“Gerçek aşk bir yanılsama değil de nedir? Sevdiğimizi, gerçekten olduğu gibi görebilseydik yeryüzünde aşk diye bir şey varolmazdı.”
Jean Jacques Rousseau
16 Mart 2001
Küçük, sessiz bir oda. Yatakta hasta yatan küçücük kalmış bir kadın, yanında kızı. Kızı annesinin ellerini eline almış,annesinin gümüş yüzüğüne bakıp gülümsüyor. Annesinin aşık olduğu erkeğin imzası var o yüzükte. Yatağın başucunda annesi ile adamın Paris’te çekilmiş fotoğrafları var. Birden ilk karşılaşmalarını hatırladı kız. Anneannesi adamla tanıştırmaya götürmüştü onu. Resimdeki o koca adam kız odaya girince “Anyuta! Anyuta!” diye çağırmıştı yanına. Ürkmüştü küçük kız, nasıl ürkmesin; adam ışıklar içinde kocaman duruyordu odada. Yanına gittiğinde elini eline alıp usulca öpmüştü. Küçücük kız pancar gibi kıpkırmızı olmuştu utancından, anneannesi ile annesi gülerken. Sonra annesinin nasıl sevgiyle baktığını görmüştü adama; anlamıştı aralarındaki sevdayı. Annesi ile adamın Paris fotoğraflarına bakıp bunları hatırlarken arkadaki kestane ağacını gördü, ne güzel yakışmıştı resme. Bir anda değişti zaman ve boyut:
İstanbul – günümüz
“Aaaa bak kestane. Sever misin?”
“Çok severim, ama haşlanmış olacak”
Oda karardı; çıktı çerçevenin içinden şair, Paris’ten İstanbul’a uzandı ve tuttu bütün zamanları elinde. Usul usul doldurdu davudi sesi tüm evreni
Paris’te bir kestane ağacı olacak
Paris’in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul’dan gelip yerleşmiş Paris’e Boğaz sırtlarından
hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
gidip elini öpmek isterdim
Anyuta küçücük bir kız oldu o an. Şair hakk oldu, ahir zamanlardan beri dönen evren durdu, yayıldı dalga dalga şiir ve saman sarısına büründü yıldızlar. Bütün evren sanki yeniden yaratılırcasına çılgınca devinmeye başladıydı ki bir anda yırtıldı saman sarısı boşluk, yaşlı kadının çığlığı ile
“UNUTTUUUUUMMM, UNUTTUUUUUUUUUMMMM”
Sustu ve döndü şair resim çerçevesine, bırakıp zamanları elinden. Küçük kız bir anda büyüdü, döndü annesinin yanıbaşına. Sarıldı annesine, tuttu elleriyle küçücük kalmış yüzünü ve şefkatle sordu “Neyi unuttun?” Çığlık devam ediyordu, sessiz ve ağlamaklı şekilde
“unuttum”
Sarıldı kız annesine, okşadı saçlarını usulca. Bakarken çerçevedeki adama, fısıldadı annesinin kulağına usulca:
“Adını mı unuttun? Adı …”
Şair seslendi usulca:
“Anyuta, Anyuta”
YOKTUR BU DÜNYADA YARİN EMSALİ
[box] Şair, Babayev’e döndü ve kadının anlamayacağını zannederek:“Fena kız değil, ilginç, ama göğüsleri biraz düz” dedi.
Kadın Türkçe söylenen cümleyi anlamıştı. Kıpkırmızı kesildi, bakışları göğüslerine kaydı. Çok utanmıştı.[/box]
Sevdiğiniz ne kadar güzel değil mi? Elleri kiraz gibi, gözleri fındık tanesi. Güldü mü açıyor gamzeleri, parıldıyor gözlerinin içi. Bütün duyularınız karıştı; sesinde yasemen kokusu var, suretinde dünyanın en güzel müziği. Dünyada ondan güzeli yok, başkasını gözünüz görmüyor değil mi? Aşk gözünüzü kör eylemiş belli ki. Var mıdır bu halden ötesi?
