Elimizde bir zaman makinası olsaydı da, 18. yy Avrupa’sından bir hekimi alıp zamanımıza getirseydik ve onu bir estetik merkezine götürseydik, bu zavallı hekim hayatının en büyük şoklarından birini yaşardı herhalde. Öyle ya, kendi zamanında en korkulan, dünyanın bilinen en öldürücü zehirlerinden birini, üstelik üzerine para vererek yüzümüze enjekte ettiriyoruz!
Evet, çoğumuzun Botox adıyla yakından tanıdığı bu kozmetik uygulama, aslında 10. yüzyıldan beri bilinen, binlerce kişinin ölümüne neden olmuş, ve 18. yüzyılda neden olan etmeni bulunan Closturidium botilinum adlı bir bakterinin salgıladığı toksin.
İnsanlığın yiyecekleri saklamayı öğrenmesi, zor koşularda hayatta kalmasını sağladığı kadar, onun bu öldürücü bakteriyle tanışmasına da neden olmuş. Tarihe baktığımıza çeşitli besinlerin yenmesini yasaklayan uygulamalar da bunun kısmi bir göstergesi. Örneğin, 10. yüzyılda, Bizans imparatoru VI. Leo, bazı kimselerin, kandan imal edilen bir sosisi yedikten sonra ölmeleri nedeniyle bu sosislerin imal edilmesini ve tüketmesini yasaklamış. Orta Çağ’a ait pekçok tarihi belgede, sıklıkla sosis veya benzeri kurutulmuş et ürünlerini yedikten sonra ortaya çıkan ve irileşmiş gözbebekleri ve tüm vücudu kapsayan genel felç haline neden olan gıda zehirlenmelerinden bahsediliyor. Aynı dönemlerde, Ruslar da benzer semptomlara neden olan ve kurutulmuş balıktan geçen bir besin zehirlenmesi tarif etmişler.
18. yüzyılın sonlarında, Güney Almanya’da salgın halinde görülen sosis zehirlenmeleri, tanınmış bir şair ve aynı zamanda bu bölgenin sağlık bakanı olan Justius Kerner’in dikkatini çekmiş ve bu bölgede görülen zehirlenme vakalarını detaylı bir şekilde belgelemiş. Kerner, öldürücü seyreden bu hastalığa, sıklıkla sosis tüketimi ardından ortaya çıktığı için Latince’de sosis anlamına gelen botulus kelimesinden yola çıkarak ‘’Botulizm” adını vermiş. Kerner’den sekiz yıl sonra, 1895’te Belçika’da bir cenaze yemeğinde görevli 34 müzisyene ikram edilen tütsülenmiş jambon, bu müzisyenlerin 13 tanesinin ciddi çekilde felç olmasına, üçünün de ölmesine neden olunca, Ghent Üniversitesi’nde Bakterioyoloji profesörü olan Dr. Emile Pierre van Ermengem bu zehirlenmeleri derinlemesine araştırmış. Sonunda, zehirlenmeye neden olan jambondan ve ölenlerden birinin dalağından bir bakteri izole etmiş. Bu bakteriyi, sağlıklı hayvanlara enjekte ettiğinde, bu hayvanların botulizm benzeri belirtiler gösterdiklerini fark edince, yıllarca sayısız insanın ölümüne neden olan suçluyu da bulmuş: Clostridium botulium.
Botulismus
Botulismus hastalığı, Clostridium grubu bakterilerin kendilerinin değil, salgıladıkları bir protein olan botulinum’un neden olduğu bir hastalık. Botulinum, bugün bildiğimiz en zehirli maddelerden biri: 1 gramın milyonda biri insanın ölümüne neden oluyor. Yaklaşık yarım litre (0,43 Lt) botulismus zehiri ile dünya yüzünde yaşayan tüm insanları öldürmek mümkün!
Bu maddenin nasıl olup da böylesine etkin olabildiğini iyi anlamak için önce kaslarımız nasıl kasılıyor, ona bakalım.
