Dizimizin önceki bölümlerinde antik çağdan 19. yüzyıla kadar olan süreçte yer alan kadın filozofları ele almıştık. Son bölümde ise, 19. yüzyıl ve sonrasını ele alacağız.
19. yüzyılın kadın filozoflarına geçmeden önce öncelikle bu dönemin felsefi gelişiminden ve toplumsal normlarından söz edelim. 19. yüzyılda “Ben” kavramı yani öznellik ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu durum sadece felsefe sınırları içerisinde kalmamış aynı zamanda toplumsal yaşamda da etkisini gösterir hale gelmiştir. İnsanların siyasi kararlara katılım hakkı istemesi buna güzel bir örnektir. Bu dönemde kadının toplumsal rolünü incelediğimizde ise, kadının iyi bir anne ve ev hanımı rolüne sahip olması gerektiğini görüyoruz. Bilgili kadından ziyade ön plana çıkan evin idaresini yapan, bu konuda kendini geliştiren kadındır. Yine bu dönem içerisinde tarihin en büyük gelişmelerinden biri olan “Sanayi Devrimi” gerçekleşmiştir. Sanayi Devrimi ile birlikte kentler büyümeye başlamış, kentlere olan göçlerle birlikte yeni yapılar ortaya çıkmaya başlamıştır. 19. yüzyıla ait tüm bu değişimler kuşkusuz dönemin kadın filozoflarının eserlerinde yerini almıştır. Bu filozoflardan ve çalışmalarını kısaca ele alalım.
19.yüzyılın kadın düşünürleri:
19. yüzyılın kadın filozoflarına baktığımızda karşımıza çıkan ilk isim; Hedwig Dohm’dur. 1831-1919 yılları arasında Almanya’da yaşayan düşünür, bir öğretmen enstitütüsünde eğitim alsa da yaptığı çalışmalar bu eğitimden oldukça farklıdır. Yaptığı evlilik sayesinde katılma imkânı bulduğu Berlin’in elit sınıfı onun düşünce dünyasında daha aktif olarak yer almasında zemin olmuştur.
Dohm, sosyal hayat ve kadın üzerine düşüncelerini dile getirmiştir. Kadının toplum içerisinde daha fazla söz sahibi olması gerektiğini savunmuş, bunun en güzel yolunun kadının oy verebilmesi olduğunu belirtmiştir. “Kadınların Doğası ve Hakkı” ve “Kadının Bilimsel Eşitliği” önemli eserleridir. Bu eserlerinde kadının erkek kadar sosyal hayatta önemli bir yere sahip olduğundan, toplumsal gelişimin cinsel ayırım gözetmeksizin farklı bireylerin fikirleriyle gelişeceğinden söz etmektedir.
Dohm, ölümüne kadar kadın hakları konusunda çalışmalarını sürdürmüş, kadın derneklerinin kuruluşuna katkıda bulunmuştur.
“Yaratıcı kişi her zaman yaşama bir şekilde olumlu bakar, çünkü yaşamın anlamını sormaz, yaşar; ancak derin düşünmenin kemirdiği modern yaratıcı tipi hale gelecektir ki “yaşamın anlamı” onun için de hayatı mahveden bir sorun haline gelsin.”
Okuduğunuz bu satırlar 19. yüzyılın bir başka kadın düşünürü, Leonore Kühn’dür. 1878-1955 yılları arasında yaşayan Kühn, metafiziğe kuşkuyla yaklaşan ve “Ben” kavramını sorgulayan bir düşünür olmuştur. Berlin, Erlangen ve Freiburg’da felsefe öğrenimi gören Kühn bu konuda bir adım ileriye giderek doktora da yapmıştır. Felsefesinde, birey ve değer arasındaki ilişki ön plandadır. Estetik özerklilik üzerine de çalışma yapmıştır. Bu çalışmasında sanatsal çalışmalarda bulunan bireylerin kendi iç dünyalarını başka bir güce gerekmeksizin ürettikleri eserlerle dışarıya çıkardıklarını belirtmektedir.
