Genelde rüzgarın varlığının farkına sıcak bir yaz gününde bizi hafiften serinlettiğinde varırız. Çünkü rüzgar tıpkı hava gibi görünen bir şey değildir. Hele Ege kıyılarındaysanız akşam üzeri denizden kıyıya tatlı bir meltem başlar. Bugün o tatlı rüzgara Ege’de imbat deniyor. Kendi memleketim de olan Mersin şehir merkezinin yerinde antik dönemde Zephyrion isminde antik bir kent varmış. Zephyrion eski Yunanca “denizden gelen tatlı esinti” demek. Şimdi betonlaşmadan o esinti iç kesimlere ulaşamasa da yaz öğleden sonraları sahile indiğinizde o rüzgar halen yüzünüzü okşar. Bir de Mersin’de insanlar sıcak ve nemli boğucu yaz gecelerinde balkondan içeri girip uyumak için gece yarısını beklerler. Mersinlilerin deyimiyle havanın dönmesi gerekir. Çünkü gece yarısından sonra gündüzün aksine esinti karadan denize doğru olur. Bu yüzden insanlar Mersin’de ev alırken evlerinin kuzey-güney cephe olmasına çok dikkat eder ki gündüz ve gece deniz ile kara arasındaki rüzgar ile evlerini serinletebilsinler.
Rüzgarlar nasıl oluşur?
Gerekli enerjisini güneşten alan bir ısı makinesi olarak nitelenebilecek atmosferde ısıl potansiyel farklara sahip olan hava kütleleri, daha soğuk ve yüksek basınç alanı olan bir noktadan, daha sıcak ve alçak basınç alanına hareket eder. Isı enerjisinin kinetik enerjiye dönüştüğü bu doğa olayındaki hava kütlesi hareketine rüzgar denir (Özdamar, 2000). Basitçe söylemek gerekirse soğuk bölgelerden sıcak bölgelere bir hava akımı oluşur ve akıma da rüzgar denir. Okul yıllarımız boyunca en az “Akdeniz’de yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer” cümlesi kadar iyi ezberlediğimiz bir cümle daha vardır. Karalar denizlere göre daha çabuk ısınır ve soğur. İşte Mersin’de gündüzleri denizden karaya, gece ise karadan denize esen bu meltemlerin sırrı bu basit ilkokul bilgisi cümlesinde yatmaktadır. Karalar denizlere göre daha hızlı ısındığı için daha sıcak olurlar ve üzerlerinde alçak hava basıncı oluştururlar. O sırada deniz daha soğuk olduğu için üzerinde oluşan yüksek hava basınç alanından karalar üzerindeki alçak hava basıncı alanına doğru bir akım olur ve meltemler böyle oluşur. Gece ise kara hızlıca soğuduğundan ve bu soğuma gece yarısını bulduğundan Mersinlilerin havanın dönmesi dediği şey gerçekleşir ve bu sefer de yüksek basınç alanı olan karalardan henüz hala soğumamış ve alçak hava basıncı alanı olan denizlere doğru bir akım başlar. Böylelikle rüzgarlar oluşur ve ortaya bir enerji çıkarırlar.
Harman
İnsanlık tarihinde rüzgarın kullanım alanlarına baktığımızda aklımıza ilk yelkenli gemiler, yel değirmenleri ve yel değirmenlerinin geliştirilmiş hali olan bugünkü rüzgar elektrik santralleri akla gelir. Oysa insanlığın rüzgardan faydalanmaya başlaması yerleşik hayata geçmesi ve tarım devrimi gerçekleştirmesi kadar eskidir. Rüzgarı ilk kullandığımız mecra ne yelkenlerdi, ne yel değirmenleri idi. İlk kullandığımız zamandan bugüne aradan 12.000 yıl geçmesine rağmen benim neslim belki de rüzgarın ilk defa insanlar tarafından nasıl kullanıldığını görmüş nesillerden biridir. Köy çocuğu olanlar bilir. Bölgesine göre Temmuz – Ekim ayları arası harman kaldırma zamanıdır. Biçilen buğdayın üzerinden at ya da öküzün çektiği döğen denilen aletle geçilir, döğenin altındaki kesici taşlar sapları ve başakları ayırır. Saplarından ayrılan başaklar harman yeri denilen yere toplanır. Saman ve daha sonra un ya da bulgur elde edeceğimiz buğday taneleri bir aradadır. Yaba denilen ve çatala benzeyen tahta bir aletle bu buğday-saman karışımı havaya savrulur. Hafif olan saman rüzgarın etkisiyle uçar gider, daha ağır olan buğday taneleri ayağımızın dibine düşer. Eğer rüzgar olmasaydı harman kaldıramayacak, besin üretimini arttıramayacak ve bugünkü çok karmaşık siyasal sistemlerini oluşturduğumuz yola belki de hiç çıkamayacaktık.
