Türk yayıncılığı popüler bilim ve teknoloji dergileri için hiç bir zaman verimli bir toprak olamasa da, bu alanda tamamen kısır da değildir. Dönem dönem çeşitli dergiler yayınlanır ve belli bir başarıya ulaşırlar, ama fazla uzun yaşamazlar. Geniş bir yayın grubunun parçası bile olsalar, bilim dergileri ekonomik sıkıntılar başladığında ilk feda edilen yayın organı olurlar.

Bu dergilerden biri olan Bilim Dergisi, Gelişim Yayınları tarafından 1982-1985 arasında yayınlanmıştı ve bilimsel içeriğiyle iyi bir okuyucu kitlesi edinmişti. Ünlü Gelişim Yayınları nitelikli gazeteci ve yazarları çalıştıran, 1972-1989 döneminde birçok kaliteli dergi ve ansiklopedi yayınlamış bir kurumdu. Bilim Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini Hıncal Uluç, yönetmen yardımcılığını Mehmet Y. Yılmaz, yazı işleri müdürlüğünü Atilla Koryürek üstlenmişti. Akademisyen, gazeteci ve yazar Kurthan Fişek’in de dergide büyük emeği vardı [1]. Bugün sahaflarda bile zor bulunan, internette ise neredeyse hiç izi bulunmayan bu derginin sayfalarını beraberce çevirelim

Doğum sancıları

Bilim Dergisi’nin ilk sayısı Mart 1982’de yayınlandı. Kapak konusu insan vücudunun spordaki sınırlarını ve bu sınırların bilimsel yöntemlerle nasıl genişletildiğini işliyordu. Kapak resminde, tek kanallı TV döneminin sevilen dizilerinden biri olan Altın Kız yer alıyordu. Dizinin konusuyla tam örtüşen kapak konusu, yeni çıkan dergiyi sattırmaya yönelik çok akıllıca bir pazarlama hamlesiydi. İlk sayının ilk sayfaları, Asimov’un Bilim Nedir? yazısına ayrılmıştı.

Bilim Dergisi Mart 1982 kapağıMart 1982, Isaac Asimov, "Bilim nedir"

Her derginin ilk sayıları bir deneme-yanılma süreci içerir. Bilim Dergisi’nin ilk sayısı da, sonraki sayılara kıyasla daha fazla magazin, ve saf bilimsel olmaktan çok bilim sosuna bulanmış konular içeriyordu: Coca-Cola’nın Gizli Formülü, Rahim Kanserinden Korkmayın (röportaj), kışın koşuya çıkmak için ipuçları, Amerika Avrupa İçin Savaşır mı? (politika ve nükleer strateji), hatta Artık Kadınlar da Boşalıyor başlığıyla bir “seks-bilim dosyası”.

Buna rağmen Bilim Dergisi epeyce ilgi çekti. İkinci sayının başyazısında yayıncılar “aydın kesimin dergiyi hafif, yer yer ciddiyetsiz bulduğunu” kabul ettiler, ama “bilimin soğuk olmadığını, bilimin keyifli yüzünü göstermeye devam edeceklerini” ifade ettiler. İkinci ve üçüncü sayılarda bilimsellik dozu arttı ve dergi birkaç ay içinde popüler bilim okurlarının beklediği yapıya ulaştı. Derginin her sayısı fizik, uzay, kimya, biyoloji, evrim, tıp, matematik, psikoloji, nöroloji gibi konularda güncel, ilginç, keyifle okunan yazılar içeriyordu.

 

Derginin en farklı, ve okuyucuyu belki en çok yoran özelliği, yazıların bölünmesiydi. Derginin ilk 64 sayfası birinci hamur, kalan 32 sayfası üçüncü hamur (saman) kâğıda basılıyordu. Yazıların renkli resimler ve fotoğraflar içeren bir iki sayfalık kısmı birinci hamur kağıttaydı, geri kalan yazı ve siyah-beyaz çizimler üçüncü hamur kısma aktarılıyordu. Bu tercih muhtemelen o dönemdeki kâğıt sıkıntısından ve masrafları kısma ihtiyacından kaynaklanıyordu.

Bu düzen ancak Ekim 1984’de çıkan 42. sayıda değişti. Bu sayıda bütün dergi üçüncü hamur kâğıda basılmaya başlandı. Başyazıdan, kağıt fiyatlarının artışı yüzünden buna mecbur kaldıklarını öğreniyoruz. Ancak bu değişiklik derginin görselliğini çok bozmadı. Artık üçüncü hamura da renkli resimler basılabiliyordu, ve daha eski sayılardaki renk kayması sorunu ortadan kalkmıştı. Yazıları bölme gereği de kalmadığı için, dergi daha derli toplu, daha rahat okunur bir biçime geldi.