Kaslarımız, beynimize karmaşık bir sinir ağı yardımıyla bağlanır. Bu sinirler, beynimizden gelen sinyalleri elektriksel ve kimyasal olarak kaslarımıza iletirler. Gelen elektriksel sinyal, iki sinir hücresinin birleşim noktasında kimyasal molekülleri salgılanmasını sağlarlar. Bu moleküllere ‘nörotransmitter’/ sinir iletici moleküller adı verilir.
Kasların kasılması sırasında kullanılan nörotransmitter molekülün adı Asetilkolin’dir. Asetilkolin molekülleri, sinir uzantısının ucunda, bir baloncuk içinde hazır tutulurlar. Kasılmanın sağlanması için, asetilkolin moleküllerinin kas lifinin içine girmesi gerekir. Bunun için, beyinden kas kasılmasını başlatacak bir sinyal aldığında, baloncuktan salınan asetilkolin molekülleri sinir-kas arasındaki boşluğa salınmalı ve oradan da kas lifinin içine girmelidir.
Asetilkolin salgılanması için, ilk aşama sinir ucunda hazır bekleyen asetilkolin dolu baloncukların, sinir hücresi zarına ağızlaşması ve içlerindeki asetilkolini hücreler arası boşluğa dökmesi gereklidir. Bu süreç SNARE kompleksi denen bir grup protein tarafından kontrol edilir. SNARE kompleksi, Sintaksin, Sinaptobrevin ve SNAP-25 isimli üç farklı proteinden oluşur. Bu üç protein birbirlerine, baloncuk duvarına ve hücre zarına bağlanarak baloncuğun hücre içinde hareket etmesini ve hücre zarı ile ağızlaşmasını sağlarlar. Böylelikle, asetilkolin hücreler arası boşluğa dökülür, kas liflerinden asetilkolin reseptörleri tarafından yakalanır ve kasılma başlar.
C. botulinum, dokuz değişik toksin salgılar ( A,B,C1,C2,D,E,F,G ve yakın zamanda bulunan H). Bu toksinler, birbirlerinden ufak farklılıklar göstermekle birlikte, sinir hücresinden asetilkolin salınımı durdururlar ve sinirlerden kas kasılması sinyali gelmesine rağmen, kasılmayı engellerler. Örneğin günümüzde botox uygulamalarında en sık kullanılan Botulismus A toksini, SNAP-25 protenini parçalayarak, içi asetilkolin dolu olan baloncukların hareketini durdurur ve kasta felce neden olur.
Botulismus toksini üreten Clostrudium bakterileri toz ve toprak içinde yaşarlar. Kırsal alanlarda, toprakta ve göl ve ırmak havzalarında sıklıkla bulunurlar. Buralarda yaşayan hayvanların yedikleri besinlere karışarak bu hayvanların sindirim sistemlerine geçebilirler, ve dışkıları ile tekrar toprağa atılırlar. Ayrıca, benzer şekilde arıların sindirim sistemine de geçebilir ve buradan bal içine karışabilirler. Clostridium bakterileri, bu şekilde pazardan alınan besinlerle, satın aldığımız halis bal içinde veya ayağımızın tozuyla evlerimize girebilir. Evlerimizde yerde, halı altlarında, hatta mutfak tezgahlarında Clostridium bakterileri bulunur.
Ancak, bakteriler bu halde çok tehlikeli sayılmazlar, zira bakteriler aktif formundayken botulismus toksini salgılamaz. Ancak ortam koşulları bozulunca strese giren bakteriler spor haline geçerler. Oksijenden fakir, ılık ve nemli ortamda sporlar çoğalmaya başlayar ve öldürücü botulism zehiri salgılamaya başlarlar. Doğada, çürüyen bitki ve organik maddelerin arasında, arı kovanlarında bakteriler üreyebilir ve spor oluşturabilir. Günlük hayatta, konservecilik ve benzer gıda saklama yöntemleri de clostrudiumlar için bulunmaz fırsattır: hem karanlık, hem havasız hem de besinden zengin kapalı ortamlar!
Botulism hastalığı, kendini üç şekilde gösterebilir: sporların yutulması ve sindirim sistemi içinde aktifleşerek toksin oluşturması sonucu oluşan bağırsak botulizmi, sporların ürettiği toksini içeren besinleri yeme sonucunda olan besin botulizmi, ve açık yaralardan giren bakteriler nedeniyle oluşan yara botulizmi.