Kühn, “Değerlerin Özerkliği” isminde bir kitap da yazmıştır. Burada da yine kişinin kendi içsel değerlerini ele almıştır. Metafizik yoktur ve kişinin sahip olduğu değerleri de değişkendir, en doğru bilgi için bu değerler sürekli sorgulanmalıdır.
19. yüzyılda bir diğer değineceğimiz isim; Amerikalı Mary Whiton Calkins’dir. 1863-1930 yılları arasında yaşayan bu düşünür Wellesley Collage’de uzun yıllar boyunca felsefe ve psikoloji dersleri vermiş ayrıca “American Philosophical Association”da da başkanlık görevini yerine getirmiştir. Calkins felsefi araştırmalarını, zaman bilinci, bellek, benlik kavramları üzerine gerçekleştirmiştir.
“Evren her şeyi kapsayan bir “Mutlak Benlik”tir; diğer bütün benlikler hakiki ve özdeş parçalar olarak ona aittirler. Bireysel benlik, “Mutlak Benlik”e göre belirlenir.”
Calkins, önemli eseri “Mutlak Bir Kişiliğe Duyulan Felsefi İnanç” isimli eserinde benlik kavramından bu şekilde bahsetmiştir. Bu eserinde bahsettiği “Mutlak Benlik” kavramı tüm yaşamın temelidir ama dinden bağımsızdır. Mutlak benlik, kişinin kazandığı tüm deneyimleri kapsamaktadır.
Calkins’in bir diğer önemli eseri de “Felsefenin Kalıcı Sorunları” başlıklı eseridir. Calkins bu eserinde felsefenin temel soruları üzerinde durmuştur. Felsefeye giriş niteliğindeki bu eser, dönemin önemli eserleri arasında yer almıştır.
Bu döneme ait son ele alacağımız kadın düşünür ise; Helene Stöcker’dir. Stöcker, dönemin şanslı kadın düşünürlerinden birisidir çünkü Berlin Üniversitesi’nde felsefe, edebiyat ve iktisat üzerine öğrenim görmüş ve sonrasında doktora ile öğrenim hayatına devam etmiştir. Stöcker eleştirel bir tavrı olan bir düşünürdür. Etkilendiği ve kendine örnek aldığı Nietzsche gibi bilinen ahlak kurallarına ve dinsel dogmalara eleştirilerde bulunmuş, kilisenin savunduğu değerlerin yaşama aykırı olduğunu belirtmiştir. İnsan tüm dogmalardan bağımsız düşünebilmelidir, tanrı, öbür dünya gibi kavramlar yoktur. Düşünce ve eylem özgürce gerçekleşmelidir. Stöcker bu fikirlerini hayatı boyunca savunmuştur, insan kendi ahlaki yapısını özgür düşüncesi sayesinde kendisi belirlemeliydi. 1943 yılında Naziler’den kaçarak yerleştiği New York’ta hayatını kaybeden düşünür arkasında “Aşk ve Kadınlar” isimli bir eser bırakmıştır.
Genel olarak incelediğimizde 19. yüzyılın kadın düşünürlerinin odaklandığı konuların kadın, benlik kavramları olduğunu görüyoruz. Dönemin şartlarını düşündüğümüzde 19. Yüzyılın kadın düşünürlerinin özgür düşünce noktasında önceki dönem düşünürlerinden daha şanslı olduklarını vurgulayabiliriz.
20. yüzyılın eyleme geçen kadınları:
20. yüzyıla geldiğimizde, ilk dönemlerinde Birinci Dünya Savaşı’nın etkilerini görüyoruz. Bu durumun haricinde ise felsefe önceki çağın konuları ile gelişimine devam etmiş, bu dönem yine önemli kadın filozofları ortaya çıkarmıştır.