Sabit bölümler

Bilim Dergisi ilk sayılarından beri sabit köşeler yayınlıyordu. Örneğin kısa bilimsel araştırma ve teknoloji haberleri Dünya Dönüyor başlığı altında derlenmişti. Anekdotlar sayfasında fıkramsı kısa hikayeler yer alıyordu, ama bu anekdotlar nadiren bilimcilerle ilgiliydi. Bilim Tarihi sayfaları antik çağdan modern çağa kadar doğa bilimlerinin gelişimini konu ediyordu.

Düşündürücü ve zor problemlerle uğraşmayı sevenler Üstün Zekalılar İçin Oyunlar köşesindeki problemleri çözmeye çalışabilir, veya Matematik Eğlenceleri bölümündeki ilginç konulara kafa yorabilirlerdi. Bunlara komşu sayfalarda satranç, briç ve tavla problemleri yer alıyordu. Tavlanın zekâ oyunları arasında olduğu pek akla gelmez ama dergi daha ilk sayısından itibaren tavlanın “birinci sınıf bir hesap ve ustalık oyunu” olduğunu vurgulayarak, bilimsel tavla analizinin temellerini aktarıyordu.

Bilim Kurgu Öyküleri derginin ilk sayısından son sayısına kadar vazgeçilmeyen bölümlerindendi. Bu bölümde Arthur C. Clarke, Isaac Asimov, Ray Bradbury, Stanislaw Lem, Orhan Duru, Damon Knight, ve başka tanınmış yazarların hikâyeleri yer alıyordu. Yayıncıların Arthur C. Clarke’a özel bir düşkünlüğü olduğu anlaşılıyor; çoğu yazardan belki bir iki hikâye yayınlanmışken, Clarke hikayeleri çok daha fazla sayıdaydı. Özellikle Clarke’ın Tales from the White Hart adlı eğlenceli kitabından birçok öykü alınmıştı. Bildiğim kadarıyla bu öyküler Türkçe’de sadece Bilim Dergisi’nde yayınlandı.

Yazarsız yazılar

Dergideki yazılar ilginç ve kaliteliydi, ama çok garip bir şekilde yazıların çoğunun ne yazarları belirtilmişti, ne çevirmenleri, ne de kaynakları. Nadiren, çok tanınmış yazarların ismi verilmiş, Isaac Asimov, Lewis Thomas gibi. Ama başka hiç bir yazının kimin tarafından yazıldığı belli değil. Bazı yazıların çeviri olduğu açıkça belli olsa da, ne çevirenin adı var, ne de alındığı dergi veya kitabın. Dergiye emek verenlerin isimleri unutulmuş gitmiş.

Bilimkurgu öykülerinde böyle bir sorun yok, hepsinde yazar ismi var (ama yine kaynak belirtilmemiş).

Yazar adı bile verilmedikten sonra, yazının hazırlanmasında kullanılan kaynakların boşverilmesi şaşırtıcı değil tabii. Bunlar çok önemli ihmaller. O dönemdeki yayıncılığın ortak özelliğiydi demek doğru olmaz, çünkü meselâ TÜBİTAK Bilim Teknik dergisi bu konuda daha özenliydi.

Kaynak gösterilmemesinin bazı komik sonuçları da olmuş. Sözgelişi, Bilim Tarihi bölümündeki “İslamiyet, Avrupa’da Bilimin Temellerini Atıyor” (Ekim 1982) başlıklı yazının sonuna şöyle bir not düşülmüş: “İslamiyet’in Avrupa’ya etkisi bölümü İndiana Üniversitesinden iki Amerikalı profesörün araştırmalarından alınmıştır.” (o dönemdeki entelektüel atmosferde böyle bir yazının İslam propagandası olarak görülmesinden çekindikleri anlaşılıyor). Ama bu profesörlerin adları ne, hangi araştırmalarından alınmış, belli değil.