Yelkenli Tekneler
Rüzgarın uygarlık tarihinde en görünür hale geldiği kullanımlarından bir diğeri ise yelkendir. Antik çağlarda herhangi bir makine olmadığından sisteme enerji girişi ancak insan kas gücü ya da evcilleştirilen hayvanların kas gücü ile sağlanabiliyordu. Denizlerde bu kölelerin kürek çekmesi şeklinde gerçekleşiyordu. Fakat kölelerin kürek çekebilmeleri için beslenmeleri gerekliydi. Bu da sisteme enerji temini için yine bir maliyet doğuruyordu. Oysa rüzgarın hiçbir maliyeti yoktu. İnsanlar ilk yelkenli tekneleri uygarlık tarihinin de birçok ilkini barındıran Mezopotamya’da kullanmaya başladılar. Bilinen ilk yelkenli tekne tasviri M.Ö. 5500-5000 yıllarına tarihlenen ve Kuveyt’te bulunan bir disk üzerine yapılmıştır (Carter, 2006). Vikingler binlerce kilometrelik yolu küreklerle ve basit bir kare yelken düzeneğiyle almışlardır. Kare yelken arma, her ne kadar sadece rüzgarın arkadan geldiği seyirlerde kullanılabilir olsa da, daha sonraları Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmıştır. Arap denizciler verimli rüzgar kullanımını sağlayan büyük üçgen (Latin) yelkenini geliştirdiler. Bu yelken teknenin rüzgara karşı gitmesine (orsa) olanak veriyordu ve kare yelkene göre daha hızlıydı. Kare yelkenli pek çok gemi limanda beklerken bu gemiler denize çıkabiliyorlardı. Bu gemiler son derece sağlam yapılı olurdu ve 90 ile 200 ton arasında bir ağırlığa sahipti. Tek dezavantajı ise yelkenin kontrolünün sayıca fazla bir mürettebat gerektirmesi idi. Çinlilerin tasarımı ise “Junk Rig” denilen, kısa bir ana direk ve bambu destekli hareketli yelkenlerden oluşan teknelerdi. Yelkenler jaluzi gibi açılıp kapanabiliyorlardı. Rüzgarda verimli bir şekilde yararlanabilen ve kontrolü kolay olan bu teknelerin tamiri de basitti ve sayıca az bir mürettebatla seyre çıkabiliyorlardı (B.U. Yelken-1 Kitapçığı).
Yelkenin icadı ve geliştirilmesiyle başta ticaret gelişti, uzak mesafelere gidebilmek, yeni kıtalar keşfetmek mümkün olabildi.