Bu bir acayip haldir bu hale kimse ermez
Alimler da’vi kılar veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile kimse ermez bu sırra
Bu bir acayip sırdır ilme kitaba sığmaz
Yunus Emre
Yunus’un sözünün üstüne sözümüz düşmez, ama bilim gene de ermeye çalıştı bu sırra. Gerçekten insanlar aşık olduklarında körleşiyor mu? 2007 senesinde Florida Devlet Üniversitesinde psikolog John Maner ve ekibinin yaptığı bir araştırma aşık kişilerin gerçekten de körleştiğini ortaya koydu. Öncelikle kontrol için bir denek grubuna önce çok çekici yüzler bilgisayar ekranından kısa süre gösterildi. Deneklere yüzler gösterildikten hemen sonra bazı geometrik şekiller gösterildi ve önlerindeki düğmeler vasıtası ile bu şekilleri tanımlamaları istendi. Maner ve ekibi bu deneklerin şekilleri tanıma süresini kaydetti. Daha sonra uzun süredir monogam bir ilişkide olan insanlar seçerek yarısına partnerleri hakkında duydukları aşkı yazmasını, diğer gruba ise mutlu bir tecrübelerini yazmalarını istedi. Aşk hakkında yazanlar aynı deneye katıldıklarında çekici yüzlerden sonra kontrol grubuna göre daha kısa sürede geometrik cisimleri tanımlayabilmişler, yani çekici yüzler onları fazla etkilememiş. Mutlu bir deneyimlerini yazanlar ise en az kontrol grubu kadar, hatta daha uzun sürede geometrik objeleri tanımlayabilmişler. Bu deney de bize gösteriyor ki aşk duygusu sizin diğer çekici insanları farketmenizi zorlaştırabiliyor. [1] [box] Kadın ile şair yan yana yürüyorlardı. Uzağa gidecekti şair ve gitmeden söylemeliydi hislerini. Binanın çıkış kapısına inen merdivenlerde durdular. Tuttu şair kadını sımsıkı, kadının gözleri yüzünde dolaşırken.
“Sizi seviyorum, anlıyor musunuz? Sizi seviyorum. Herhalde bu durum size gülünç geliyordur. Sizin anca dedeniz olabileceğim aklınızdan geçiyordur. Sizi yerinizde olsam ben de öyle düşünürdüm. Ama anlayın, yüreğim yanıyor, kan akışım hızlanıyor. Sizi öylesine seviyorum” dedi şair ve gözyaşı dökmeye başladı
Kadın ne diyeceğini bilemedi. Evliydi ve çocuğu vardı. Ama karşısındaki adamın gözyaşları…
“Herhalde bu durum size gülünç geliyordur. Sizin ancak dedeniz olabileceğim aklınızdan geçiyordur. Sizin yerinizde olsam ben de öyle düşünürdüm… Ama anlayın, yüreğim yanıyor, kan akışım hızlanıyor. Sizi öylesine seviyorum”
Kadın usulca fısıldadı: “Lütfen ağlamayın”…
Şair kadını alnından öptü ve “Elveda” dedi. [/box]
Aşk sadece sizi diğer çekici insanlara karşı körleştirmekle kalmıyor, sevdiğiniz kişinin olumsuz özelliklerini görmenizi de etkiliyor. University of College London tarafından 2004 yılında yapılan bir araştırmada 20 annenin beyinleri çocuklarının fotoğraflarına bakarken bilgisayarlı tomografi yöntemi ile tarandı. Görüntüler daha önce yapılmış benzer bir çalışmadaki aşık olan insanların sevdiklerinin fotoğrafına bakarken çekilmiş görüntüler ile aynı idi. Her iki grubun da beyinlerindeki “ödül merkezi”nde aktivite artmış görünüyordu. Ama daha da ilginci, beynin karşı taraf hakkında olumsuz yargılar vermemizi sağlayan bölümlerinde aktivite azalmış görünüyordu [2]. Yani, aşk hem karşımızdakini idealize etmemizi sağlıyor, hem de kendisindeki kusurları görmemizi engelliyor. Bir nevi sarhoşluk halidir bu hal
Şair:
sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim.
başım ağır
dizlerim parçalanmış
üstüm başım çamur içinde
yanıp-sönen ışığına düşe kalka giderim.
[box] Kadın: “Uzandım ve seni düşündüm. Seni saran hüznü, sözcüklerini düşündüm. Sende olmasını hayal ettiğim gibi olmayan şeyleri düşündüm. Peki, nasıl olmasını hayal etmiştim? Bunu kendim de bilmiyordum. Eskisi gibi; açık, içten, güzel ve telaşlardan korkak bakışlardan uzak olmandı hayalim.” [/box]Yukarıda anlatıldığı üzere karşımızdakini ulvi bir varlık ve bila kusur biri olarak görmek aşkın en önemli sonuçlarından biri. Bunun bilimsel karşılığı “idealize etmek” ve sadece aşık olunan kişiyi idealize etmek olarak değil, çiftlerin ilişkilerini de idealize etmesine rastlanıyor. Fowers ve Olson ilişki sırasında çiftlerin birbirini idealize etmesini şöyle tanımlıyor: “İlişkiyi gerçekçi olmayan olumlu terimlerle tanımlama eğilimi” (Fowers and Olson’dan aktaran Köse (2013) ) [3] Yapılan araştırmalar “idealize etme”’nin özellikle uzak mesafe ilişkisi yaşayan çiftler tarafından ilişkiyi ayakta tutmak için kullanıldığını gösteriyor. Bu araştırmaya göre birbirinden ayrı yaşayan çiftler birbirini idealize ediyorsa birbiri ile yakın mesafe ilişkisi yaşayan çiftlere göre ilişkilerinden daha memnun oldukları bulunmuş (Lee ve Pistole’den aktaran Köse (2014) ).