20. yüzyılın önemli isimlerine vereceğimiz ilk isim, Edith Stein’dir. 1891-1942 yılları arasında yaşayan düşünürün toplama kampında hayatını kaybetmesi dönemin zor şartlarına önemli bir örnektir. Stein anlaşıldığı üzere Yahudi kökenli bir aileden gelmiştir. Alman Dili ve Edebiyatı ile tarih üzerine öğrenim gören düşünür, felsefeye olan merakından dolayı Edmund Husserl’in yanına gitmiş ve felsefe üzerine doktora yapmıştır. Profesör Husserl’in asistanlığını da yapan Stein bu görevinden ayrıldıktan sonra da felsefi araştırmalarına devam etmiştir.
Stein’in doktora tezinde ve sonrasında ağırlıklı olarak empati konusunu ele almıştır. Empati kurmak ona göre bir diğer insanı tanıyabilmenin tek yoludur. Jest ve mimikler de yine karşıdaki kişiyi tanımlayabilmek için önemli unsurlardır. Ele aldığı bir diğer konu ise toplum ve cemaat arasındaki ilişkidir. Bu konudaki incelemelerinde şu tespitlerde bulunur; toplumsal bireyler arasında karşılıklı saygı, eşit yaklaşım yoktur. Bu bireyler cemaat içerisinde ancak eşit olarak konumlandırılırlar. O zaman cemaat toplum içerisinde yüksek değere sahip bir kavram olmalıdır.
Stein, Yahudilikten Hristiyanlığa geçiş yaparak dönemin dikkat çekici kişilerinden biri olmuştur. Tanrı inancı onun felsefesinde yer alan bir konudur. Tanrı kişinin tek başına anlamını bulamayacağı yaşam konusunda ihtiyaç duyulan bir varlıktır. “Nihai ve Sonsuz Varlık” isimli eserinde “Tanrı ve İnsan” konusunu ele almıştır. Hollanda’da bir manastıra kaçmış olması bile onu beklediği kötü sondan kurtaramamıştır, yaşamı, Auschwitz Toplama Kampı’nda son bulmuştur.
Bu dönemde ele alacağımız ikinci isim; Hannah Arendt olacaktır. Arendt, 1906-1975 yılları arasında yaşamıştır. Arendt, Yunanca, felsefe ve teoloji üzerine eğitim görmüştür. “Varlık ve Zaman” isimli eserinde, insanın gündelik hayatını sorgulamıştır. Onu ilgilendiren günlük yaşam içerisinde gerçekleştirdiğimiz temaslardır. Bunun yanı sıra diğer insanlarla birlikte var olma konusu da zihnini meşgul etmiştir. Arendt, Martin Heidegger, Karl Jaspers gibi önemli filozofların yanında kendini geliştirme şansına sahip olmuştur. Öyle ki felsefe alanında doktora da yapmıştır. Yahudi kökenli olmasından kaynaklı olarak yaşadığı sıkıntılar sonucunda Paris’e kaçan Arendt, burada felsefe çalışmalarına devam etmiştir. Paris’te evlendiği Heinrich Blücher sayesinde siyasete de merak salmış ve siyasi kuramcı olarak da tespitlerde bulunmuştur. Dönemin sıkıntılı şartları yüzünden Paris’te de kalamayıp ABD’ye kaçan Arendt yaşamının sonuna kadar burada yaşamıştır.
Arendt felsefe araştırmalarını yaparken yanında bulunduğu filozoflar kadar Sokrates’in düşüncelerinden de etkilenmiştir. Ona göre insanların hepsi birbirinden farklıdır ve bu farklılıklar birbirini beslemektedir. Ele aldığı diğer bir konu, düşünme ve eylem arasındaki bağ olmuştur. Düşünme başlı başına kişinin kendisiyle olan diyaloğudur. Bu düşüncesini geliştirmesinde Sokrates’ten etkilendiğini söylememiz mümkündür. Düşünce ve eylem konusunda ise şu tespitte bulunur, eylem olmaksızın sadece düşünce yeterli değildir, pratik de olmalıdır. Kişi zaman zaman kendi içine çekilip düşünmeli sonrasında da bu düşünceler doğrultusunda gerçekleştirdiği eylemlerin sorumluluğunu üzerine almalıdır. “Zihnin Yaşamı. Düşünmek” ve “Zihnin Yaşamı. İstemek” isimli eserlerinde düşünce üzerine fikirlerini ortaya koymuştur.