İlk Yeldeğirmenleri
İnsanlık rüzgar yardımıyla harmanı kaldırmıştı, fakat elde edilen taneleri un haline getirmek için hala kol gücü kullanıyor, el değirmenlerinde çok kısıtlı miktarda tahılı un haline getirebiliyordu. Kas gücünden kurtulmak ve yüksek miktarlarda tahılı işleyebilmek için ilk su değirmeni keşfedildi. Belgeye dayalı olarak varlığı bilinen en eski su değirmenleri Anadolu’da kurulmuştu. Antik çağın ünlü coğrafyacısı Strabon (M.Ö. 65 – M.S. 23) Geografika adlı eserinde tarihte bilinen ilk su değirmeninin bugünkü Tokat – Niksar yakınlarındaki Kabeiria’da İris’in (Yeşilırmak) bir kolu olan Lykos (Kelkit) ırmağı üzerinde yaklaşık M.Ö. 2. yüzyılda Mithridates Krallığı döneminde inşa edildiğini yazar (Bir, Acar, & Kaçar, 2012). Strabon eserinde “Kabeira’da Mithridates’in sarayı, ayrıca bir su değirmeni ve hayvanat bahçeleri ve bunun yakınında av sahaları ve madenler vardır” diye yazar (Strabon, VII. 3.6.c 556).
Yel değirmenleri un öğütmek için olmasa da ilk kez yine M.Ö. 17. yüzyıl civarında Ortadoğu ve Çin’de sulama amaçlı kullanılmıştır (Bir, Acar, & Kaçar, 2012). Bugün Manisa’da Akhisar, Soma ve Kırkağaç ilçelerinin bulunduğu ve oldukça iyi rüzgar alan Bakırçay Ovasına giderseniz çiftçilerin halen sulama için bu mini yel değirmenlerini kullandığını görebilirsiniz. Rüzgar, yel değirmenini, o da bağlı olduğu tulumbayı çalıştırır ve sulama suyu yeraltından çekilip tarlalara verilir. Fakat un öğütmek için ilk yel değirmenleri İslamiyet öncesi İran’da oldukça rüzgarlı bir bölge olan Sistan bölgesinde kurulmuştur (Shepherd, 1990). Ünlü tarihçi Ali-al-Tabari (834-927) dünya tarihine ilişkin eserinde Hz. Ömer’in İranlı bir ustadan rüzgar değirmeni inşa etmesini istediğini yazar. İran kökenli yel değirmenleri önce Anadolu’ya ve Haçlı seferleri ile birlikte de Avrupa’ya kadar yayılır. Avrupa’da ilk yel değirmenleri 11. ve 12. yüzyıllarda Fransa ve İngiltere’de görülür (Bir, Acar, & Kaçar, 2012). 1086 yılında İngiltere’de 5000-6000 farklı tipte ve kapasitede yel değirmeninin faaliyette olduğu kaydedilmiştir. Fakat yel değirmeni doğudan batıya olan yolculuğunda bazı tasarımsal ve işlevsel değişiklikler geçirir. İran yel değirmeni düşey eksenli iken Avrupa’da değirmenler dikey eksenli hale getirilir. Kullanım amaçları da buğday öğütmek dışında sulama, bataklık kurutma, hızar çalıştırma, deri tabaklama, dokuma tezgahı çalıştırma şeklinde çeşitlenir (Shepherd, 1990).
19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yel değirmenleri Amerika, Rusya stepleri ve Arjantin’in uçsuz bucaksız düzlüklerini, dokunulmamış alanlarını nüfuslandırmada büyük rol oynadı. Bu bölgelerin tarıma açılmasında yel değirmenleri sulama amaçlı pompa olarak kullanıldı. 1888-1900 yılları arasında yel değirmenlerinin elektrik üretimi amaçlı ilk kullanımı ise ABD ve Danimarka’da beraber başladı. Şüphesiz bu ihtiyacın temel sebebi o yıllarda bu iki ülkenin de fosil yakıtları olmamasıydı (Shepherd, 1990).
Avrupa’da İlk Elektrik Üretimi
Rüzgar enerjisi kullanarak Avrupa’da ilk elektriği üreten ülke Danimarka’ydı. Hem fosil yakıtının olmaması, hem de 1. ve 2. Dünya Savaşları nedeniyle ülkeye fosil yakıtın transferinin sorunlu olması nedeniyle Danimarka kendi elektriğini rüzgar enerjisinden üretti ve teknolojiyi geliştirdi. 1945 sonrası Fransa, Almanya ve İngiltere’de bu teknolojiye yatırım yapıp geliştirmiş olsa da fosil yakıtın egemenliği nedeniyle rüzgar enerjisi hep geri planda kalmıştır. 1972 yılında ortaya çıkan dünya petrol krizi ise rüzgar enerjisi konusunda bir rönesansa gidilmesine neden olmuş ve yeniden Avrupalı ülkelerin gündemine girmiş ve bu teknolojiye yatırım yapılmaya başlanmıştır (Shepherd, 1990).