Okuyucu forumları

ABD’nin Arkansas eyaletinde 1981 yılında okullarda yaratılışçılık öğretilmesi talebiyle bir dava açıldı. Bu dava dergiye Nisan 1982’de çıkan ikinci sayısında yer alan “Bitmeyen Kavga: Yaratılış mı Türeyiş mi?” başlıklı bir yazıyla yansıdı. Haziran 1982’de çıkan dördüncü sayısının kapak konusu “Darwin Yargılanıyor” yazısı aynı davayı işliyordu. Aynı sayıda ünlü biyolog Stephen Jay Gould’un “Charles Darwin’in Anısına” başlıklı yazısı yer alıyordu. Bu yazılar da, dergideki evrim konulu bütün yazılar gibi, bilimsel görüşü savunan üsluptaydı.

Bu yayınların ardından birçok okuyucu mektubunun gelmesi yayıncıları bir okuyucu forumu düzenlemeye sevketti. Temmuz 1982 sayısında, okuyucular evrim ve yaratılış konusundaki fikirlerini yazmaya ve “demokratik koşullar altında” tartışmaya davet edildiler.

Gelen mektuplar Eylül 1982-Şubat 1983 arasında altı ay boyunca yayınlandı. Bilimsel delillere dayanan bir teoriyi “demokratik tartışmaya” açmanın garabeti elbette mektuplarda kendini gösteriyordu. Yaratılışçıların yorumları “Yaratıldık çünkü dinimiz öyle diyor”, “materyalist ve dinsiz, yıkıcı teori”, “niye hâlâ maymunlar var?”, “kanun değil teori”, “tesadüfle açıklanamaz” gibi mesnetsiz tekerlemeleri tekrarlayıp duruyordu. Evrim taraftarı mektuplar ise pek sofistike sayılmazdı, “bilime saygı duymak lâzım”dan öteye gidebilen pek azdı. Bir de “ne yaratıldık ne türedik” diyerek tatlı sularda dolaşmayı tercih edenler vardı. Yeterli bilgi birikimi olmadan yapılan her tartışma gibi bu forum da kısır ve verimsizdi, ilginç bir fikir barındırmıyordu.

İşte size Aralık 1982 sayısındaki forum sayfalarından bir seçki.

Tam bir yıl sonra dergi “Türkiye’de Bilim Yapılabilir mi?” başlığıyla yeni bir tartışma forumu başlattı. Şubat 1984 sayısının kapağı bu konuya ayrıldı. İlgili yazılarda devletin hazırladığı “Türk Bilim Politikası 1983-2003” başlıklı rapor konu ediliyor, ve raporda öngörülen gelişmenin başarılıp başarılamayacağı tartışılıyordu. Aynı sayıda Hilmi Yavuz’la yapılan uzun bir söyleşi yer alıyordu. Yavuz, bilimsel pratiğin nesnel şartları (meselâ entelektüel işbölümünün ve dar uzmanlaşmanın mevcut olması) ve üretim şartları (meselâ zengin kütüphane veya konferanslara katılma desteği) olduğunu, ve bunların Türkiye’de bulunmadığını savunuyordu.

Bu yeni foruma gelen okuyucu mektupları da altı ay boyunca yayınlandı. Konunun duygusal bir yük taşımaması sayesinde, bu forumdaki argümanların daha elle tutulur fikirlere dayandığı görülüyor. Dergi konuyu Eylül 1984 sayısında İTÜ öğretim üyesi Bahattin Baysal’la yapılan bir röportajla noktaladı. Baysal, Türkiye’de bilim yapmanın zor olduğunu teyid ediyor, teknoloji ile bilimin farklı şeyler olduğuna işaret ediyor, kaliteli ve evrensel bilimsel çalışmalar yapılması gerektiğini söylüyordu.

Safsatalar

Bilim Dergisi’nin arşivine bir bütün olarak baktığınızda “bunların bu dergide ne işi var” dedirten garip yazılar görürsünüz. Sözgelişi, derginin sabit bölümlerinden biri Bilimin Açıklayamadığı Olaylar başlığını taşıyordu. Bu başlık altına pek çok değişik konu doldurulmuştu, çoğunun da bilimle filan pek ilgisi yoktu, hatta düpedüz safsataydı. Nostradamus’un kehanetleri, 1855 İngiltere’sinden nakledilen “şeytanın nal izleri”, Filipinler’de insanların içine yerleşip organlarını yiyen hayaletimsi görünmez Berabalang’lar gibi.