[box] Boşandı kadın. Birkaç gün utana sıkıla bayram etti şair. Ve sonra:
“Kendimden bile kıskanıyordun beni. Sessizliğimden, arkadaşlarımdan kıskanıyordun”
Şair: “ Gerçi, yanında gördüğüm tüm erkeklerden kıskanıyorum onu. Fakat herhangi bir adamı. İsterse çirkin, göbekli, ahmağın teki olsun, gözlerini “o”na dikmesi telaşa kapılmama neden oluyor. Onu yitirmek istemiyorum çünkü. Aşk her zaman, bendeki gibi akıllı olmaz. Çoğu kez aptal öyle aptaldır ki! ” [/box]
Peki çiftler neden birbirlerini ve ilişkiyi idealize etme gereği duyuyorlar? Bunun en önemli sebeplerinden biri romantik ilişkiyi ayakta tutma ve ilişkinin çatışmalı alanlarından kaçınma eğilimi. Bir çift ilişkisinde ortaya çıkan sorunlar, o sorunların ayrılığa yol açmaması için tamir etme eğilimi ve karşı taraftan gelecek “eleştiri”leri azaltmak için bireyler karşıdakini ve ilişkiyi idealize etme eğilimi gösteriyorlar [4] [box] Şair: “Allah kahretsin, ne harikulade şey seni sevmek! Aşkımsın benim, kızımsın, yoldaşım, küçük anamsın… Canım, bir tanem, seni sevmeden önce bu dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden, bu kadar iyi yürekliyse senin yüzünden… İşte böyle efendim.”[/box]
“Aşk bu n’etsen toparlayamazsın” adlı yazımda aşkın aşamalarını anlatmıştım. Karşılaşma, tutku, öpmek, koklamak ve cinsellik… Ancak romantik bir ilişkinin sürekliliği için sadece hormonlar ve cinsellik ile sağlanamıyor. Bir ilişkinin sürekli olabilmesi için çiftler arasındaki iletişimin de sağlıklı olması gerekiyor. Dr. John Gottman’a göre çiftler arasında iletişimi sekteye uğratıp ayrılığa giden yolu hazırlayan “Mahşer’in 4 atlısı” var. Bunlar: “Karşıdakini eleştirme”, “Küçük görme”, “Savunmaya çekilme” ve “Duvarörme / Suskun kalma”. Çiftler arasındaki iletişimde bunlar düzenli olarak görülmeye başlandığında ilişkinin çiftler için tatmin düzeyi gitgide azalıyor ve…
İşte, çiftlerin ilişkiyi düze çıkarmak için yapabileceklerinden biri de “idealize etme” . Purdue Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada uzak mesafe ilişkisi yaşayan çiftler arasında yukarıda bahsedilen ilişki kalıplarının ilişki üzerindeki olumsuz etkisini azaltmada idealize olumlu etkisi olduğu görülmüş. 105 kişi üzerinde yapılan ve hem ilişkideki idealize etme seviyelerinin hem de bahsettiğimiz negatif iletişim kalıplarının ilişkideki kullanım oranlarının ölçüldüğü araştırma idealize etmenin negatif iletişim kalıplarının ilişkideki yıkıcı etkilerini azalttığı görülmüş. İdealize etmek ilişkiyi tamir etmek için kullanılabilecek davranışlardan biri.Araştırmada bu durum şöyle özetleniyor: “Bir ilişkiyi tamir etme çabaları ve idealize etme arasında pozitif bir korelasyon var. İlişkilerini mükemmel olarak addeden çiftler aralarındaki anlaşmazlıklardan sonra tamir etme çabalarını daha fazla kullanıyorlar. Ayrıca idealize etmek “Mahşerin dört atlısı” ve ilişki memnuniyeti arasındaki bağlantıyı indirek de olsa zayıflatıyor” [5] [box]
Şair:
“Leipzig 1960
Sevgilim benim. Seni ne kadar sevdiğimi hayal dahi edemezsin. Güzelim, akıllım benim. Dün akşam sesin çok hüzünlüydü. Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Çok yoruldun, bense sana yardım edemiyorum. Mutluluğum benim, sana ömrüm boyunca söylemediğim en önemli şeyi söyleyeceğim: Seni seviyorum”
[/box]
ADINI MI UNUTTUN? ADI…