“İnsanlar cevaplanması mümkün olmayan sorular sorarak, soran varlıklar olma niteliğini kazanırlar. Bilgiyle ilgili olarak insanların yanıt buldukları bütün soruların arkasında yanıtlanması mümkün olmayan sorular vardır; bu sorular tamamen boş ve değersiz görünürler ve bu anlamda eleştirilmişlerdir.”
Arendt, düşünmek, istemek ve yargılamanın önemli felsefi konular olduğunu vurgulamıştır. Kişinin kendi sınırları çerçevesinde baskı altında olmadan düşünebilmesi temel ihtiyaçlardan birisidir. İnsan sorgulamalı ve araştırmalıdır.
Arendt hakkında son belirtebileceğimiz husus, totalitarizm üzerine de yaptığı araştırmalardır. Özellikle Adolf Eichmann’ın 1960 yılındaki duruşması oldukça önemlidir. Eichmann Nazi döneminde Yahudilerin kamplara gönderilişini organize etmiş, bu nedenle sonraki dönemde yakalanmış ve idam cezası almıştır. Arendt, roportür olarak katıldığı bu davaya ilişkin önemli tespitlerini “Eichmann Kudüs’te. Kötüllüğün Banalliği Üstüne Bir Rapor” isimli eserinde yayınlamıştır.
20. yüzyıl düşünürlerinde son değineceğimiz isim ise; Simone de Beauvoir’dir. 1908-1986 yılları arasında yaşayan Beauvoir, kendisini felsefe alanında geliştirdi öyle ki çeşitli okullarda felsefe üzerine dersler de verdi. Albert Camus ve Jean Paul Santre hayatında büyük rol oynamıştır. Özellikle Albert Camus sayesinde yoksulluk gibi kendisinden uzak olan kavramları öğrenmiş ve bu durum onun felsefesine de yansımıştır. Beauvoir, Alman işgali döneminde “Pyrrhus ile Cineas” isimli felsefik eserini yayınlamıştır. Bunun yanı sıra toplumsal konuları ele alan bir dergide de aktif olarak görev almıştır.
Beauvoir’in düşünceleri zamanın uyumu ile şekillenmiştir. Onun için tanrı denilen bir kavram yoktur ve insan düşüncesinin merkezinde “Ben” olmalıdır. “Pyrrhus ile Cineas” isimli eserinde, insanların düşüncelerini eyleme dönüştürürken bu neden yaptıkları sorusu üzerinde durmuştur. İlk başlarda bu soruya yanıt aranmaz ama zamanla tekrarlanan eylemler sonucunda insan daha fazlasını istemeye başlayacak, bir anlam arama ihtiyacı içerisinde olacaktır. Bunun yanı sıra insan etik kavramına da önem vermelidir, varoluşçulukta insan eyleminin etikliğinin ayrı bir önemi vardır. Beauvoir’in diğer önemli bir eseri ise, “İkinci Cinsiyet” isimli eseridir. Bu eserinde isminde de anlaşılacağı gibi kadın konusunu ele almaktadır. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin doğuştan değil toplumsal normlar sonucunda oluştuğu fikrini savunmuştur.
Genel olarak 20. yüzyılı değerlendirdiğimizde, siyasi koşulların, savaşın izlerini net bir şekilde görebiliyoruz. Özellikle Yahudi Soykırımı yüzünden bu dönemde yaşayan bazı düşünürlerin kaçmak durumunda kalmaları, çalışmalarına farklı yerlerde devam etmeleri öne çıkan bir noktadır. Yine de bu dönemde (biz çok azını ele alsak da) değerli kadın filozoflar var olmuş, çalışmalarıyla felsefe dünyası içerisinde kendilerine yer bulmuşlardır.