Bağırsak botulizmi, yetişkinlerde oldukça nadirdir, zira doğal bakteri floramız bu bakteriden kısmen de olsa korur. Ancak bağırsak florası yeterince gelimemiş bebekler bu botulizm açısından oldukça şanssızdır. Yerde emekleyerek bakteriden zengin cisimlerin ağza alınması, veya Clostridium içeren bal gibi besinlerin yenmesi sonucunda bebeklerde botilizm görülebilir. Bu nedenle bebeklere, bir yaşından küçükken bal yedirilmemesi gerekir.
Yemek botulizminin en sık sebebi ise konserve ve diğer besin saklama yöntemleridir. Tuz ve ekşisi az lakerda ve benzeri balık ürünleri, sıcak ortamda saklanan tütsü balık ve et ürünleri, iyi kaynatılmamış konserve gibi besinler botulizm riski taşırlar. Halk arasında sıklıkla “konserve zehirlenmesi” olarak bildiğimiz durum budur. Besinleri soğukta saklamak, oksijenden zengin ortam, yüksek tuz oranı ve düşük pH ( asitli ortam) clostridium bakterisinin büyümesini yavaşlatır, hatta durdurur. Toksin, ısıya oldukça dayanıksızdır, pişme sırasında moleküler yapısı bozulduğundan etkisiz hale gelir. Ancak sporlar ısıya oldukça dayanıklıdır, uzun süre kaynama noktasındaki sıcaklığa rağmen hayatta kalabilirler.
Botulizm, toksinin vücuda girmesini takiben 12-36 saat içinde, ilk belirtilerini yüz kaslarında gösterir. Çift görme, göz kapağında düşüklük, mimik azlığı ve konuşma zorluğu ilk belirtilerdendir. Daha sonra kas zayıflığı kollara ve zamanla da ayaklara yayılır. Ağır botulizm vakaları, solunum kaslarını da felce uğratarak, tedavi edilmediği takdirde koma ve ölüme neden olur.
İstemli kaslar dışında, otonom sinir sistemi tarafından yönetilen düz kaslarımız da botulizme tutulabilir. Tükürük salgısının azalmasına bağlı ağız kuruluğu, bağırsak kaslarının felcine bağlı kabızlık gibi belirtiler görülebilir. Bazı toksin alt grupları kusma ve bulantı da yapabilir. Tüm bu belirtiler ortaya çıkarken hastanın bilinci açıktır. Bebek botulizminde ise, ilk belirti genelde kabızlıktır ancak sıklıkla atlanır. Ardından bebekte uykuya meyil, kas güçsüzlüğü, emmeme ve farklı bir ses tonuyla ağlama başlar, bunu genel vücut felci izler.
Botulizm, belki de ilerlemiş modern tıp sayesinde eskiden son derece korkutucu ve ölümcül iken artık tedavi edilen hastalıkların başında geliyor. Botulizm hastaları gözlem altında tutulurlar. Özellikle solunum kasları tutulumu, eskiden kesin bir ölüm sebebi iken, bugün yardımcı solunum cihazları sayesinde ölüm fermanı olmaktan çıkmış durumda. Botulism hastalarının çoğunda, belirtiler birkaç ay içinde hafifleyerek zamanla ortadan kaybolur. Kimi hastalarda, birkaç yıl boyunca nefes almada zorluk ve kas güçsüzlüğü devam edebilir.
Ev yapımı domates salçası güzel ama…..
Pek çoğumuz anımsarız, ilkokul yıllarımızdaki kış ünitelerinde kış hazırlığı olarak evde turşu ve konserve yapımı anlatılırdı. Bu derslerden anımsadığım ve kulağıma küpe olan bir öneri var: Ezilmiş, yamulmuş, bombe yapmış konserveleri satın almayın!
Bu gerçekten de botulizm’den korunmak için oldukça yerinde bir öneri. Zira konserve, botulismus yapan bakterilerin spor oluşturması için ideal bir ortam. Ufacık yerinden delinen konserve içine bakteri girmesi halinde havasız, ılık ve karanlık ortamda ideal koşullarına ulaşan bakteriler burada bol bol toksin üretmeye koyulabiliyorlar.