Türkiye’de Rüzgar Enerjisi
Türkiye’de ortalama rüzgar yönü kışın soğuk karalardan ılık denizlere, yazın ise daha soğuk denizlerden daha sıcak karalara batıdan doğuya olacak şekildedir. Yine yazın gün içi hava basıncı farklarına ve rüzgar sirkülasyon şartlarına göre kuzeyden güneye bir rüzgar yönü de gözlenir. Marmara Denizi’nin soğutucu etkisi yüzünden Güney Marmara Bölgesinde sürekli güçlü bir rüzgar hakimdir (Şahin & Türkeş, 2013).
Türkiye rüzgar enerjisi sektöründe dünyada en hızlı büyüyen ekonomilerden bir tanesi. 2023 hedeflerine göre enerji ihtiyacının %30’unu yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamayı hedefliyor. An itibariyle Türkiye enerji ihtiyacının %3,6’lık kısmı olan yaklaşık 2 GW elektriği rüzgar enerjisinden üretiyor. 2023 hedefi ise rüzgar enerjisinden 20 GW elektrik üretmek (EWEA, 2013). Türkiye’de genel kullanıma dönük ilk rüzgar elektriği, 1986 yılında Çeşme Altınyunus Tesislerinde kurulan Vestas marka 55 kW nominal güçlü rüzgar türbininden elde edilmiştir. Türkiye’de uluslararası boyutta ilk rüzgar elektriği 21 Şubat 1998 tarihinde Çeşme Germiyan köyünde üretilmiştir. Her biri 500 kW nominal güce sahip olan 3 adet Enercon-40 rüzgar türbininden oluşan bu ilk rüzgar çiftliğinde yılda 4,5 milyon kWh elektrik üreteceği tahmin edilmiştir (Özdamar, 2000). 2006 yılına kadar Türkiye’de hemen hemen hiç rüzgar çiftliği kurulmamış, 2006 yılından sonra başlayan yatırımlarla her sene rüzgar enerjisine yatırım artmıştır. 646,3 MW yatırım yapılan 2013 senesi Türkiye’de rüzgar enerji yatırımının altın yılı olmuştur. Rüzgar santrallerinin yoğun olarak kurulduğu bölgeler sırasıyla Ege, Marmara, Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgesidir (TUREB, 2014). İzmir ve civarı, Gelibolu, Biga, Bandırma, Kuzey ve Güney Trakya Bölgesi, Manisa Bakırçay Ovası, Hatay Belen ve Samandağ ile Göksu Deltası boyunca yoğun bir rüzgar elektrik santrali kurulumu mevcuttur.
Şu an Türkiye’de 0.6 MW’dan 3.3 MW nominal güçte üretim yapabilecek kadar çok çeşitli türbinler kullanılmakta. Fakat artık küçük türbinler çok kullanılmıyor. Bunun sebebi de Türkiye’de Çanakkale, İzmir, Balıkesir ve Hatay gibi çok rüzgar alan yerlerin dolmuş olması ve az rüzgar alan yerlere yatırım yapılması. Büyük kanat çapı ve büyük kule yüksekliği olan türbinler daha düşük rüzgar hızlarında daha yüksek enerji üretimi yapabilmekteler (Anonim).
