Şahinleşmek, Türk dil kurumuna göre “herhangi bir düşünce konusunda keskinleşmek, sertleşmek, katı bir duruş sergilemek” anlamına geliyor. Buna alternatif, çeşitli derecelerde şahinleşmeyi ifade eden daha pek çok cümle kullanırız: İnatlaşmak, diretmek, “nuh demek peygamber dememek” gibi…

İnsanların pek çok konuda görüşleri vardır. Siyaset, din gibi toplumsal kurumlar, evlilik, boşanma gibi toplumsal olgular, hemen hepimizin hakkında görüş sahibi olduğu konulardır. Elbette herkesin görüş sahibi olduğu bu popüler konularda “neyin iyi olduğu” sorusuna yanıt olarak farklı yanıtlar verilir. İnsanların bu yanıtlarından oluşan dünyaları onların “hayat görüşünü” oluşturur. Peki hayat görüşlerimiz gerçekten de hepimizin düşünerek oluşturduğu rasyonel, yani akla uygun ve mantıklı çıkarımlardan mı oluşmaktadır? Bazen hayır, bazen evet.

Esasında herhangi bir konuda tamamen bağımsız ve rasyonel bir görüş üretmek o kadar da kolay değildir. Hayat görüşümüzü pek çok dış etken belirler. Bu etkenler çok çeşitlidirler ama bu yazıda yetiştirilme tarzı, ailemiz vb. klasik etkenlerden ziyade, bu klasik etkenlerin yarattığı sosyal ve psikolojik süreçlere değineceğiz.

İdeolojiler ve Bilişsel Tutarlılık

Öncelikle doğruluğuna inandığımız ideolojilerin hayat görüşümüzü şekillendirdiğini belirtmekte fayda var. Buna “zaten hayat görüşümüz nedeniyle o ideolojiyi tercih etmiyor muyuz?” şeklinde itiraz edebilirsiniz fakat bu söylediğinizi insanların pek azı gerçekleştirebilir; “bilişsel tutarlılık” teorisi, düşüncelerimizin davranışlarımızla, davranışlarımızın da birbiriyle ve ilişkili olan diğer düşüncelerle tutarlı olması gerektiğini, insanın huzurlu hissetmesinin ve özsaygısını korumasının ancak böyle mümkün olduğunu söyler. Zaten ideolojinin tanımı da “hayatın her alanını aynı bakış açısı örüntüsüyle ele alma”dır.

Ne var ki ideolojik düşünmeyi ortaya çıkaran “bilişsel tutarlılık” ilkesi aynı zamanda ideolojilerden sapmaları da kendimize açıklayabilmemizi sağlar. Normalde bir yandan ifade özgürlüğünü savunurken diğer yandan kitapların yakılmasını savunamazsınız; fakat eğer bazı kitaplar yakılıyor ve buna çeşitli nedenlerle ses çıkarmıyor / çıkaramıyorsanız bu defa bilişsel tutarlılık gereği, “bazı kitapların yakılması gerektiği”, “zaten o kitapların çok tehlikeli olduğunu” düşünmek, kendinize bu minvalde açıklamalar üretmek zorundasınızdır. Elbette birileri böyle bir durumda size tutarsız olduğunuzu iddia edecektir; ve evet: Özsaygınız gereği bunu kabul etmeniz o kadar kolay değildir. O halde “tutarlı bir insan olduğunuzu” hem başkalarına –hem de bilinçsizce kendinize- kabul ettirmek için, bazı kitapların yakılması gerektiği görüşünüzde şahinleşmek durumunda kalabilirsiniz.