Ancak, ezik konserve dışında çok dikkat edilmesi gereken bir başka şey de ev konserveciliği. Son yıllarda, evde yapılan hobisel tarım, evde konserve yapımı oranlarını da artırmış durumda. Ancak bu artış, ne yazık ki dikkat edilmediğinde artan botulizm ihtimalini de beraberinde getiriyor. Bahçemizin ürünlerini daha uzun süre keyifle tüketmek veya arkadaşlarımızla tüketmek için aldığımız mahsülü mümkün olduğunca korumaya çalışıyor, salçadan turşuya, reçelden kurutulmuş meyveye dek çeşit çeşit yöntem deniyoruz.
Benim de son zamanlarda sardığım bir uğraş olan ev konserveciliği, botulzim açısından en riskli şeylerden biri. O nedenle evde konserve yaparken kurallara mutlaka uymak ve fazla maceraya atılmamak lazım. Meraklısına notlar kısmında daha detaylı bilgi bulabileceğiniz ev konserve yapımında dikkat edilmesi gereken belki de en önemli iki husus şu: Konserve yaparken mutlaka yüksek sıcaklıkta kaynatın ve mutlaka içinde asit ( limon, sirke) olan şeylerden konserve yapın. Zira ısı ve asidite, Clostrudium’un en sevmediği iki ortam. Asitliği düşük olan meyve ve sebzeleri de konserve yapmayın. Özellikle mısır, fasülye, taze bakla, et ve tavuk gibi besinler alkali oldukları için Clostriduim üremesi için ideal ortamlar oluşturuyorlar.
Özellikle küçük bebekleri olanların alması gereken önlem ise çok net: Kesinlikle, bir yaşından küçük bebeklerle bal yedirmeyin. İlaveten bebekleri çok topraklı, tozlu alanlarda emeklemesine de izin vermeyin.
Gönüllü botulizm!
Botulizm toksini, ilk defa 1928 yılında saf olarak izole edilmesinin ardından pekçok bilim insanı bu maddenin muhtelif hastalıkların tedavisinde kullanılabileceğini düşünmüş. Bu kişilerin başında, Dr. Alan Scott geliyor. San Francisco’da yaşayan Dr. Scott, 1973 yılında toksini izole ettikten sonra, bu maddenin şaşılık ve göz kapak spazmlarında tedavi amaçlı kullanılabileceğini düşünmüş. 1993 yılında Dr. Pasricha ve ekibi, yemek borusunun ağrılı spazmı ile seyreden Akalazya hastalığında da benzer bir tedavi olabileceğini göstermiş. 1994 yılında, aşırı terlemesi olan kişilere botulizm toksini enjekte edildiğinde şikayetlerinin gerilediği gösterilmiş.
Bugün, botulizm toksini migrenden, ağrılı boyun spazmlarına, şaşılıktan el ve koltuk altı terlemelerine, hatta mesane spazmalarına dek tıpta pekçok alanda kullanılıyor.
Ancak, bu tıbbi kullanım alanlarının yanısıra, bu öldürücü toksinin en yaygın kullanıldığı yer muhtemelen kozmetik tedaviler: Yüz felci yaratan ve mimikleri donduran botox, yaklaşık son 25 yıldır artan bir sıklıkta kırışık tedavisinde ve yüz asimetrilerinin giderilmesinde ilk başvurulan yöntem.
90’lı yıllarda farklı yerlerdeki pekçok doktor, yüz felci ve diğer kas spazmlarında kullanılan bu maddenin, pekala mimik kaslarına bağlı ortaya çıkan kırışıkların tedavisinde de kullanılabileceğini fark etmişler. Artan uygulamalar sonucunda, bu tedavi yöntemini incelemeye alan FDA, benzer sonuçlara varmak için yapılan yüz gerdirme ameliyatları ve benzer diğer kozmetik girişimlere göre çok daha düşük riskli bir uygulama olan bu yöntemi onaylamış.