Lisanslama ve yatırım için prosedür işlemleri Türkiye’de halen karışık ve oldukça uzun bir süreç. Türkiye Elektrik İletim A.Ş. her yıl trafo merkezlerine bağlanabilir rüzgar enerjisi kapasitelerini açıklıyor. Yatırımcının rüzgar çiftliği kuracak alanda 1 yıl boyunca rüzgar ölçümü yapması ve alanın ne kadar uygun olduğunu saptaması lazım. Bir yıllık ölçümü tamamlayan firmalar her yıl Nisan ayında belli bir alan ve trafo merkezi için Enerji Piyasası Denetleme Kurumu’na (EPDK) lisans başvurusunda bulunuyor. Fakat her trafo merkezinin kapasitesi sınırlı olduğu ve o trafo için birden fazla başvuru olduğu için EPDK lisanslama için ihale açıyor. Yatırımcılardan kurulu güç MW başına en fazla parayı teklif eden firma lisans alma hakkına sahip oluyor. Lisans hakkı kazanan firma teklif ettiği parayı 3 yıl içinde 3 taksit halinde ödemek zorunda. Aksi takdirde lisansı iptal oluyor. Firma ön lisans sürecini başlatıp, projesini detaylandırıp, gerekli izinleri, çevresel ve sosyal etki değerlendirme raporlarını hazırlaması gerekiyor. Bu işlemlerden sonra lisanslama ve sahada kurulum başlayabiliyor (Anonim).
Fakat Türkiye’de rüzgar enerjisi yatırımlarında özellikle sorumlu devlet kurumları arası çok başlılık, başvuru sürecinin çok uzun olması, rüzgar ölçümleri için gerekli izinlerde çıkan sorunlar nedeniyle tam istenilen yere ölçüm direklerinin kurulamaması gibi nedenlerden dolayı rüzgar yatırımları halen istenilen seviyede değil. Sonuçta bir yatırım olduğu için yatırımcı en kısa sürede kar etmeye çalışmakta, fakat sürecin uzunluğu ve belirsizlikleri nedeniyle yatırımcılar rüzgar enerjisine yönelmekte çekingen davranmaktadır.
Çevresel ve Sosyal Etkiler
Çevreye hiç zarar vermeden enerji üretebilmenin henüz bir yolu yok. Enerji üretim yöntemlerimiz arasında çevreye az ve çok zarar veren yöntemler var. Rüzgar Enerjisi de doğalgaz, hidroelektrik, termik, nükleer gibi üretim yöntemleriyle karşılaştırıldığında çevreye zararı oldukça düşük bir enerji üretim şekli. Fakat başta kuşlar, yarasalar, rüzgar çiftliği civarındaki habitat olmak üzere insanlar da dahil pek çok kesime rüzgar santrallerinin zararı mevcut.
Rüzgar türbinleri çalışmaları esnasında ZZZZZZZZ şeklinde bir ses çıkarır ve yerleşim yerlerine yakın bölgelerde bu ses yöre halkı tarafından duyulur. Bu çıldırtıcı ses insanların akıl sağlığı için oldukça zararlıdır. Türkiye’de pek çok rüzgar çiftliğinde bulunmuş biri olarak santrallerin genellikle insan yerleşimlerinden oldukça uzak yerlere yapıldığını gördüm. Fakat gördüklerim arasında Karaburun civarındaki rüzgar çiftlikleri köylere gerçekten çok yakındı ve o korkunç ses köyden duyulabiliyordu (Kişisel Gözlem).
Yaklaşık 55-60 metre yarıçapa sahip rüzgar türbinleri göç eden kuşlar için önemli tehlikeler arz eder. Gündüz süzülerek göç eden büyük kuşlar, gece ise sürekli kanat çırparak göç eden ötücü kuşlar türbinlere çarpabilir ve ölebilir. Bu nedenle rüzgar çiftliği kurulan alanlarda göç dönemlerinde düzenli gözlemler yapılması ve kuşların göç rotaları ile ilgili durumun ortaya konması gerekmektedir. Önemli Koruma Sahaları, Önemli Kuş Alanları (ÖKA) civarlarında, ana göç yolları ve çarpışma riskinin yüksek olduğu sulak alanlar ve dağ geçitleri çarpma riskinin yüksek olduğu bölgelerdir (BirdLife International, 2003). Ülkemizde Hatay ve Trakya Bölgesi Batı Palearktikte bölgedeki ana kuş göç rotası üzerinde olup, maalesef en yoğun rüzgar çiftliği kurulan iki alandır. Trakya Bölgesindeki ormanlar özellikle nesli tehlike altında olan şah kartal (Aquila heliaca) gibi birçok büyük yırtıcı kuşun üreme bölgesi olup çevresinde sayısız rüzgar çiftliği mevcuttur (Kişisel Gözlem). Dikkat edilmesi gereken diğer bir konu ise türbinlerin kümülatif etkisidir. Bir alanda her tepeye türbin kurduğunuzda kuşların göç ederken aralarından geçmek için bir aralığı kalmıyor. O nedenle çok rüzgar aldığı için yoğun yatırım yapılan alanların kuş varlığının iyice çalışılması ve göçte kuşların güvenli bir şekilde geçebilmesi için uygun koridorlar bırakılması gerekiyor (Kişisel Gözlem).