Bilişsel tutarlılığa verilecek en güzel örnek, sigara tiryakilerinin sigara hakkındaki görüşleridir. Sigara içme davranışı, “sigaranın çok zararlı olduğu” fikri ile tutarsızlık gösterir. Bireyin tutarlı olarak huzura erişmesinin iki yolu vardır: Ya sigarayı bırakarak davranışını değiştirecektir, ya da fikrini “sigaranın aslında o kadar zararlı olmadığı” yönünde değiştirecektir. Çevremizde sıkça şahit olduğumuz ya da kendimizden bildiğimiz bu davranışın bir benzeri çeşitli deneylerle gösterilmiştir. Bu deneylerden birinde kahve içmenin neden olabileceği hastalıklarla ilgili bir seminer verilmiş ve çıkışta katılımcılara dinledikleri semineri değerlendirebilecekleri bir form verilmiştir. Yapılan istatistiki analizler göstermiştir ki kahve tüketicileri seminerde anlatılanları kahve tüketmeyenlere göre daha abartılı bulmuştur.

Sosyal Uyum

Hayat görüşümüzü etkileyen etmenlerden birisi de nasıl bir çevrede yaşadığımız, kimlerle arkadaşlık ettiğimizle alakalıdır ve aslında sahip olduğumuz görüşlerin gerçekten de bizim mi, yoksa içinde yaşadığımız toplumun görüşleri mi olduğunu ayırt etmek çok güçtür. Çoğu zaman doğruluğundan emin olduğumuz şeylerden bile, çevremizdekilerin tamamının bizden farklı düşünmesi nedeniyle şüpheye düşebiliriz. Daha evvel kaleme aldığımız “Algıdır Yanılır, Dildir Yalan Söyler” adlı yazıda, Sosyal Uyum adını verdiğimiz bu olguyu ortaya koyan Asch Deneyleri’nden uzun uzun bahsetmiştik.

Sosyal uyumdan bahsetmişken grup düşüncesinden bahsetmemek olmaz: Önce Irvin Janis, sonra da George Orwell, bağları kuvvetli olan gruplardaki aşırılaşma eğilimini “grup düşüncesi” (groupthink) terimiyle adlandırmıştır. Janis’e göre böyle gruplar aşırı iyimserliğe eşlik eden bir yanılmazlık illüzyonu geliştirirler. Kendilerini rahatsız edecek olan bazı gerçekleri görmezden gelirler, kendi ahlaki yargılarının doğruluğundan emin olduklarından amaçlarına uygun düşen ahlaksızlıkları mübah görürler, rakip ya da düşman gruplar için kalıplaşmış önyargılara sahip olup onları zayıf ya da şeytanî olarak nitelerler. Farklı düşünenleri sustururlar ve üyeler de kendi kuşkularını gruba uymak adına bastırırlar. Böylece grupta gerçekte bir görüşbirliği varmışçasına bir illüzyon ortaya çıkarken, grubun görüşlerine uymayan bilgiler grup üyelerinden özenle saklanır.

Eğer bu grupta “gözüne girilmesi” gereken bir lider de varsa, o zaman grup üyeleri liderin hoşuna gidecek biçimde şahinleşme eğilimine girerler; daha aşırı, daha çılgın fikirler üretildikçe grubun ortalaması giderek aşırıya kayar. Herkes birbirine uyduğu için kimse aşırıya gitmenin farkına varmayabilir. Grup gittikçe radikal bir biçimde şahinleşmiş ve otokratik hale gelmiş olabilir. Bu etkiyi de ortaya koyan pek çok deney olduğu gibi, otokratik liderlik altında bulunan kurumlarda birden fazla kişiden oluşmuş komisyonların verdiği saçma ve mantıksız kararlar “grup düşüncesi” için iyi bir örnektir. Ayrıca birden zıvanadan çıkan ve rakip takım forması giyen kim varsa onları dövmeye başlayan bir taraftar grubu davranışı da grup düşüncesinin “eyleme” dönüşmüş hali olarak nitelendirilebilir.

Taahhüt ve Bumerang Etkisi

Hayat görüşümüzü etkileyen ve bu görüşümüzde şahinleşmemize neden olan bir etki daha vardır ki, aslında yazımızın konusunu oluşturan asıl etki de budur: Toplum içerisinde taahhütte bulunmak.