Kısaca “botox yaptırmak” olarak bildiğimiz bu yöntemde, mimik kaslarına oldukça düşük dozda botulizm zehiri enjekte ediliyor. Kısmi felç olan mimik kasının hareketleri azalıyor ya da ortadan kayboluyor. Sonuç olarak, kaş çatmaya bağlı alın kırışıklıkları, göz kısmaya bağlı kaz ayakları ortadan bir süreliğine kayboluyorlar. Botox enjeksiyonunun ise başlıca dezavantajı, uygulamanın geçici olması. Kas felci, enjeksiyonu takiben 3-6 ay sürüyor, bu sürenin sonunda kaslar yavaş yavaş eski hallerini alıyorlar. Bir diğer dezavantaj ise, mimik kaslarını kısıtlaması sonucunda “maske yüz” denen donmuş bir yüz ifadesine neden olabilmesi. Özellikle yüksek doz botulizm toksini ile yapılan tedavilerden sonra görülen bu durum, tedavi gören kişinin biraz donuk ve tepkisiz algılanmasına neden olabiliyor. Son yıllarda, lokal enjekte edilen botulizm toksinin sistemik dolaşıma geçerek genel zayıflık ve felç ortaya çıkarabilme ihtimali üzerine yayınlar da var. Ancak şimdiye dek ortaya çıkan vakaların tamamı, kozmetik amaçlı uygulamalar haricinde, tedavi amaçlı yüksek doz botox uygulamaları sonucunda görülmüş.
Bugün, başta Botox ve Dysport gibi markalar olmak üzere, botulizm zehiri içeren kozmetik enjeksiyon pazarı inanılmaz bir hızla büyüyor. Yapılan analiz ve öngörüler, pazar büyüklüğün 2018 yılında 4 milyar doları bulacağı yönünde.
Botulizm, bir zamanlar en korkutucu ölüm şekillerinden biri iken, bugün kullanıldığı medikal ve kozmetik alanlarda pekçok insanın umut ve motivasyon kaynağı olmuş durumda. İnsanoğlu, kendisine en çok zarar verebilecek, en zehirli maddelerle korkusuzca oynayarak, bilim ve teknoloji sayesinde ehlileştirip kendi emrine sunmayı beceriyor. Botulizm toksininin, ortaçağda kurutulmuş sosisler içinde başlayan macerası, böylelikle Beverly Hills’de yaşayan bir film yıldızının alnındaki kırışıkların derinliklerinde son buluyor…
Meraklısına notlar:
- Ev konservesi yapımındaki risk nedeniyle, yukarı da da belirttiğim gibi son derece dikkatli ve sistematik olmak gerekli. Başlıca dikkat edilmesi gerekenler şunlar:
-
Kulaktan duyma yöntemlerle, veya kendi kafanıza göre uydurduğunuz tariflere göre konserve, turşu ve reçel yapmayın.
- Evde, baklagil, mısır ve et içeren konserve yapmaktan kaçının, ya da yapıyorsanız profesyonel basınçlı bir konserve tenceresi kullanın.
- Ev konservesi yapımında kavanozladığınız konserveleri mutlaka sıcak su banyosunda tuttuktan sonra serin bir yerde saklayın.
- Pekçok meyve ve bazı sebzeler asit miktarları yüksek olduğu için güvenli bir şekilde konservelenebilir. Ancak bunlarda bile, mutlaka elinizdeki tarife bire bir uyun.
- Turşu yapımı, evde uygulanabilecek en güvenli konserve yöntemlerinden biri. İçindeki asit miktarının yüksekliği nedeniyle, clostridium üreme ihtimali oldukça düşük. Bu nedenle, içinde yeterli sirke ve limon varsa ilave kaynatma gereksinimi olmayabilir.
- İçinde çiğ sarımsak ve soğan bulunan konserveler bu bitkiler toprağa gömülü yetiştiğinden clostridium açısından riskli olabilir, içine çiğ sarımsak koyduğunuz kavanozları da içlerini doldurup kapaklarını sıkıca kapadıktan sonra mutlaka sıcak suda kaynatın.
- Sarımsak, soğan gibi maddeleri, izerilerine yağ dökerek saklamayın. Toprak altında yetişen sebzeler, yukarıda belirttiğim gibi riskli. Yağ, ise clostridiumun en sevdiği oksijensiz ireme ortamı oluşturmak için birebir.