Rüzgar türbinlerinin etkilediği diğer canlı ise uçabilen tek memeli yarasalar. Türbinlere çarpma ve kanatların yaratmış olduğu basınç farklılıkları nedeniyle yarasalar ölebiliyor. Hollanda’da yapılan bir araştırma 25 türbinde 54 gün boyunca yapılan araştırmalar sonucu türbinlerin en az 15 yarasayı öldürdüğünü ortaya koymuş (Limpens, et al., 2013). Colarado Üniversitesinin yapmış olduğu başka bir araştırma ise ABD’nde rüzgar türbinlerinin yılda 600.000 yarasayı öldürdüğünü gösteriyor. Aynı araştırma yarasaların çoğunun çarpma nedeniyle değil, türbin kanatlarının yaratmış olduğu atmosfer basıncındaki ani düşüş sonucu yarasaların iç kanama geçirdiğini ve barotravma sonucu öldüklerini ortaya koymuş (Dye, 2013). Türkiye’de ise henüz rüzgar türbinlerinin yarasalara olan etkisiyle ilgili bilinen bir araştırma mevcut değil.
İki yıl boyunca Türkiye’de çok sayıda rüzgar çiftliğinde kuş izleme çalışmaları yapmış biri olarak söyleyebilirim ki rüzgar santrallerinin vermiş olduğu zararlar içinde en ciddisi habitat tahribatıydı. Rüzgar türbinleri doğası gereği yüksek tepelere, doğal vadi, kanyon ve geçitlere, deniz kenarlarına ve orman alanlarına kuruluyor. İnşaat süresinde alana ulaşmak için açılan servis yolları, kesilen ağaçlar, yok edilen bitki örtüsü, inşaat süresince içinde bulunan habitata verilen zarar kuşlara ya da yarasalara verdiği zararın çok daha ötesinde ve görünür halde (Kişisel Gözlem). Çevre Etki Değerlendirme raporlarının hazırlanmasının, inşaat süreçlerinin hep Türk tipi yapıldığını da eklediğimizde o el değmemiş orman ve dağ ekosistemlerine verilen zararı tahmin etmek mümkün.