Toplum içerisinde taahhütte bulunmanın şahinleştirme etkisi iki paragraf önce ele aldığımız bilişsel tutarlılıktaki gibi “tutarsız görünmekten kaçınmaya” dayanır. Fakat bilişsel tutarlılıkta birbirine zıt iki görüşü bazı açıklamalar uydurarak birbiriyle bağlantılı hale getirme çabası, düşünceleri eğip bükerek birbiriyle tutarlı hale getirme çabası vardır. Oysa taahhütte, bir defa savunulmuş olan görüşle ilgili mantıklı karşı delillerle karşılaşılsa bile, sırf topluluk önünde beyan edildiği ya da sözler verildiği için tükürdüğünü yalamama çabası söz konusudur.

Kalabalık önünde taahhütte bulunmanın etkileri pek çok çalışmayla gösterilmiştir ama bunlardan Yale Üniversitesi tarafından evli kadınlarla birlikte gerçekleştirilen bir deney dikkat çekicidir:

Deney için seçilmiş olan kadınların tamamı devlet okullarında doğum kontrolü konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapılmasını destekleyenlerden oluşuyordu. Yani aksi görüşte olan hiçkimse yoktu. Deney sözde bir kampanya şeklinde yürütülüyordu ve kampanya kapsamında bu kadınların yarısına bilinçlendirme kampanyasını desteklediklerini taahhüt ettikleri bir dilekçe imzalatılırken, diğer yarısıyla sadece sözlü olarak görüşüldü. Ertesi gün her iki gruptan kadınların yarısına (hem dilekçeyi imzalayan kadınların yarısına, hem de imzalamayan kadınların yarısına) “böyle bir çalışma gençlerde rastgele cinselliği teşvik edebilir” ve “çocuğunun bu hususta bilgilenmesi anne ve babanın kararı olmalıdır” gibi pek çok argüman sıralayan karşıt görüşe ait etkili broşürler gönderildi. Diğerlerine hiçbir gönderim yapılmadı.

Broşür gönderiminden bir gün sonra deney ekibinden birisi kadınları tek tek aramaya başladı ve onlara bu bilinçlendirme kampanyası kapsamında gönüllü bir eylem grubu oluşturduklarını, sıradaki günlerde bir eylem yapacaklarını söyleyerek katılmalarını talep etti. Karşı argümanlar içeren broşürün etkisi açıkça görülüyordu. Gönüllü eylem grubuna katılmayı kabul edenler çoğunlukla “dilekçeyi imzalamayan” ve broşürü almayanlardan oluşuyordu.

Dilekçeyi imzalayan kadınlarda ise tam olarak zıt bir etki ortaya çıktı. Dilekçeyi imzalayan ve broşürü alan kadınların hemen hemen %50’si gönüllü eylem grubuna katılmayı kabul ederken, dilekçeyi imzalayan fakat broşürü almayan kadınların sadece %10’u eylem grubuna katılmayı kabul etti. Başka bir deyişle, dilekçeyi imzalayarak görüşünü beyan etmiş olan kadınlar, karşı görüşe ait broşüre aşırı tepki vermişler, taahhütlerinden geri adım atmak yerine taahhütlerine daha sıkıca bağlanmışlardı. (İnadına X! İnadına Y!)

Görünen o ki birisi bir inanışa sahipse (bu örnekte bağlılığı deklarasyon ile ölçmüş olduk), karşı argümanlar kişinin inancına daha sıkı bağlanmasından başka işe yaramıyor. Bumerang etkisi olarak anılan bu etki, kişilerin inançlarına meydan okunduğu zaman, inançlarının doğruluğu hakkında daha fazla ısrarcı olmalarını ifade ediyor. Bumerang etkisi, kısmen kişilerin kaçamayacakları taahhütleri konusunda kendilerini ikna etme inançlarından kaynaklanıyor. Bu örnek için özetleyecek olursak, doğum kontrolü için bilinçlendirme çalışmasını desteklediklerini yazılı olarak çoktan beyan etmiş olan kadınlar, broşüre tepki vermişler, kendilerinin haklı olduklarına duydukları inancı ispat etmek istercesine davranmışlar ve en nihayetinde taahhütlerine daha sıkı bağlanmışlardır.

