı “İnsanlık Dini” temelinde sevgi olan olgusal bir yönetim anlayışını ifade etmektedir. Yaratıcı güç yerine sadece topluma inanmayı savunan Comte bireysel bir yaşam yerine kolektif bir yaşamın öne çıkması gerektiğini vurgulamıştır. Ortaya attığı bu yeni din anlayışının katolik inancına karşıt da olsa Comte, katolik inancının unsurlarını pozitivist yaklaşıma uyarlamaya çalışmıştır.
Örnek olarak; pozitivist tapınakların kurulması, özel günlerin benzer tarihlere denk getirilmesi ve kutsal üçlemeye karşı “gök-insanlık-dünya” üçlemesi ilgi çekicidir.
Comte savunucusu olduğu pozitivizmi kendi hayatı boyunca başarılı bir şekilde temsil etmiştir. Kuşkusuz getirdiği bu yaklaşımın toplum yapılarının incelenmesinde önemli faydaları vardır. Fakat toplumsal yapı gibi değişkenliği fazla olan bir sistemde pozitivizmin mutlak doğru olup olmadığı görecelidir. “Temelinde insan olan toplumun sadece pozitivist yaklaşımla yorumlanması mutlak bilgiye ulaştırabilir mi?” sorunsalı önemlidir.
Comte sonrası pozitivizim: Mantıksal Pozitivizm
Mantıksal pozitivizim, Comte tarafından savunulan pozitivizmin devamı niteliğinde olsa da değişikliklerin de gözlemlendiği, Viyana çevresindeki filozoflar tarafından savunulan bir sistemdir. Bu filozoflara “Mantıkçı Empiristler” de denilmektedir. Bu akımın başlıca temsilcileri; Moritz Schlick, Rudolf Carnap, Otto Neurath ve akımın yayılmasında önemli rolü olan Ernst Mach’dir. Yine John Stuart Mill, Herbert Spencer, Bertrand Russell gibi düşünürler de mantıksal pozitivizmin güçlü savunucularındandır.
Mantıksal pozitivizmde; klasik pozitivizmde savunulan, “bilginin olgulara bağlı olarak deney ve gözlemle elde edilmesi” fikri devam ettirilmiştir. Fakat bu akımda “dil” ve “mantık” olmak üzere iki ayrı alan mevcuttur. Şöyle ki; pozitivizmin deney ve gözleme dayalı elde ettiği bilimsel bilgi kabul edilmektedir fakat deney ve gözlemin dışında kalan bilinmezlikler için metafizikten arındırma gerçekleştirilmelidir. Felsefenin alanı; dil çözümlemeleri olmalıdır, buna bağlı olarak mantıksal önermeler oluşturulmalıdır.
Mantıksal pozitivizmin iki önemli görevi vardır ki bunlar; felsefeye bilimsel bir nitelik kazandırmak ve metafiziksel öğelerin kurumsal olarak arındırılmasını sağlamaktır. İki temel sorun ele alınır; “anlam” ve “anlamsızlık”. Bu sorun “bilişsel anlamlılık” ilkesi altında ele alınmaktadır. Burada mantıkçı pozitivistlere göre; olgulara dayalı önermeler anlamlıdır, bunların dışında kalan, deney ve gözlemle kanıtlanamayacak bilgiler ise anlamsızdır. Bilgi için “doğrulama” çok önemlidir. İlk yapılan doğrulama pozitivizmin klasik yaklaşımı olan duyular yoluyla doğrulamadır. Bu yolla doğrulanamayan her şey metafiziktir. Mantıksal pozitivistler için temel görev; metafizik olarak kabul edilen bilgileri metafizikten arındırma ve bilimsel ilkeler ışığında açıklayabilmedir.
Mantıksal pozitivizm bilişsel anlamlılık, doğrulanabilirlik ilkelerinin yanı sıra tümevarım, karşılaşım(denklik) ilkelerini de öne sürer.
Tümevarım ilkesinde; bir olguyla ilgili genelleme yapılarak kesin bilgiye ulaşma çabası vardır.
Karşılaşım(denklik) ilkesinde ise; bir önermenin bilimsel olabilmesini sağlamak için, önermenin matematiksel bir mantığa sahip olması ve önermeyi oluşturan ifadelerin gözlemlenebilecek nitelikte olmasına yönelik çaba mevcuttur. Bu ilke sayesinde matematiksel işlemlerde teorik ifadeler, gözlemsel ifadeler halinde değerlendirilmektedir.
Mantıksal pozitivizm, 1920’lerde baskın bir akım olmuş Viyana ve çevresindeki filozofların adlarını felsefe tarihi içerisine yazdırmıştır fakat zaman içerisinde etkisini yitirmiştir. Etkisini yitirmesinin nedenleri; doğrulama ilkesinin tam olarak gerçekleştirilememesi, kesin bir formülleşmeye ulaşılamaması, mantık ve matematiksel sistemde ele alınan önermelerin çözümleyici olup olmadıklarına dair duyulan kuşkulardır.