Sonuç
1993-2010 yılları arasında dünyada elektrik üretimi %76 oranında arttı. 2040 yılına kadar bu üretimin %56 daha artması bekleniyor (The World Bank (2014a) Database). Bu kadar üretimi yenilenebilir enerji kaynakları ile yapabilmek mümkün değil. Örneğin 2040 yılına kadar dünyadaki tüm hidroelektrik potansiyeli elektrik üretiminde kullanılsa bile bu dünya elektrik ihtiyacının yarısını bile karşılamıyor (Zarfl, Lumsdon, Berlekamp, Tydecks, & Tockner, 2014). Kaldı ki hidroelektrik ve baraj projeleri ile doğaya verilen zarar düşünüldüğünde hidroelektrik enerjisinin de ne kadar sürdürülebilir olduğu oldukça tartışmalıdır. Bu nedenle geriye sürdürülebilir enerji kaynaklarından sadece rüzgar ve güneş enerjileri kalmaktadır. Bu iki enerji üretim türü de süreksiz ve depolama teknolojileri için çok büyük yatırımlar isteyen üretimler. Elektriğin ne şekilde üretildiği bir yana, nasıl tüketildiği ise hiç tartışılmıyor ve gündem olmuyor. Sorun aslında üretimde değil tüketimde. Uzun vadede tüketimini azaltan, elektrik tasarruf teknolojilerine yatırım yapan, hane üretimini teşvik eden teknolojilerin gelişmesini sağlayan ülkeler elektriğini ne şekilde ürettiğinden bağımsız kazanacak. Fakat tüketimini azaltmayan, kontrol altına almayan ya da verimli kullanmayan tüm ülkeler ister yenilenebilir, ister nükleer, isterse fosil yakıtla üretsin elektriğini orta vadede kaybedecektir. Türkiye’de 1 MW üretime kadar yapılan üretimler lisans istemeyen üretimlerdir (Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik, 2013). Yani isteyen güneş panelleri ya da rüzgar türbinleri ile kendi hanesinin ya da işyerinin elektriğini üretebilir, hatta üretim fazlasını ulusal sisteme satarak para bile kazanabilir. Güneş ve rüzgar süreksiz enerji üretim yöntemleri olduğu için gerektiğinde de ulusal sistemden yine elektriklerini satın alabilirler. Yasal altlığı da olan bu duruma yönelik araştırma geliştirme ve teşviklerle bir an önce yatırımların başlaması uzun vadede Türkiye için büyük kazanç olacaktır.
Kaynakça
B.U. Yelken-1 Kitapçığı. (tarih yok). 01 02, 2015 tarihinde Sabancı Üniversitesi Yelken ve Denizcilik Kulübü: http://www.su-sail.org/icerik.asp?sid=24 adresinden alındı
Bir, A., Acar, M. Ş., & Kaçar, M. (2012). Su Değirmenleri. Anadolu’nun Değirmenleri (s. 31). içinde İstanbul: Yem Yayın.
BirdLife International. (2003). Winfarms and Birds: An analysis of the effects of windfarms on birds, and guidance on environmental assessment criteria and site selection issues. Bern Convention.
Carter, R. (2006). Boat remains and maritime trade in Persian Gulf during the sixth and fifth millennia BC. Antiquity Volume 80 No. 307 .
Dye, L. (2013, 11 24). Bats, Not Easy to Love, Dying Daily by Thousands. 01 02, 2015 tarihinde ABC News: http://abcnews.go.com/Technology/wind-turbines-kill-thousands-bats-day/story?id=20997657 adresinden alındı
Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik. (2013, 10 2). Sayı: 28783 . Resmi Gazete.
EWEA. (2013). Eastern Winds, Emerging European wind power markets. The European Wind Energy Association.
Limpens, H., Boonman, M., F. Korner-Nievergelt, E., Jansen, M., van der Valk, M., La Haye, M., et al. (2013). Wind turbines and bats in the Netherlands – Measuring and Predicting. Zoogdiervereniging & Bureau Waardenburg.
Özdamar, A. (2000). Dünya ve Türkiye’de rüzgar enerjisinden yararlanılması üzerine bir araştırma. Mühendislik Bilimleri Dergisi , 133-145.
Shepherd, D. G. (1990). Historical Development of the WindMill. Ithaca, NY: Cornell University.
Strabon. (VII. 3.6.c 556).
Şahin, S., & Türkeş, M. (2013). Contemporary surface wind climatology of Turkey. Theoretical and Applied Climatology , 337-349.
The World Bank (2014a) Database. (tarih yok). 10 08, 2014 tarihinde World Development Indicators “Electricity Production kWh”: http://data.worldbank.org/indicator/EG.ELC.PROD.KH adresinden alındı
TUREB. (2014). Türkiye Rüzgar Enerjisi İstatistik Raporu – Temmuz 2014. Ankara: Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği.
Zarfl, C., Lumsdon, A. E., Berlekamp, J., Tydecks, L., & Tockner, K. (2014). A global boom in hydropower dam construction. Aquatic Sciences .
Yorum Ekle