Türkiye’nin siyasi gergin ortamı ve sosyal medya

Google verilerine göre Türkiye sosyal medya kullanımında Dünya’da önde gelen ülkelerden birisi. Herkesin söyleyecek bir sözü olduğunu görmek için ayrı bir araştırma yapmaya gerek yok. Bir etikete (#hashtag) bastığınızda bilgilisinden bilgisizine, trollünden kinayecisine yüzlerce, binlerce kişinin çoğu zaman düşünmeden yazdığını, kimi zaman da sadece siyasi partisinin ya da çevresinin düşüncelerini aynen yansıttıklarını görürsünüz. Hele ki bir tartışma peydah olduğunda siyasi görüşünüz her neyse diğer tarafın “bunca gerçeği nasıl göremediğine” şaşarsınız. Evrensel bazı doğruları bir kenara bırakırsak, bunca gerçeği görmeyenin siz mi yoksa karşı taraf mı olduğunu kestirmenin gerçek bir yolu yoktur ama yine de kişilerin çok bariz karşı argümanlar karşısında bile saçmalamakta ısrarcı olduklarına şahit olabilirsiniz.

İşte hepimizin düşebileceği bu “saçmalama”nın nedeni yüksek olasılıkla bumerang etkisidir. Sosyal medya gibi yüzlerce, binlerce insanın bulunduğu bir ortamda karşınızdaki kişinin “ben yanlış düşünüyormuşum” diyebilmesi çok ama çok zordur. Basit bir dilekçeyi imzalamanın bile nasıl bir etki yarattığını düşünürseniz, hem yazılı, hem de umumi sosyal medya beyanlarının ne kadar kuvvetli olabileceğini düşünün.

Öte yandan sosyal uyum, bilişsel tutarlılık ve bumerang etkisi birlikte düşünülürse sosyal medyanın hemen herkeste bir şahinleşme etkisi yarattığı, kişilerin kendi ideolojilerine, siyasi partilerine ya da fikirlerine daha sıkı sarıldığı, daha fanatik bir biçime bağlandığı sonucuna ulaşabiliriz. Zira insanlar sosyal medyada kendileriyle benzer ideolojide olanları takip eder, haberleri ilk kaynaklarından değil, kendileriyle benzer olanların yorumları üzerinden dolaylı olarak takip eder. Öte yandan, kendisi de bir beyanda bulunduğunda ona “Hani sen şöyle diyordun?” diye soracak yüzlercesi hazır bulunduğundan artık bu beyanı kolay kolay geri alamaz; ona açıklamalar uydurarak aslında ne kadar haklı olduğunu daha baskın bir şekilde dile getirir.

Bu bilgiler çerçevesinde sosyal medyanın insanları şahinleştirdiğini söyleyebiliriz.

Kaynaklar:

  1. Kayaoğlu, Aysel., Gökdağ, Rüçhan ve Kıral, Çiğdem. Sosyal Psikoloji-I, Editör: Sezen Ünlü, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2013.
  2. Sutherland, Stuart. İrrasyonel. Domingo Yayınları. 2009.
  3. Ariely, Dan. Predictably Irrational. Harper Perennial. 2010.
  4. Camp, Simon. “Social, Digital & Mobile Worldwide in 2014“, wearesocial.net – 2013.

yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tevfik Uyar

Uçak Mühendisi ve Sosyologtur. Yüksek Lisans ve doktora çalışmalarını yönetim psikolojisi üzerine gerçekleştiren Uyar, biri popüler bilim, diğerleri bilimkurgu türünde üç adet kitap kaleme almış, üç adet kitabın çevirisini yapmıştır.