19. ve 20. yüzyılın kadın filozoflarını kısaca ele almaya çalıştık, peki günümüzde durum acaba nasıl? Önemli kadın filozoflar var mı? Çok kısa günümüzün yaşayan değerlerinden de bahsedelim.
Günümüz felsefesini “modern felsefe” olarak tabir etmemiz yanlış olmayacaktır. Modern felsefe derken bunun ayrı bir akım olduğunu söyleyemeyiz, felsefe eski sorunlarını ele alarak gelişimini devam ettirmektedir.
Günümüz filozoflarına örnek verebileceğimiz isimlerden ilki, Martha Craven Nussbaum’dur. Nussbaum, 1947 yılında dünyaya gelmiş Amerikalı bir düşünürdür. İyi eylem, ahlak felsefesi onun için ön planda olmalıdır. 1975 yılında felsefe profesörü olan Nussbaum’un birçok kaynakta, 20. yüzyılın düşünürü olarak yer almaktadır ama halen yaşayan önemli bir isim olduğu için günümüz felsefecileri içerisinde de konumlandırabiliriz. Antik yunan felsefesi, politik felsefe, etik gibi konularda uzmanlaşan Nussbaum, birçok üniversite verdiği derslerle ve aldığı ödülllerle çağımızın önemli bir düşünürüdür. Ona göre bir ahlak kuramının olması gereklidir, bu kuram insana kendi içinde neyi araması gerektiğini göstermektedir. Yine ona göre, düşünce tek yanlı olmamalıdır, akıl dünyayı düzeltici güçtedir bu nedenle bencilliklerden uzakta düşünce teori aşamasından itibaren geliştirilmelidir.
Son olarak günümüz kadın filozoflarına, İonna Kuçuradi’yi örnek verebiliriz. 1936 yılında dünyaya gelen Kuçuradi Türk düşünürlere de örnek verebileceğimiz değerli bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Felsefe Kurumu’nun başkanı olan ve çeşitli üniversitelerde dersler veren Profesör Kuçuradi, insan hakları, etik gibi konularda çalışmalar yapmıştır. Dünya Felsefe Federasyonları Başkanlığı’na seçilen ilk Türk ve ilk kadın olması felsefe dünyası açısından önemlidir. “Etik”, “İnsan ve Değerleri”, “Nietzsche ve İnsan” gibi birbirinden önemli felsefi yapıtları yazan Kuçuradi ömrünü felsefi düşünce ile dünyayı anlamlandırmaya adadığını belirtmektedir.
Bu yazı dizimizde genel olarak kadınların düşünce dünyasındaki yerlerini vurgulamaya, geri planda kalan filozofları tanıtmaya çalıştık. Kadınlar, tarihin en eski dönemlerinden beri düşünce dünyasında da varlıklarını devam ettirmişlerdir ve devam ettireceklerdir.
Meraklısına Not: Daha önce de belirttiğimiz gibi bu filozoflar, ele alınması gereken isimlerin çok az bir kısmıdır. Bu isimlerin haricinde daha detaylı bilgi isterseniz kaynakça sonundaki listeye göz atmanızı öneririz.
Kaynakça:
GLEICHAUF, Ingeborg. “Kadın Filozoflar Tarihi.” çev. Leyla Uslu. Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2007
http://www.flsfdergisi.com/sayi9/1-16.pdf
http://bit.ly/21inciyüzyılfelsefesi
http://www.womeninworldhistory.com/imow-deBeauvoir.pdf
http://en.wikipedia.org/wiki/Martha_Nussbaum
http://www.apa.org/pi/women/resources/newsletter/2011/03/mary-calkins.aspx
http://www.egs.edu/faculty/avital-ronell/biography/
http://www.bianet.org/bianet/biamag/123338-baskaldiridan-felsefeye-ioanna-kucuradi
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_women_philosophers
Yorum Ekle