Annesine sarıldığı o anda bütün bir aşk gözünün önünden geçti Anyuta’nın. Annesi ile şair tanıştığında küçücük kızdı. Şair annesine körkütük aşık olmuştu. Annesi ne reddedebiliyordu şairi, ne elini uzatabiliyordu. Annesi evliydi ve aralarında 30 yaş vardı. Ama şair hiç bırakmadı annesinin peşini, her gün işyerine girdiğinde annesi, şair onu arıyordu. Akşam eve döndüğünde de çalan telefon şairdendi. Hangi ülkeye gitse şair ordan ona şiirler yazdı, onun güzelliğine övgüler düzdü. Şair onu her anlamda idealize ediyordu, her şey onun sayesinde idi:
“ her günüm mis kokan bir kavun dilimi senin sayende
bütün yemişler güneştenmişim gibi uzanıyor elime senin sayende
senin sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı
yüreğin çalışı senin sayende “
Şair öldükten sonra bile kadınını sevmeye devam etti. Ölümünden sonra evde bulunan notlardan birinde şair şöyle sesleniyordu: “Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu, bir gül bahçesinde dinlendim, senin sayende”
“unuttum”
Sarıldı kız annesine, okşadı saçlarını usulca. Bakarken çerçevedeki adama, fısıldadı annesinin kulağına usulca:
“Adını mı unuttun? Adı Nazım…”
Kadın bir anda rahatladı, artık hazırdı. Çıktı şair resim çerçevesinden, oturup yanına tuttu kadının elini ve gaybın sırrını fısıldadı kulağına:
Kör olmak ne iyi şeydir.
Kapalı gözleriniz
çevrili içinize,
kıyısında oturup bakarsınız
içinizde dalgalanan denize.
Kapalı gözleriniz çevrili içinize..
Kör olmak ne iyi şeydir.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
Ne kimseye kendi gözlerinden verirler
ne kimsenin gözlerinden alırlar.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
Kadın gülümsedi, bütün bir ömür sığdı o gülümsemeye… Vera Tulyokova Hikmet, Nazım’ın saman sarısı belası, 19 Mart 2001’de öldü. Son gülümsemesi Nazım’aydı
Aşık öldü diye sela verirler
Ölen hayvan olur aşıklar ölmez
Yunus Emre
Meraklısına notlar ve yazının gerçek yazarı:
Bir bahar ayının 18’i idi bu yazıyı yazdığımda. Yoldaydım, sarı çiçekler vardı yol boyu ve masmavi gök ve yaramaz çocuklar.Ömrümün en güzel yollarından biriydi, sonu denizdi. Vardım denize, sarkıttım ayaklarımı iskeleden. Gün ışığı su yüzeyinde çırpınırken seyrettim denizdeki balıkları. Çok güzel bir hikaye anlattı deniz. Hikayenin sonunda konuştu balıklardan biri: “Yolun sonu bu, biliyorsun değil mi?”
Dönerken kapkara idi gökyüzü, yolda ne çiçek vardı ne başka güzellikler. O yoldan miras kaldı içimde bu yazı, ne yapsam ne etsem yazıya dökemedim ama bir türlü.
Ama artık bu yazıyı yazmanın vakti gelmişti. Bana bu yazıyı yazma cesareti veren, “idealize etme” kavramını ve daha bir çok kavramı öğreten ve yazıda kaynak olarak kullandığım araştırmasını benimle paylaşan Özlem Köse bu yazının esas yazarıdır. Ben sadece Nazım ile Vera’yı anlattım ve kelimeleri dizdim. Kendisine çok teşekkür ederim, sayesindedir bu yazı
Kaynakça:
- 1. Can’t take my eyes off you: Attentional adhesion to mates and rivals. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/17723055
- 2. http://news.bbc.co.uk/2/hi/health/3804545.stm
- 3. Köse, Ö. 2014. Communication behaviors, idealization and relationship satisfaction in long distance dating relationships
- 4. Köse, Ö. 2014. A.g.e
- 5. Köse, Ö. 2014. Communication behaviors, idealization and relationship satisfaction in long distance dating relationships
Yorum Ekle