“Ateşte Yürüyenler”de (Mart 1983) bir dini ritüel olarak kızgın kömürler üzerinde yürüme ayini uzun uzun anlatılıyor ve bilimin bir açıklama bulamadığı söyleniyor. Şu anda yeterli ve basit bir açıklamamız var: Kömür kızgın da olsa ısı iletkenliği fazla olmadığından, belli bir hızda yüründüğünde ayakları yakmamak mümkün. Hoşgörülü bir bakışla, bu bilgiye 1983’de sahip olmayabilirler diye düşünebiliriz, ama yayıncılarda paranormale yönelik bir heves olduğu belli oluyor.

Nitekim, “Ateşte Yürüyenler”le aynı sayıda “Bilim Adamları Ruhun Peşinde” başlıklı yazıda, maddeyi yöneten ama maddesel olmayan bir ruhun varlığını savunan Nobelli bilimci John Eccles’in metafizik görüşlerine yer verilmiş. Bu savı eleştiren bilimcilerin görüşleri de yazıda mevcut olsa da, başlık güçlü bir yanlış yönlendirme içeriyor.

Mayıs 1983 sayısı iki ayrı safsata yazısı içeriyor: Hastaları dokunarak “psişik güçle” iyi eden bir Rus kadını konu eden “Şifalı Eller”, ve Beethoven, Van Gogh, Shaw gibi meşhurların ruhlarıyla konuşan bir İngiliz medyumu anlatan “Ölümsüzler Gerçekten Ölümsüz mü?”

Başka bir kötü örnek de Ekim 1984’de yayınlanan “Artık Fizikçiler de Telepatiye İnanıyor” yazısı. Bu yazı telepati deneyleri yapan bazı fizikçileri anlatıyor ama, bu deneylerin özensiz yapıldığından ve yanlış sonuçlar verdiğinden bahsetmiyor. Telepatiyi açıklamak için de o zamanın moda konularından holografiye atıf yapıyorlar. Muğlak bir kuantum fiziği göndermesi de eksik değil elbette.

Ocak 1985’deki “Dahi mi Şarlatan mı?” yazısı da rengine tam karar verememişlerden. Yazı, Tevrat’ta geçen “mucize”lerin Dünya’nın diğer gezegenlere aşırı yaklaşmasından kaynaklandığını ileri süren Immanuel Velikovsky’yi inceliyor. Yazar her ne kadar Velikovsky’nin abartılı ve mesnetsiz iddialarının tamamen çürütülmüş olduğunu bize söylese de, Velikovsky’ye yine de sempatiyle bakıyor ve yazıyı “evet Venüs veya Mars değil belki, ama bir asteroid gelip çarpabilir ve Velikovsky haklı çıkabilir” gibi komik bir mantıkla bitiriyor.

Derginin son sayısında (Haziran 1985) “UFO’lar Ya Saçmalık Değilse” başlıklı bir yazı Avni Özgürel imzasını taşıyor. Özgürel her ne kadar tanınmış bir gazeteci de olsa, yazıda inandırıcı ve bilimsel bir argüman sunamamış. Aynı sayıdaki “Bilim Darwin’e Karşı!” başlığı da ilgi çekicilik uğruna okuyucuyu yanlış yönlendiriyor, çünkü yazı sadece evrimsel biyolojideki bazı yöntem tartışmalarından bahsediyordu. Bilimin Darwin’e karşı olduğu filan yoktu.

Bütün bunlara rağmen, Bilim Dergisi’nin safsatalarla dolu olduğunu söylemek haksızlık olur. Derginin muhtelif sayılarında pek çok şüpheci düşünce yazıları yer alıyor, UFO, telepati, ruhçuluk gibi safsatalar eleştiriliyordu.

Sözgelişi, “Bilim Adamları Ruhun Peşinde” yazısıyla aynı sayfada bir kutuda, Asimov’un “Bilimin Zırvaları” başlıklı kısa bir yazısı yer alıyor. Asimov, tarihte haklı bir ün kazanmış bilimcilerin ileri sürdüğü saçma fikirlere örnekler veriyor.

Keza, “Şarlatanlık mı, Bilim mi?”, (Eylül 1982), “Eski Uygarlıkları Uzaylılara Bağlamak Saçma” (Aydın Sayılı ile röportaj, Mart 1983), “Uçan Daire Olayı Bir Aldatmacadır” (Ethem Derman, Nisan 1985), “Hedefi Vuramayan Ok: Astroloji” (Mayıs 1985) ve daha birçok eleştirel düşünce yazısı dergide mevcut.

Aynı şekilde, bütün yazılarda evrimsel biyoloji bilimsel bir bakış açısıyla ele alınmıştı, okur mektupları dışında yaratılışçılığa yer verilmiyordu.