- Ağzı aralık kalmış, bombe yapmış, rengi bozulmuş konserveleri kesinlikle tüketmeyin.
- Şüphelendiğiniz takdirde, o konserveyi atın. Hiçbir şey, sağlığınızdan daha önemli olamaz.
- Konserve tarifleri ve daha detaylı bilgi isteyenler ekteki CDC tarafından hazırlanmış ‘Güvenli Konserve Yapma Yöntemi’ kitapçığından yararlanabilirler. ( ingilizce)
-
- Kozmetik Botox enjeksiyonlarının oldukça güvenli olduğunu söyleyebiliyor olsak da, nadiren de olsa rastlanan yan etki ve komplikasyonlardan bahsetmekte fayda var:
- Ehil olmayan kişilerce yapılan enjeksiyonlar yüz simetrisini bozabilir, düşük kaş ve göz gibi geçici de olsa istenmeyen durumlara neden olabilir. Bu nedenle Botox yaptırmayı düşünüyorsanız mutlaka iyi bir yere gidin ve bu konuda eğitim almış bir doktora yaptırın.
- Sık yan etkilerden biri, kaşların üzerine yapılan yüksek doz nedeniyle olan kaşların çok keskin ve açılı bir şekile gelmesi sonucu oluşan “Mefisto Look“, yani “Şeytan Yüzü’” Bu durumu engellemek için yapılacak en mantıklı şey bir öncekinin aynısı: konusuna hakim, bu işin profesyonel eğitimini görmüş birine gitmek. Ayrıca, gittiğiniz yerde, hiç çekinmeden doktorun önceki bazı vakalarının resmini görmeyi istemek de iyi bir yöntem.
- Ne yaparsanız yapın, Botox sonrası yüz mimiklerinizde donukluk olacaktır. Bu sevincinizi ve üzüntünüzü bir süreliğine tam anlamıyla yüzünüze yansıtamayacaksınız demek. Mimik donukluğunun, empati yeteneğimizi azalttığına ilişkin bazı çalışmalar mevcut.
- Çok nadir de olsa, son yıllarda lokal uygulanan Botox enjeksiyonları sonrası botulizm zehirinin sistemik yayılım sonucu tüm vücudu felç ettiği ve uzun süren ciddi sağlık durumlarına hatta solunum yetmezliği ile ölüme neden olduğu vakalar mevcut. Her ne kadar şimdilik rapor edilen tüm vakalar, kozmetik uygulama haricinde, tıbbi tedavi yapılan ve daha yüksek doz botox alan hastalara ait olsa da, botox yaptırırken göz önünde tutulması gereken önemli bir risk.
Kaynaklar
- DasGupta, BibhutiR. (1993). Botulinum and Tetanus Neurotoxins,ISBN:978-1-4757-9544-8
- The History of Botulism. The New York Times.
- Botox Injections. The Mayo Clinic.
- Nigam, P. K. (2010). Botulinum toksin. Indian Journal of Dermatology.
- The Dystonia Society web page. Botulinum toxin, detailed.
Yıllar önce botoks kozmetik alanında kullanılmadan önce spastik bir tanıdığımda kullanıldı ve çok iyi gelmişti. Hareketlerindeki sarsaklık bir kaç ay için bile olsa çok düzelmişti.
Linke tıklayıp okumadım ama mimik donukluğunun, empati yeteneğimizi azalttığına ilişkin o “bazı çalışmalar”ın saçma bir inanıştan yola çıktığını düşünmek için nedenlerim var… :)
Aslında pek saçma bir inanış diyemeyiz. Yapılan inceleme ayna nöronların empati duygumuzu geliştirmesi üzerine yapılmış bir çalışma.Beynimizde “ayna nöron” denen nöronlar var ve bunlar karşımızdakilerin yüz mimiklerini gördüğümüzde beynimizde gözlemlediğimiz duyguyla ilintili yerlerin aktive olmasını sağlıyorlar. Elbette yüzdeki mimik azlığının empati özelliğini kesin azalttığını söyleyebilecek kadar net bilgiye sahip değiliz ama, fizyolojik anlamda gayet olası bir iddia.
İlgili paper şurada: http://spp.sagepub.com/content/early/2011/04/21/1948550611406138.abstract