Pozitivizme karşıt görüşler
Pozitivizmin barındırdığı boşluklar ve tüm düşünce sisteminin ampirik bilgi üzerine kurulması, gelenek gibi dogmaların göz ardı edilmesi pozitivizmin etkinliğinin sorgulanmasına neden oluştur. Bu durum kuşkusuz anti-pozitivist yaklaşımları da beraberinde getirmiştir. Diğer felsefe akımlarının temsilcilerinden pozitivizme yönelik çeşitli eleştiriler gelmiştir. Bu karşıt görüşlerden bazıları şu şekildedir:
Frankfurt Okulu’ndaki düşünürlere göre; pozitivizm insanın sosyal davranışını yeterince inceleyememiştir. Çünkü sosyal davranış kişiye bağlı olarak değişkendir. Sosyal davranışın mutlak doğruluğu üzerine yorum yapılamaz, bu göreceli bir durum olabilir.
Erich Fromm’a göre; pozitivizm toplumu analiz etmek için yeterli bir sistem değildir. Toplumsal gelişimi takip etmek için ruhbilim de önemlidir. Psikanaliz yöntemlerinin uygulanması gereklidir. Bu noktada ruhbiliminin getirdiği sonuçların pozitivist bilim anlayışı ile uyuşmayacağı sonucuna varılabilir.
Dilthey’e göre; gerçeklik sadece olgularla sınırlandırılamaz. İnsan dünyası, olgulardan ayrıdır. Olgulara dayalı bilgiler görülür, mutlak doğru olarak nitelendirilebilir, fakat insana ait bilgi matematiksel verilerle açıklanamaz, bu bilgi insanın bilincinde gizlidir. Bu bilgiye ulaşmak için duyguların incelenmesi gereklidir.
Nihilizm akımını temsil eden Nietzsche’ye göre; toplumun temelini oluşturan insan davranışları belirli olgusal verilere dayalı değildir, insanın davranışları etkileyen prosedürler olmamalıdır. İnsanın davranışlarını belirleyen yine insanın kendisidir.
İdealizm akımını temsil eden Hegel’e göre; metafizik önemlidir. Bilgi düşünce yoluyla sağlanmalıdır. Varlık bir bütündür, nesnel olarak kabul görmeyen bilgi düşünce yoluyla doğrulanabilir. Metafizik göz ardı edilemez. Bilgiye ulaşmada sadece nesnel veriler yeterli değildir.
Romantizm akımının temsilcisi Kant’a göre; bilime karşı olunmalıdır. İnsan bir ruha sahiptir ve duygularıyla varlığını sürdürür. Bilimsellik ise insanın kendisini sınırlandırmasına yol açmaktadır. Bu nedenle mutlak bilgi insanın ruhunda aranmalıdır.
Fichte’e göre; olgulara dayalı veriler yeterli değildir. Ahlak, bilinç gibi soyut unsurların ele alınması gereklidir.
Sonuç
Pozitivizm 19. yy. ve 20.yy.’da önemli bir akım olarak karşımıza çıksa da günümüzde etkisi süren bir akım değildir. Bilim ve teknoloji alanlarında pozitivist anlayışla karşılaşsak da sosyal bilimler alanında pozitivizmin yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Doğa bilimlerinde yararlanılabilen pozitivist yaklaşımın, temelini değişkenlik gösteren insanın oluşturduğu toplum sisteminde mutlak bilgiye ulaştırması kuşkuludur. Toplumlar farklı ahlak, inanç sistemlerine sahiptir. Pozitivist bir yaklaşım incelemelerin belli bir sistem dâhilinde olmasını sağlayabilir fakat topluma dair genellemeye götüremez. Toplum hakkında varılacak yargılara ulaşılırken sadece deney ve gözlem yeterli olmayacaktır, soyut unsurların da ele alınması gereklidir.
Pozitivizm; gerek savunduğu fikirlerle gerek felsefe tarihine kazandırdığı önemli isimlerle gerekse de karşıt olarak geliştirilen düşüncelerle önemlidir. Pozitivizm üzerine yapılan araştırmalara dayanarak şunu belirtebiliriz ki; savunucularından ziyade akımın karşısında olanlar tarafından daha çok ele alınan bir konu olup hakkında konuşturmaya devam ettirmektedir ve muhtemel olasılık gelecekte de konuşturmaya devam ettirecektir.
Kaynaklar:
- Sönmez, Veysel. (2010). Auguste Comte(1798-1857) Pozitivizm(Olguculuk). Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 3(3), 161-163
- http://www.filozof.net
- http://tr.wikipedia.org
- http://dusuncedunyasi.net
- http://www.felsefe.net
Yorum Ekle