Tahminen, iyi gazeteci olan ama bilim alanında tecrübesi bulunmayan yayıncılar, “tarafsızlık” gayretiyle iki ayrı görüşü de vermeye çalışmışlar, ama safsataların bilimsel zaaflarını görememişler. Bu eksiklik, popüler bilim dergisi yayıncılarının profesyonel bilimcilerle beraber çalışmaları gerektiğini bir kez daha gösteriyor.

Kişisel bilgisayarlar

Bilim ve teknoloji meraklılarına hitap eden bir derginin bilgisayarlara kayıtsız kalması düşünülemezdi tabii. Temmuz 1983 sayısı “Bilgisayar Özel Sayısı” olarak hazırlanmıştı. Dergi 1984 ortalarından itibaren, gitgide artan sıklıkta, bilgisayarları gündelik hayatın içindeki kullanımları ile de işleyen yazılar yayınladı. Bu yazıların bazılarında bugün gündelik hayatımızın bir parçası olan e-posta, taşınır bilgisayarlar, veri merkezleri gibi teknolojilerin müjdesi veriliyordu.

Bilgisayar programlamayı öğrenmek isteyenlere yönelik olarak, bilgisayarın temel kavramlarını ve BASIC programlama dilini öğreten bir yazı dizisi yayınlandı. Aslında BASIC’in bir yığın farklı lehçesi olması yüzünden bu bilginin pratik faydası pek yoktu, ama meraklısına programlamanın nasıl birşey olduğunu göstermek gibi bir yararı olmuştu.

Kişisel bilgisayar devriminin yaşandığı 1980’lerin ortasında ilk mikrobilgisayarlar Türkiye piyasasına çıktı. Birçok kişi o dönemi Commodore, Amiga, Sinclair gibi en yaygın markalarla hatırlasa da, Bilim Dergisi’ndeki reklâmlar büyük bir marka çeşitliliği olduğunu gösteriyor.

Her güzel şeyin bir sonu vardır

1985’in Mayıs ayında yayıncı dergiyi birinci hamur kâğıda basmaya başladı, ve artan maliyeti telafi edebilmek için fiyatına %25’lik bir zam yaptı. Bu değişikliğin etkisi olmuş mudur bilinmez ama, Bilim Dergisi daha sonra fazla yaşamadı, 1985 ortasında yayın hayatına son verdi [2].

Dergi daha fazla dayanabilir miydi, bugünlere erişip bilim yayıncılığına damgasını silinmez şekilde vurabilir miydi, tahmin etmek zor. Dergiyi çıkaran Gelişim Yayınları 1989’da el değiştirdi, daha sonra da piyasadan silindi. Aynı yayıncının çıkardığı hiç bir dergi (Erkekçe, Kadınca, Gelişim Spor, ve daha niceleri) bugüne kalmadı. Muhtemelen bir popüler bilim dergisinin onlar kadar bile şansı olmazdı. Keşke daha uzun yaşasaydı ve yıllar boyunca bilim heveslisi kuşakların zevkle takip edeceği bir dergimiz daha olsaydı.

Ne yazık ki Türkçe popüler bilim dergileri uzun yaşayamıyorlar. Bunun çeşitli sebepleri var: Okuyucu kitlesinin darlığı, yayıncılardaki bilgi birikiminin yetersizliği, veya dergilerin fazla reklâm alamamaları yüzünden az kâr etmesine yayıncıların sabredememesi gibi.

Açık Bilim olarak Bilim Dergisi’ni saygıyla anıyoruz ve Türkiye’deki bilim haberciliğinin uzun ömürlü, yüksek tirajlı dergiler üreteceği günleri iple çekiyoruz.


Bütün resimler yazarın arşivindendir.

[1] Mehmet Y. Yılmaz, “Elveda Hocam, ne şahane bir adamdın!”, Hürriyet, 18 Eylül 2012 http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21492338.asp (erişim: 23.02.2014)

[2] Haziran 1985 (52. sayı) arşivimde bulunan son sayıdır. Dergiyi yayınlandığı dönemde düzenli takip etmedim, eski sayıları sonraki yıllarda sahaflardan topladım, o yüzden daha sonra çıkan sayılar da olabilir.

Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kaan Öztürk

İstanbul Lisesi ve Boğaziçi Fizik mezunu. ABD'de Rice Üniversitesi'nde doktora yaptı. Işık ve Yeditepe üniversitelerinde ders verdi.